Fotoğraf: Filozof George Santayana ve ardında Almanya'daki Kristal gecede tahrip edilen iş yerleri.
İkinci Dünya Savaşı’nda kadın erkek, yaşlı çocuk 1,1 milyon insanın öldürüldüğü Auschwitz toplama kampında bugün ziyaretçileri İspanyol asıllı Amerikalı filozof George Santayana’nın (1863-1952) ünlü bir sözü karşılar: “Those who cannot remember the past are condemned to repeat it.” Türkçesi: “Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrar etmeye mahkûmdur.”
Bir süredir iktidarın yaptıkları bana bu sözü hatırlatıyor. Demokrat Parti’nin işlediği bütün hataları bir bir tekrarlamak hevesindeymiş gibi görünüyor Adalet ve Kalkınma Partisi.
Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’nin geleceğinde darbe ve darağacı gördüğümü söylemiyorum. Bir 27 Mayıs daha olmaz sanırım. Devir değişti, artık askerî darbeler değil sivil darbeler çağındayız. Ama geçmiş hatalardan ders çıkarılmadığını görmek insanı ümitsizliğe düşürüyor gerçekten.
Kore nere Afganistan nere?
Örneğin Afganistan’a asker göndermek konusunu ele alalım. Adnan Menderes, Batı’ya yaranmak ve NATO’ya girmek için 1950’de Kore’ye asker gönderdi. Ve bu sayede Türkiye 1952’de NATO’ya kabul edildi, evet. Ama savaşa katılan 15 bine yakın Türkiyeli askerin 900’e yakını öldü, 2000’den fazlası yaralandı. (“Şehid” ve “gazi” tabirlerinin dinî anlamları dışında kullanılması oldum olası rahatsız etmiştir beni, o nedenle burada kullanmıyorum.)
Peki, soran olmadı mı, “Kore nire, Türkiye nire, orada ne işimiz var?” diye? Oldu elbette, ama sonuç buydu işte. Şimdi bir kere daha Türkiyeli askerler yok yere ölüme gönderilecek belki. Bu sefer ne hesaplar dönüyor, kime yaranmak için, hangi menfaatler uğruna harcanacak çocuklar, emin değilim. Ama gidişat o yönde, eğer Taliban daha önce Kâbil’i ele geçirmezse.
Aynı baskı yöntemleri
Yahut muhalefeti her ne pahasına olursa olsun ezmek konusuna bakalım. Özgürleşme vaadiyle iktidara gelen Demokrat Parti, iktisadî durum kötüye gitmeye başlayınca müthiş bir baskı rejimi uygulamağa başladı. O zaman da şimdi olduğu gibi ana muhalefet rolünde olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin mal varlığına el koymak, hükümet çizgisinde olmayan yayın organlarını muhtelif şekillerde cezalandırmak, iktidarı protesto edenlerin üzerine polisleri salmak, muhalifleri hapse tıkmak gibi yöntemler denendi. Gerçi bunların sonunu getiren askerî darbe oldu ama, darbe olmasaydı da Demokrat Parti bir sonraki seçimi kaybedecekti çok büyük ihtimalle. Yani sonuçta sıfıra sıfır, elde var sıfırdı o baskıcı politikalar. AKP’ninkiler de öyle olacak tabii ki.
Altındağ'daki "pogrom"
Ankara’nın Altındağ ilçesinde mahallelilerle Suriyeli sığınmacılar arasındaki çatışmaya -daha doğrusu Suriyelilere karşı düzenlenen pogroma- gelince, o da fena halde 6–7 Eylül kokuyor. Gerçi 1955’teki olayları doğrudan doğruya hükümet düzenlemişti; bu sefer ise sorumluluğu muhalefet paylaşıyor. Ama her iki durumda da kışkırtılan yerli halk kontrolden çıktı, “farklı” olanlara karşı terör yelleri estirildi. Muhalefetin bu kışkırtmadaki rolü ne olursa olsun, sonuç olarak asayişi temin etmek, Türkiye sınırları dahilinde yaşayanların can ve mal güvenliğini sağlamak iktidarın görevidir. Ve iktidar bundan da sınıfta kaldı.
Kristallnacht/ Kristal gece
Yukarıda gördüğünüz resimde Santayana’nın portresinin arkasındaki tahrip edilmiş işyerini Altındağ’da sanmış olabilirsiniz. Yahut aklınıza 6–7 Eylül olaylarından sonra Beyoğlu’nu getirmiştir belki. Ama hayır, ne biri ne öteki; 9-10 Kasım 1938 yani Kristallnacht (Kristal Gece) adı verilen meş’um gece Almanya’nın Magdeburg şehrinde tahrip edilen Yahudilere ait işyerlerinden biridir.
Tohum ve tetik
O olayı tetikleyen, Almanya’dan kovulan bir Yahudi ailesinin 17 yaşındaki oğlunun Paris’te bir Alman diplomatını kurşunlamasıydı. Altındağ olaylarını ise bir Suriyeli’nin bıçakladığı Türk gencinin ölümü tetikledi. Ama işte bunların her ikisi de birer “tetik”ten ibaretti. Yoksa vahşetin tohumları çok önceden ekilmişti. Ve Naziler, diplomatın katledilmesini Yahudileri imha kampanyalarını harekete geçirmek için fırsat bildiler, 6 milyon Yahudi’nin öldürüleceği soykırımı başlattılar. Altındağ da son olmayacak, bunu hepimiz biliyoruz, eğer aklıselim sahibi Türkiyeliler gidişata “Dur!” demezse.
Kimse mi yok!
“Tarih tekerrürden ibarettir” derler, doğru değildir bu; en azından “ibarettir” sözü doğru değildir. Ama geçmiş, bugünü anlamak, yarını daha sağlam bir temel üzerine inşa etmek için paha biçilmez ipuçları verir insana. Bu durumda, tarihten ders almamak nasıl bir gaflettir? Saray’da, kabine’de, meclis’te, SETA’da, AKP’de geçmişe dair biraz bilgi sahibi olan, ondan gerekli çıkarımlarda bulunabilen, günümüz iktidarının 65 yıl önceki hataları tekrar tekrar işlemesini önleyecek hiç kimse mi yok?
(İCS/NÖ)