Bu yazının konusu “bianet'te stajyer olmak”, en azından öyle olmasını umut ediyorum, bakalım nereye gidecek.
Yazıyı bir hafta gecikmeli kaleme alarak güya bu bir hafta boyunca ne yazmam gerektiğini çok düşündüm, çok tarttım, gene de fikirlerimden tatmin olamadım. Anlayacağınız bianet ve şu bir aylık stajımı kaleme almak çok sevdiğin bir hocanın final ödevine yazacağın yazının hiçbir şekilde seni tatmin etmemesi sendromuna sürükledi beni. Affet beni Haluk...
Biraz gerilere gideyim; gaz ve toz bulutu zamanlarına.
Haziran 2013, Ankara direniyor. Gaz, fişek, akrep ve tomalardan götüm götüm kaçmak yerini parklarda toplanmalara bırakmış. Çaldıran Parkı'na gidiyoruz. Ethem için, onun adını bir parkta yaşatmak için uğraşıyoruz. Parktaki ilk toplanmaya dair izlenimlerimi kendimce kaleme almışım, arkadaşa okutuyorum, “neden bianet'e yollamıyorsun?” diye aklıma düşmüş en güzel kurda sebep oluyor. Açıyorum bianet'in künyesini, editörlerden ismini en çok beğendiğime, Çiçek'e yolluyorum, on beş dakika sonra bana haberin linkini yolluyor, karşılıklı teşekkürleşiyoruz. Diyorum “ismi gibi çiçek bir insan.”
Ekim başı yolum İstanbul'a düşüyor. Çukurcuma'ya Masumiyet Müzesi'ne gidiyorum, ajandamda da bianet'in adresi yazılı. O kadar dibine gelmişken bir cesaret Faik Paşa Apartmanın önünde buluyorum kendimi. Hem apartman hem de ofis kapısı açık şansıma. Patdadanak içeri giriyorum, “merhaba, ben staj için konuşmaya gelmiştim.”
Ekin, Haluk'u işaret ediyor. Geçip yanına oturuyorum, “anlat kimsin”, “hmm Bilkent”, “paralı mı burslu mu?”, “sen de biraz delilik var galiba, böyle çat kapı ben staja geldim diyorsun Ankara'dan”. “Yolum buraya düşmüşken e-posta atmayı samimiyetsiz buldum” deyip puan toplamaya çalışıyorum. “Tamam, Ocak'a doğru bir kez daha haberleşelim” diyor ve kabul ediliyorum. Eteklerimde zil çala çala ayrılıyorum oradan, üç ay sonra gelmek üzere.
Ocak başı tası tarağı toplayıp bir aylığına geliyorum İstanbul'a. İlk gün şahane, Yüce Abi ofise gelir gelmez yeni olduğumu fark ediyor, ayaküstü muhabbet ediyoruz. Öğle yemeği vakti gelmiş, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, Korcan ve Yüce Abi'nin peşine takılıyorum, sımsıcacık bir kış güneşi var, kahve almaya gidiyoruz, Yüce Abi kahveye de yemeklere de para ödetmiyor, stajyerin halinden anlayan editör, gene mutluluktan içimde kelebekler. Hani ilk gün hep zordur ya, bianet için tam tersi geçerli, net.
bianet, güzel insanların buluşma noktası, benim için en kısa tanımı bu.
Uzun uzadıya anlatmam gerekse ortaya kaç kelimelik bir yazı çıkar bilemiyorum. Öncelikle ilgilendiğim şeylere dair haber yapma özgürlüğünü ve imkanını sağladığı için ne kadar teşekkür etsem az. Gündüz Vassaf, Reha Erdem, Hrant Dink anması, Tarih Vakfı, Barış İçin Kadın Girişimi, Halide Edib anması, Ferahfeza'nın yönetmeni Elif Refiğ ile söyleşi, daha ne olsun.
Sonra... Sonrası çok işte; Cumartesi Anneleri haberi en bariz örneği olsa gerek, bu alanda staj yapan herhangi birinin deneyimleyebileceği en mühim haberlerden biri. Bu yolda devam edeceksem sulu gözlü olmaktan çok sesimi yükseltmem gerektiği bir kez daha tokat gibi yüzüme çarpılıyor.
Veee yüreği geniş, emeği bol, sohbeti tatlı güzel adam ve kadınlarla tanışıyorum, ve çok güzel arkadaşlarım oluyor, sağolun.
Keşke Ankara'ya dönmek üzere hastalanmasaydım da son günümde gelip her birinize ayrı ayrı hoşçakal diyebilseydim, “görüşmek üzere!” Laf olsun diye değil, İstanbul'a artık bir günlüğüne de gelsem ilk adresim bianet, gelip bir çayınızı içmeden olmaz. Habire kağıt bardak harcamayayım diye aldığım kupayı da o yüzden bıraktım diyelim :)
Bir de partide içtiğim şarapları helal edin.
Ankara'dan selamlar, sevgiler...
Ve yeni haberler umuduyla... (PÇ/ÇT)