Bir ülkenin politik iklimi yaşamaya ne kadar elverişli ise sağlıklı ve yeterli bir gıda üretimi de ancak o kadar mümkün. Yani mesele “tarladan çatala” değil “politik iklimden çatala” gıda güvenliğini sağlayabilmek. Politik iklim zehirliyse gıdalar da bundan nasibini alıyor.
Politik sorunlarımız öyle can yakıcı ki gündelik hayatın içinde sessiz sedasız gerçekleşen ama zararları hepimize dokunacak değişiklikleri konuşmaya ne fırsat ve ne de istek kalıyor.
Savaşın yıktığı bir kenti, güçleri yettiğince yeniden onarmak, yeşertmek için yola çıkan gencecik insanlar Suruç’ta hayatını kaybetmişken gıda politikaları hakkında konuşmak anlamsız geliyor. Ama siyasal iktidar gıda üretimi ve sağlıklı beslenme açısından önemli sorunlar doğuracak değişikliklere imza atmaktan hiç hız kesmiyor. Bir yerlere not düşmek de bir gereklilik.
Biyogüvenlik Kurulu’nun değişen kararı
Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)’lara ithalat izni veren Biyogüvenlik Kurulu anlaşılması çok zor bir karara imza attı geçtiğimiz hafta.
Kurul, 26 Mart 2012 tarihinde yaptığı toplantıda üç yıl önce “zararlı” olduğu gerekçesiyle ithalat izni vermediği GDO’lu üç mısır genine bu kez “zararlı değil” diye ithalat izni verdi. Karar, Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) ve Yumurta Üreticileri Merkez Birliği’nin (YUM-BİR) müracaatı üzerine alındı.
Biyogüvenlik Kurulu’nun kararı 16 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Gıda güvenliği söz konusu olduğunda, yıllarca zararsız olduğu iddia edilen bir şeyi “yeni bulgular ışığında” zararlı olarak nitelemek daha sık rastlanan bir durumdu. Yani, şimdi tam tersi bir durum söz konusu.
Biyogüvenlik Kurulu “Üç yıl önce zararlı olduğu gerekçesiyle ithalat izni vermediği GDO’lu ürünlere şimdi neden izin verdiği?” sorusuna yanıt vermeli.
Etiketleme Yönetmeliği değişmeli
Bir açıklama yapılıp yapılmayacağını ya da alınan kararın hangi gerekçelerle savunulacağını bilmiyoruz. Ancak bu gerekçelerin ne olacağı üzerinde durmak anlamsız. Yem sanayisinde kullanılan mısır ve soya için büyük bir üretim potansiyelimiz var.
Dolayısıyla GDO’lu ürünlerin ithalatını düzenlemektense tarımda kendine yeterlilik düzeyimizi artırmaya çalışmak daha doğru bir politika olurdu.
Ancak bu yapılmıyor. Dolayısıyla yapılacak açıklamalara bel bağlamamak ve bu konuyu kamu nezdinde daha görünür kılacak değişiklikleri sağlamaya çalışmak şimdilik daha akıllıca.
Türkiye'de üretilen et, süt ve yumurta ürünlerinin etiketlerinde bu ürünlerin GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilip edilmediğine yönelik bir bilgiye yer verilmiyor.
Etiket yönetmeliğinde bir değişikliğe gidilerek GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiketinde bu bilgiye yer verilmesi artık bir gereklilik. Sadece bu değişiklik bile tartışmaya daha kamusal bir karakter kazandıracak.
Sağlıklı beslenme sadece uzmanların eline bırakılamayacak kadar önemli. Ne yediğini ya da yediğinin içinde ne olduğunu bilmek herkesin hakkı.
Gıda Mili Konuya bir başka açıdan bakıldığında Binlerce kilometre uzaktan getirilen gıda ürünleri, gerçekten ihtiyaç duyulduğu zamanlar bir tarafa bırakılırsa iki şeye yol açıyor: Gıda konusunda kendine yeterlik durumunun aşınmasına ve denizaşırı veya kıtalar arası gıda ticaretinin yol açtığı doğa tahribatına. İnsan ve çevre sağlığı ile ilgili her türlü kısıtlama küresel ticaretin önünde işi yavaşlatan bir engel olarak görülüyor. Gıda mesafesi kavramı küresel gıda ticaretinin olumsuz çevresel etkilerini değerlendirmek için bir yaklaşım sunuyor. Bir gıda maddesinin tarladan veya çiftlikten sofralarımıza ulaşana kadar geçen süreçte kat ettiği toplam mesafe gıda mili olarak adlandırılıyor. Gıdalar ne kadar uzaktan sofralarımıza geliyorsa küresel ısınma ve çevre kirliliği sorunlarına da o oranda olumsuz etki yapıyor. Mesafeler arttıkça gıda maddesini muhafaza etmek, taşımak vs için daha fazla enerji ve sarf malzemesi kullanmak gerekiyor. Haliyle daha fazla atık madde açığa çıkıyor. Bazen bir markete girip alınan herhangi bir gıda maddesini üretmek için, yedi sekiz farklı ülkeden temin edilen ve on binlerce kilometre uzaktan taşınmış çeşitli hammaddeler kullanılabiliyor. Basitçe söylemek gerekirse: Marketten aldığınız o ürünü yiyerek ihtiyacınız olan bir kaç yüz kaloriyi sağlamak için, bütün bir üretim-tüketim süreci boyunca milyonlarca kalori harcanıyor. Sistem böyle mantıksız işliyor. Günümüz gıda üretiminde taraflar artık çok net: Bir yanda kendine yeterlilik odağında var olmaya çalışan gıda üreticileri, diğer yanda ise hiçbir engel ve kurala takılmak istemeyen dev tarım şirketleri. |
Katja Gauriloff‘un yönetmenliğini yaptığı 2012 yapımı “Konserve Düşler” isimli film uluslararası gıda ticaretinin hem ekolojik ve hem de toplumsal hayatta yol açtığı tahripkâr süreci çok güzel anlatıyor. |
(BŞ/EKN)