Aydınlık çehresini gördüğünüz andan itibaren sizi aurasının tesiri altına alan bir belgesel kahramanıyla karşı karşıyasınız. Tanındığı adıyla Aluş, memleketi çok uzun süredir saldırı altında olmasına rağmen gülümsemeyi başaran, bilhassa çocuklara acılarını unutturmayı bilen bir mutluluk pınarı.
Resmî kimliğiyle palyaçomuz Alâ Mekdad aynı zamanda güzel eşiyle sahip olduğu iki çocuğun babası; yaşlı ebeveyninin, kız kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenen çalışkan ve becerikli bir cüce.
Üstelik onlarla tanıştığımız dönem, Gazze’nin İsrail tarafından yerle bir edimesiyle Refah’ın kıyı şeridinde çadırda yaşadıkları zor zamanlar. Optimist Aluş bulaşıcı enerjisiyle sağa sola koştururken acımasız düşmanın silahlarıyla öldürülme korkusunu bir tarafa bırakarak ailece soğuktan, açlıktan, hastalıktan ölmemek için kıyasıya bir mücadelenin içine giriyor.
Gazze’nin Palyaçosu (The Clown of Gaza) adlı belgesel bizi Filistin trajedisiyle bir kez daha yüzleştiriyor.
İsrail’in ifa etmekle halen meşgul olduğu soykırımda, direnişin asla bitmeyeceğinin bir ispatı olarak yönetmen Abdurrahman Sabah’ın filmi insana ümit aşılıyor. 2025 Fransa, Filistin, Katar ortak yapımı 63 dakikalık belgesel dünya prömiyerini Amman Uluslararası Film Festivalinde gerçekleştirmiş, IDFA ve Kartaca Sinema Günlerine iştirak ettikten sonra Torino Film Festivalinde Gandi’nin Gözlükleri ödülüne layık görülmüştü.
Duygu sömürüsüne fazlasıyla elverişli bir dinamikle karşı karşıya olsak da şirin belgeselin yaratıcıları meseleye mümkün olduğunca dramatik yaklaşmamayı, lakin kahramanlarını ellerinden geldiğince yüceltmeyi, meseleyi olabildiğince objektif ve pragmatik şekilde yansıtmayı başarıyorlar.
Her durumda optimist
Fiziksel özelliklerinden dolayı Aluş’un belirli bir yaştan itibaren “farklı” olmanın ceremesini çektiğini idrak ediyoruz. Sınıftaki diğer çocukların bedensel olarak büyüyüp geliştiklerini izlerken neden herkes gibi olamadığını anlamakta zorlanması ve akabinde kendisiyle alay edilmesi, kötü muamele görüp hırpalanması Aluş’un kısa zamanda ayrıksı biri olarak olgunlaşmasına yol açmış. Hayata farklı bir noktadan, belirli bir felsefeyle bakmaya başlamasıyla psikolojik gücünü pekiştirmiş ve iyimserliğiyle başkalarına da tesir edebileceğini idrak etmiş.
Hatta belgeselde yansıtıldığı kadarıyla Aluş’un bir lidere dönüştüğünü bile söyleyebiliriz. Bize çadırlarının avlusunda aile fertlerini tek tek tanıştırırken bir performans sanatçısı misali hiç zorlanmıyor, görevini neşe ve coşkuyla ifa ediyor. Ya onlara tek tek kahve ikram etmesine ne demeli?
Annesi ve babasının yanı sıra, bilhassa eşi ve kız kardeşlerinin kamera karşısındaki çekingenliği, belgesel sanatının hakikati yakalama açısından ne kadar değerli olduğunu bir kez daha seyirciye ispat ediyor.

Lakin filmin zorlu çekim süreci yüzünden uzun sekanslar yerine ihtimamla montajlanmış kısa kısa sahneler çoğunluğu oluşturuyor. Zaten kahramanlarımızın her an bir saldırıya maruz kalabileceklerinin gerginliğiyle belgeseli izliyoruz. Mesela Aluş’u çarşıda alışveriş sırasında takip ederken tepesinden gümbürtüyle geçmekte olan lanet bir savaş uçağı, hayatın ve filmin akıcılığına kısa süreliğine de olsa gayet rahatsız edici bir müdahalede bulunmuş oluyor.
Filmin çocukları eğlendiren bir palyaço hakkında olması sebebiyle sanki seyirciyi zorlayıcı sekanslara yer verilmeyerek mümkün olduğunca “sevecen” bir atmosfer yaratılmaya çalışılıyor. Fakat Aluş, bilhassa evlerini terk ederek Refah’a doğru yürüyerek yol aldıkları süreçten bazı anekdotları anlatmadan edemiyor. Bir anda biz de kendimizi yanmış, uzuvları kopmuş ölü insan bedenlerinin yanından geçerken, uzun yürüyüş sırasında düşen ve zor durumda olan Filistinlilere yardım etmenin İsrail askerleri tarafından yasaklandığı acımasızlığın ortasında buluyoruz. Yaşlı ve hasta annesinin tekerlekli sandalyesini itmekte olan adamın nişancı tarafından öldürülmesinden sonra aynı görevi üstlenmeye girişen kişinin de vurulması Aluş gibi orada bulunanları çok zor bir karar verme mecburiyetinde bırakıyor.

Kızı doktor olacak
15 ay süren karabasan, ateşkes ilanıyla sona erer gibi olsa da Aluş ve ailesinin 12 kilometrelik geri dönüş yürüyüşü de tahmin edilebileceği gibi kolay olmuyor. Evlerine avdet sırasında akıllarına en kötü senaryoların gelmesine yol açan birbirlerini kaybetmeleri ve sonra tekrar bulmaları, çoktan özümsediğimiz kahramanlarımızla özdeşleşmemizi derinleştiriyor.
Filistin’de bir sağlık durumu olarak akondroplazinin özel şartları resmen çerçeve içine alınmadığı için Aluş örselense de, kösteklense de hayata sımsıkı tutunuyor. Bütün Filistinliler gibi defalarca yıkılmasına rağmen tekrar tekrar ayağa kalkıyor. Gazze’deki evlerine döndüklerinde Aluş ve ailesi ölmüş kaplumbağalarının boş kabuğunu, güvercin ve tavuklarının sadece kemiklerini buluyorlar. Pikaçu ve Sünger Bob’un parçalanmış halleri de mazide kalmış nispeten mutlu günlerin hüzünlü bir hatırası olsa da, Aluş ve ailesi yaşama tekrar bağlanma enerjisini esasen evin terasında canlı kalmış bitkilerden almaya muvaffak olup bize de gene bir hayat dersi veriyorlar.

Aluş’un kız evladı Eline babası gibi palyaço olmaya hevesleniyordur. Gazze’de bir çocuk hastanesine yaptıkları ziyarette de babasının performanslarına katılarak bazıları ağır yaralı çocukları neşelendirme, unuttukları mutluluklarını hatırlatma çabalarına iştirak ediyor. Lakin Aluş mesleğinin zorluklarını gayet iyi bildiğinden kızının hayallerini yıkmamaya ihtimam göstererek onun günün birinde doktor olmasını dilediğini ifade ediyor.
Aluş’u takdir etmemek, hayran olmamak, sevmemek ne mümkün!
(RL/HA)







