Kimine göre fetihtir, İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından alınması, kimine göre ise düşüştür. Nihayetinde tarih, onu kaleme alanların taraflı yaratısıdır. Tarihçiler kendi aidiyetleri ve siyasi temayülleri çerçevesinde bu mesele üzerine ihtilafa düşedursunlar asıl olan şehrin ne söylediğidir. Semt semt şehrin hikâyesini öğrenmek, asırlık duvarlarının fısıltılarını, zamana vakarla direnen ahir zaman mirasının bu meseledeki hükmüne kulak vermektir.
"Pera'dan Beyoğlu'na", "Psomatia'dan Samatya'ya", "Galata'dan Karaköy'e" olmak üzere İstanbul'daki gayrimüslimlere ve onların iz bıraktığı tarihi semtlere dair daha pek çok değerli çalışmasıyla tanıdığımız Orhan Türker'in bu defa Kumkapı'nın tarihini ele aldığı eseri "Kondoskali'den Kumkapı'ya/Eski Bir İstanbul Semtinin Hikâyesi" geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. Türker, kitabında Bizans'ta küçük bir liman olan Kondoskali'nin tarihini, yalnızca şehirden taraf olan bir araştırmacı titizliğiyle inceliyor, şehrin tarihinin bir yükseliş mi yoksa düşüş öyküsü mü olduğunun cevabını arayanlar için alternatif bir kaynak daha ortaya koyuyor.
Bizans döneminde Kondoskali, bugünkü Kumkapı ve Gedikpaşa semtlerinin yanı sıra yeditepeli şehrin ikinci tepesi (Çemberlitaş) ve üçüncü tepesi (Beyazıt) arasında kalan bölgenin yokuşlarını da içine alan platoda yer alır. Aynı zamanda Marmara'ya komşu olan bu liman köyüne Kondoskali ismini veren de, semtte bulunan küçük iskeleden başkası değildir.
Kaçınılmaz değişimler
Şehir sekenesi tarafından semt, Kondoskali diye anılsa da şehri denizden gelecek tehlikelere karşı koruyan surlar üzerindeki kapının burada bulunması, üstelik lodos çıktığında Marmara denizinden kum taneciklerinin Kondoskali sahillerine yığılması sebebiyle, Kumkapı (Pili Psammu) gene o dönemlerde de bahsi geçen bir diğer isimdir.
Şehrin Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra resmi olarak Kumkapı ismini alan semt, Bizans'tan miras kadrosunu ve dokusunu muhafaza etse de tıpkı şehrin kendisi gibi kaçınılmaz değişimlere uğrar. Keza Fatih Sultan Mehmed, fethedilen topraklara uyguladığı iskân politikasını İstanbul'da uygular ve bu politika çerçevesinde Anadolu'dan, Balkanlar'dan, Ege Adaları'ndan çok sayıda Rum ve Ermeni vatandaşı zorunlu olarak İstanbul'a getirtir, şehrin birçok bölgesine yerleştirir. Kondoskali de zorunlu göçe tabi tutulmuş bu vatandaşların mesken tuttuğu semtlerden biri olur ve nihayetinde buradaki Hristiyan nüfus artar. Bilhassa 17. yüzyılın ortalarına doğru Ermeni Patrikhanesinin bu semte taşınmasından 20. yüzyıla değin, Kondoskali Ermeni vatandaşların yaşamayı seçtiği semtlerin başını çeker.
1865'teki büyük yangın
Bu bölgede nüfusun gayrimüslimler lehine artış göstermesiyle birlikte çok sayıda okul ve ibadethane hizmete sunulur. Öyle ki, semt, uzun bir zaman içindeki gösterişli ibadethaneleriyle de şehrin çok milletli/çok dinli mozaiğinin önemli bir parçası olur. O dönemin tanıklarına göre 17. yüzyılın ortalarına kadar ayakta kalmış Rumların ibadet yapmak için tercih ettikleri Ayios Nikalaos, Ayios İoannis, Theotoku Elpida ve Ayia Kiryaki isimli dört kilise bunların en önemlilerindendir. Ne var ki ünlü gezgin Yerem Çelebi Kömürcüyan 1660 yılında çıkan yangının üç tane Ermeni kilisesiyle birlikte buradaki yapıların pek çoğunu tarumar ettiğini anlatır bizlere hatıralarında.
Kondoskali'den ve onun gösterişli ibadethanelerini yok eden yangınlarından söz eden başka bir tarihçi ise Reşad Ekrem Koçu'dur. Koçu, Gedikpaşa ve Kondoskali'de 18. yüzyılda çıkan iki büyük yangının semti küle dönüştürdüğünü, yöre halkını evsiz barksız bıraktığını, semti bir hayli değiştirdiğini anlatır. Ancak semtin gerçek anlamda değişimi 1865 yılında çıkan büyük yangından sonra olur. Burada bulunan yapıların çoğunu yok eden bu felaket neticesinde, Osmanlı yönetimi semtin, şehirlerin meydanlar etrafına kurulduğu, dar ve çıkmaz sokakların bulunmadığı Avrupa şehirleri örnek alınarak yeniden imarına karar verir. Bu düzenleme, Batılılaşma sancıları çeken Osmanlı İstanbul'una örnek olacak, Kondoskali'den sonra pek çok semt, olabildiğince başkalaşmaya başlayacak, klasik Osmanlı ahşap mimarisi yavaş yavaş tarih olmaya başlayacaktır.
Kondoskali'nin tarihçilerin diline pelesenk olan yalnızca yangınları değildir. Nitekim Kömürcüyan, hatıratında şehrin dört bir yanına nam salmış meyhanelerinden de bahseder. Buradaki meyhaneleri gene o vakitler meyhane kültüründe iddialı olan Psomatia (Samatya)'nınkilerle karşılaştırarak, Kondoskali'dekilerin daha iyi ve eğlenceli olduğunu iddia eder.
Evliya Çelebi ise ünlü "Seyahatname"sinde tıpkı Kömürcüyan gibi, meyhanelerden, ayrıca Kondoskali sahillerinde yakalanan deniz canlılarının fazlalığından ve çeşitliliğinden de bahseder. Gerçekten de Kondoskali, sahillerinden çıkan deniz ürünleriyle çok uzun bir süre şehrin ekonomisine katkıda bulunur. Bu katkının sahibi de kuşkusuz burada avlanan Rum ve Ermeni balıkçılardır.
İmparatorluğun içindeki halklarla birlikte dağılıp savrulduğu 20. yüzyıla geldiğimizde ise semt, işgal ve sonrasındaki dönemde gayrimüslimler ve Müslüman/Türkler arasında zaman zaman çıkan husumetlerden azade bir yer olarak huzur ortamını sürdürür. Öyle ki, ne yeni kurulmuş ulus devletin kimlik politikaları, ne de azınlıklar üzerine bir balyoz gibi inen varlık vergisi semtin huzurunu kaçırabilir.
Şehrin ve semtin çok kültürlü tarihinin sonu
Demokrat Parti'nin ilk yıllarında, iktidarın sağladığı -görece- ticari canlılık ve özgürlük ortamı, şehrin gayrimüslim halkında devletin demir yumruğunun uzakta, güzel günlerin ise ufukta olduğuna dair bir inanç yaratır. Bu dönemde okullar ve kiliseler onarılır, gayrimüslim vatandaşlar güven içinde yaşarlar. Ne var ki bu barış ve huzur ortamı geçicidir. Nitekim çok geçmeden rüzgar tersine dönecek, türlü umutlarla halkın kuvvetli desteğini alan Demokrat Parti "demokrat" maskesini çıkaracak, 6-7 Eylül olayları İstanbul'un bu en eski sahiplerine kim iktidara gelirse gelsin artık burada huzur ve barış içinde yaşayamayacaklarını gösterecek, üstelik 1960 sonrasında uygulanan politikalar sonucunda şehrin ve semtin çok kültürlü/kimlikli tarihinin sonu gelecektir.
1950'li yıllarda sahil yolunun yapılması, şehre göç eden hırslı müteahhitlerin taşını toprağını altın belledikleri İstanbul'un her yerine kazma kürek vurmaları, her dönem iktidar olan kadroların betonlaşmaya ve yozlaşmaya karşı kayıtsız kalması ve son olarak Avrasya Tüneli'nin inşası sonucunda Kondoskali, yani Kumkapı bugün denizden oldukça uzaklaşmış, eski dokusunu ve kadrosunu kaybetmiş, diğer semtler gibi bir hayli çirkinleşmiş, şehrin kendisine benzemiş, altı asır sonunda İstanbul için fetih ya da düşüş -gerçekte olan her neyse- tamamlanmıştır. (MK/AÖ)