Feminizmle yeni yeni tanıştığım zamanlardı. Dünyaya, hayata, ilişkilerime cinsiyete dayalı güç ilişkilerini düşünerek bakmayı yeni yeni öğrenmeye başlamıştım. Bir gün feminizmle düşünmeye dair kendisinden çok şey öğrendiğim dünyanın en güzel cadılarından biri, bir erkek arkadaşımıza, kendisinin cinsiyet hallerine duyarlılığını imtihan edebilmek için bir yol gösteriyordu: Gece sokakta önünde yürüyen bir kadın olduğunda, o tedirgin olmasın diye yolun karşı tarafına geçer misin?
Bu soru senelerdir zihnimde döner durur. Ne zaman kadınlar olarak ne kadar korkutulduğumuzu, taciz, tecavüz, dayak tehdidiyle terbiye edilmeye çalışıldığımızı düşünsem bu soru aklıma gelir.
Erkekler, taciz edebilme, tecavüz edebilme, dayak atma, sokakların ve hayatın asıl ve tek sahipleriymişçesine yaşama imtiyazlarından vazgeçmedikçe ve gündelik hayatın hep erkekleri imtiyazlı kılan akışı kurcalanmadıkça, ne eşitlikten ne özgürlükten bahsedebiliriz diye düşündüğümde de bu soru önümü açar.
Feministlerin 8 Mart sloganlarından ''geceleri de sokakları da meydanları da istiyoruz'' sloganı da bu sorunun hemen yanı başında durur zihnimde.
Önünde yürüyen kadını tedirgin etmemek için kaldırım değiştirmek bir yana, sokağa çıkmak, gece sokakta olmak erkek şiddetinin binbir çeşidinin meşruiyet kaynağıdır. Sokakta oluşumuz, evin ve ailenin ötesine uzanan alanlardaki varlığımız, tacizi, tecavüzü, dayağı, cinayeti meşru kılar.
Bunu meşru gören yalnızca bunları yapan erkekler de değildir; emniyet teşkilatı ve yargı organları nezdinde de, norm olan/doğal olan sokakların ve gecelerin bize uygun olmadığıdır.
Ne emniyet ne de yargı sokakların ve gecelerin kadınlar için neden tekinsiz olduklarını sorgular; bunun yerine sorguladıkları, "o saatte orada ne işimizin olduğu"dur.
Üstelik tekinsiz sokağın karşısında, güvenli ev içlerimiz de yoktur. Bedenimizin ve emeğimizin en çok istismar edildiği, hem de en yakınımızdakiler tarafından istismar edildiği yerdir ev içi. Ev içinde bulunmak şiddetten korunduğumuz anlamına da gelmez; kaybettiğimiz birçok kadının katili en yakınlarındaki erkeklerdir.
Bu yüzden 8 Mart gece yürüyüşlerinde, ''geceleri de sokakları da meydanları da istiyoruz'' derken, "sakıncalı" bir saatte "sakıncalı" bir yerde bulunduğu için ya da bunu arzuladığı için öldürülen, taciz edilen, tecavüz edilen ve dövülen kadınları ve gündelik hayatımızı bunların korkusuyla örgütlemek zorunda kalışımızı düşünürdüm. Birkaç gün önceye kadar...
3 Mart Cumartesi günü Bakırköy Kadın Cezaevi önünde Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi'nin düzenlediği, Nükhet Sirman ve Ayten Alkan'ın toplumsal cinsiyet ve feminizme dair konuştukları temsili derse katıldım. Dersten sonra tutuklu kadın öğrencilere Kadınlar Günü için kart yazdık.
Öğrencilerin isimlerinin yazılı olduğu listeden rastgele seçtiğim birine, cezaevi duvarının dış tarafındaki bir kadın olarak ne yazacağımın sıkıntısını yaşarken, "gecelerin, sokakların ve meydanların" bu duvarın ne içerisinde ne de dışarısında olan kadınların olabildiğini düşünüyordum.
Fakat o anda, cezaevinin önünde durmuş kart yazarken, bu sloganın benim zihnimde aldığı biçimi katmerlendiren bir şeyi fark ettim: Kart yazdığımız kadınlar, gecelerden, sokaklardan ve meydanlardan, yalnızca yanlış bir zamanda yanlış bir yerde bulundukları için değil, "sakıncalı" zamanlarda "sakıncalı" konularda siyaset yapmaya cüret ettikleri için de dışlanmışlardı. Kürt sorununun çözümü için ya da parasız eğitim gibi başka taleplerle sokaklarda ve meydanlarda siyaset yaptıkları için, katıldıkları mitingler, basın açıklamaları ve toplantılar delil gösterilerek aylardır tutuklu olarak yargılanıyorlardı.
"Sakıncalı" zamanlarda "sakıncalı" konularda siyaset yaptığı için yargılananlar yalnızca kadınlar değil elbette. Fakat erkeklerden farklı olarak, siyaset yapmak için sokağa çıkan kadınlar, yalnızca ceza kanunlarıyla değil, ahlak yasalarıyla da yargılanıyorlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hopa'da Metin Lokumcu'nun ölümü üzerine yapılan protestolara katılan ve polisin müdahalesi üzerine kalçası kırılan Dilşat Aktaş'tan "kız mı kadın mı?" diye bahsederken bize bunu hatırlatıyordu.
Polis şiddetiyle bebeğini düşüren kadının gördüğü şiddetin vahametiyle değil de, onun yaşıyla, hamileliğiyle ve hamile bir kadın olarak eylemdeki varlığıyla ilgilenen siyasetçi ve gazeteciler de...
Bizi gecelerden ve sokaklardan dışlamak için, kadınları "terörist ya da terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen" olarak etiketleyen ceza yasalarıyla, "hak ettiğini bulan, ahlaksız, kötü kadınlar" yapan ahlak yasaları birlikte çalışıyorlar. Bu yüzden geceleri, sokakları ve meydanları istemek, her iki yasaya da karşı çıkmak anlamına geliyor. (ED/ÇT)