Evimizde uyuyorduk, güvenlik hissimizin paramparça olmak üzere olduğunun farkında değildik.
Bir ekim sabahı saat 5 sularında komşularımızdan biri bir telefon aldı. Arayan kişi, İsrail ordusundan olduğunu iddia ediyor ve Gazze'nin merkezindeki Ez-Zehra'da bulunan bölgemizin derhal boşaltılmasını emrediyordu.
Komşularımız telaş içinde birbirlerinin kapılarını çaldılar.
Ancak nedense bizim kapımızın çalındığını duymadık, sanki unutulmuş gibiydik.
Ben yine de aynı saatlerde uyandım, tahliye için bize sadece 15 dakika verildiğini öğrendim.
"Ne yapacağız?" diye babama sordum, "Nereye gideceğiz?"
Dehşete kapılmıştım.
Bu evde 22 yıldan fazla bir süredir yaşıyordum.
Aniden terk etmemiz söyleniyordu.
Babamın yüzüne baktım, hüzünle doluydu.
Evimize çok emek vermişti.
Kardeşlerimi uyandırmamı söyledi.
Aceleyle merdivenlerden indik. Etraf, kulelerden* kaçan insanlarla doluydu.
İzdiham, her yeri kaplayan korku iklimine ekstra bir stres katmanı eklemişti.
Annem küçük kız kardeşimi kucaklamış, üşümemesini sağlamaya çalışıyordu.
Çok geçmeden İsrailliler bizim yaşadığımız yerin karşısındaki binaya bir füze fırlattı.
Çocuklar yüksek sesli ağlıyordu.
Hayatımın en kötü günüymüş gibi hissediyordum.
Evsiz
Ez-Zehra'yı arkamızda bırakarak kaçtık. O güzelim yer bir enkaz yığınına dönmüştü.
İsrail'in bombardımanı tüm gün devam etti. Ben dahil birçoğumuzun büyüdüğü binalar yok olmuştu.
Evsiz kalmıştık.
400 dolar değerinde bir çadır bulduk.
Babamın bunu karşılamaya gücü yetmedi. Bu yüzden annem, kardeşlerim ve ben elimizdeki azıcık parayı birleştirdik.
O parayla çadırı satın aldık.
Kıyafetlerimiz, mutfak eşyalarımız ya da diğer temel ihtiyaçlarımızı almadan kaçmıştık. Yatacak bir yatağımız bile yoktu.
Çadırdaki ilk gecemde çıplak kumun üzerinde uyudum.
Yağmur, çadırımıza kurşun gibi çarpıyordu. Çok üşüyorduk.
Ertesi gün, altımız arasında paylaştırmak üzere üç yatak ve üç battaniye aldık.
Kız kardeşim Rimas yalnızca 13 yaşındaydı. Birbirimizi sıcak tutabilmek için ona yakın yattım.
Yuvamızdan edilmemizin üçüncü gününde iki tabak, iki kaşık ve iki bardak aldık. Yetersiz eşyalarımıza bir ya da iki eşya eklemeye devam ettik.
Mahremiyet tümüyle ortadan kalkmıştı. Çok fazla gürültü vardı bu yüzden dinlenmek imkansızdı.
Kardeşlerimden biri hastalandığında hepimiz hastalanıyorduk.
Kıyafetlerinizi değiştirmek için biraz alan istediğinizde, diğer herkesin çadırdan çıkmasını istemek zorundaydınız.
Her sabah su kaplarını doldurmak için sıraya girer, sonra ekmek almak için en az dört saat kuyrukta beklerdim.
Bu savaşı ‘kuyruklar savaşı’ olarak adlandırmaya başladım.
Hayat bu şekilde devam ederken bir gün durdu.
İsrail, 27 Mart’ta çadırımızın çok yakınındaki bir bölgeyi bombaladı.
Panikledik ve kendimizi korumak için yere yattık. Herkes panik içerisindeydi.
Annem yaralı olup olmadığımızı kontrol ediyordu. Yaralanmamıştık.
Ama yanı başımızdaki çadırda yaşayan komşumuz Um Mesud yerde yatıyordu. Şarapnel kafasını delip geçmişti.
"Annemi öldürdüler" dedi 17 yaşındaki tek oğlu Mesud. "Annem bunu hak edecek ne yaptı?"
Çadırlarına doğru koştum, her yer kanla kaplanmıştı.
Um Mesud'u gördüğümde tek bir şey düşünebildim: Ben ya da ailemden bir başkası da bu saldırıda öldürülmüş olabilirdi.
Bir sonraki Um Mesud olabilirdik.
Bu saldırı Gazze'nin güneyindeki Refah'ta gerçekleşmişti.
İsrail bir süredir Refah'a yönelik büyük bir saldırı tehdidinde bulunuyor. İsrail bu tehdidini gerçekleştirirse her şey daha ne kadar kötü hale gelecek?
Her gün savaşın yakında biteceğini umarak uyanıyoruz. Ne zaman sona erecek?
*Gazze’deki ‘Ez-Zehra kuleleri’ (Al-Zahra towers) adlı konut kompleksi, 19 Ekim 2023’te İsrail savaş uçakları tarafından yerle bir edildi.
(TK/VC)