Arjantin'in yaptığı, sadece Türkiye'ye Şubat krizi sonrası giydirilen deli gömleğini reddetmektir. Türkiye'de yapılan ise , "Biz giydik, onlar niye giymedi ki?"saflığında ve süfliliğindeki bir sorgulamadır.
Türkiye, başına gelen onca felakete rağmen IMF ile hesaplaşmayı göze alamadı.
Oysa, eğri oturup doğru konuşalım: Kasım 2000'de patlak veren finansal kriz, 2000 yılının ilk 11 ayına damgasını vurmuş bulunan IMF patentli "enflasyonla mücadele programı"ndan , hatta, evet bizzat IMF'den kaynaklandı.
Türkiye'nin yapamadığı
Aslında, Şubat 2001'de Türkiye'nin yapamadığını yapıyor Arjantin.
Yaşadığımız kriz Türkiye toplumuna çok büyük bedel ödetti ve ödettirecek. Ama Türkiye, IMF ile hesaplaşmayı henüz göze alamadı. Yüzde 100 haklı olduğu bir "kaza"nın asıl sorumlusunu dünya kamuoyuna afişe edemedi. Filmi 1 yıl önceye sarıp, başımıza örülen çorabı hatırlayalım.
2000 IMF programı,büyük boyutlu sermaye giriş-çıkış dalgalanmaları karşısında para politikasını devre-dışı bırakan "katı kurallara" sahipti. IMF, bu konuda çok tavizsizdi.
2000'in IMF politikası, önce yüksek boyutlu sermaye girişlerinin sürüklediği kontrolsüz bir iç talep patlamasına yol açtı. TL'nin reel değerlenmesinin de katkısıyla, sürdürülemez bir cari açık ortaya çıktı.
Bu da anında sermaye kaçışlarına ve sonunda banka sistemini krize sürükleyen bir finansal kargaşaya yol açtı. IMF, Kasım krizinde kuruyan finansal piyasaya likidite sağlamak isteyen Merkez Bankası'nın elini tuttu ve bunda inat etti.
IMF'nin bu "inadı", Türkiye'ye bugün yaşadığı ve sadece 2001 için toplamı 130 milyar doları bulan krize mal oldu. 2002'nin faturası ise ayrı...
Erçel: IMF'nin hatası
IMF'nin felaketimizi hazırlayan hatasını, 2000 programını IMF ile birlikte hazırlayıp Şubat 2001 krizine kadar götüren Merkez Bankası eski Başkanı Gazi Erçel de teslim ediyor.
Erçel, 26 Aralık 2000 tarihli Dünya gazetesinde yer alan makalesinde, piyasada olumlu bir hava estiğine işaret ediyor ve bu rüzgarı, 11 Eylül sonrası değişen ABD yaklaşımına, bir yandan da IMF'nin vazgeçtiği "inadına" bağlıyor.
Şöyle diyor Erçel:
"* IMF, verdiği kredilerin TL karşılıklarının Hazinece kullanılmayacağı şeklindeki 2000 yılı programında esirgediği inadından vazgeçti.
* Hazine'ye bu olanağı tanıdı. IMF inadının kırılması sonucu Merkez Bankası Hazine'ye Mart-Kasım 2001 ayları arasındaki dönemde 32 katrilyon TL imkan sağladı...
* Hazine bu imkanı kamu bankaları ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki bankaların açıklarının kapatılmasında kullanarak bankacılık sektöründeki finansal sorunların büyük çoğunluğunu halletti.
* Merkezi Bankası'nca (MB) sağlanan bu 32 katrilyon TL olmasa idi, bankacılıktaki sorunlar nasıl çözülürdü sorusunu akıldan geçirmek bile korkutucu olurdu. "
Özel bankalara süper rantlar
Hatırayalım: Kamu bankaları sorunu Kasım krizinin, dolayısıyla geçen programın en kırılgan yanıydı. Ufak bir sarsıntı ile kırıldı ve program da çöktü.
2000 programı başlamadan önce kamu bankalarının görev zararları 10 katrilyon TL'yi aşıyordu. IMF, bu durumu göz ardı etti. Zaten, IMF'nin bu boyutta bir zararla ilgilenmeyerek, başka kırılganlıkları da göz ardı ederek, program başlatması başlı başına büyük gafletti!
Mart 2000'e gelindiğinde kamu bankalarının kısa vadeli borçlanma 6,4 katrilyon TL'ye çıktı. Yani riskler yükselirken, Hazine ve MB seyretti. IMF de umursamadı.
Kamu bankalarının görev zararını karşıladığı maliyetin Hazine'nin borçlanma maliyetine oranı 15 Aralık 1999'da yüzde 47 iken IMF'nin inadı sayesinde 28 Şubat 2001'de yüzde 333'e yükseldi.
Böylece, kamu bankalarına para satan büyük özel bankalar aylarca hem yüksek faizli, hem garantili, hem de likit (gecelik) süper rantlar kazandılar.
İki kriz boyunca yaratılan 3,5 katrilyon zarar , yani o dönemin kuruyla 5 milyar dolar belli holding bankalarına, kişisel rantçılara ödendi . Bu ihanetten ötedir.
Vurguncular banka bilançolarında
Hazine'ye bono karşılığı borç veren Demirbank gibi bankalar batarken, onun bankalarına gecelik para veren büyük holding bankaları köşeyi döndü. Hem de IMF talimatıyla faizler yüzde 1000'lere ulaştırılarak!... Bu bankaların hangileri olduğunu anlamak zor değil. 2000 ve 2001'de banka bilançolarına bakarak anlarsınız vurguncuları...
Kısaca hatırlayalım, Kasım krizinde ne olmuştu? Ülkeden sıcak para çıkarken, bazı bankalar likidite sıkıntısına düşmüşler ve Merkez Bankası (MB) bu likiditeyi sağlamaya uğraşırken, IMF devreye girmiş, Gazi Erçel'in ifadesiyle keçi gibi inatçılık yapmış ve "verirsen, ek rezerv kolaylığından yararlandırmam" demişti. Faizler de haliyle yüzde binlere uçmuş gitmiş, ama bir süre sonra MB kasasına 10 milyar dolar girmişti.
Sonrasında piyasalardaki gerginlik sürmüş, ilk siyasi krizde döviz talebi oluşmuş, devalüasyondan kaçınılamamıştı.
Oysa şimdi IMF, kamu bankalarına likidite vermenin yolunu ardına kadar açmış, yine Erçel'in yazdıklarına göre. 32 katrilyon TL'ye çıkarmış bulunuyor. Tabii kur dalgalı hale geldikten sonra. Ancak monetize edilen bu zararlar enflasyonu ve döviz kurunu da olmadık yerlere yükselterek...
Kur ve Programın kurtuluşu
IMF, 15 milyar doları Kasım 2000'de kamu bankaları için verseydi, acaba hem kur, hem de program kurtulmaz mıydı?
Kur sabitken yapılamayan operasyon dalgalı bırakılınca yapıldı. Ancak ekonomi ciddi yara aldı. Bu arada bazı bankalar ve para-sermaye sahibi rantiyeler milyarlarca dolar kazanç sağladılar.
Yeni asrımızın en güncel büyük vurgununun en yakın şahidi Gazi Erçel'dir. Erçel, bence daha çok konuşmalı, yazmalı.
Bize ve dünyaya IMF'yi anlatmalı. Bu krizde IMF'nin, onun bürokratlarının saçmalıklarını ortaya sermeli.
IMF inadından hangi bankaların ne kadar vurgun vurduğunu anlatmalı. Dalgalı kura geçişin ilk sinyallerini alan bankaların, firmaların, politikacıların, hatırlı şahsiyetlerin kimler olduğunu, TL'den dolara geçişle bir gecede ne kadar kazandıklarını ve bu içeriden bilgilenmenin ne kadar haksız gelir transferine neden olduğunu anlatmalı.
Erçel'in tarihi sorumluluğu
Bu Erçel'in tarihi sorumluluğudur. Türkiye toplumuna karşı sorumluluğudur.
Türkiye'nin krize sürüklenmesinde IMF'nin ağır sorumluluğunu, Türkiye'yi yönetenler karşı tarafa ve uluslararası kamuoyuna aktarma cesareti gösterebilseydi, bir "IMF inadı"nın nasıl faizleri fahiş noktalara çektiğini, bunun nasıl bir güven krizi yarattığını anlatabilseydi, krizin maliyetinin dış finans çevrelerince de paylaşılması mümkün olurdu.
Ve Türkiye 2001 yılının aile başına 8 bin doları bulan ağır koşullarına sürüklenmekten belli ölçülerde kurtulabilirdi.
Ama bu yola gidilmedi, tersine, dış dünyaya "biz suçluyuz" sloganı ile çıkıldı. Ve 2001 yılı boyunca ekonominin sorumluluğunu üstlenen Bakan Kemal Derviş'in tek işlevi, IMF kredileri karşılığında Türkiye'den talep edilen koşulları "başka çözüm yok" mesajı ile hükümete aktarmak oldu.
Özetle, dumanlı havada vurgun yapan bankalar IMF'ye çok şey borçlular. İkinci Dünya Savaşı koşullarının alacakaranlığında karaborsadan ve yokluktan büyük fahiş karlar sağlayanlara, dönemin hükümeti Varlık Vergisi'ni uygun gördü.
Fahiş karları Varlık Vergisi ile kamuya yeniden mal etme yolunu seçti. Uygulamada şu ya da bu hatalar olabilir ama gerekçe ve yaklaşım yerden göğe haklıydı.
Şimdi bu kadar vahşi bir vurgun gözümüzün önünde. Bu vurguna IMF çanak tutmuş, vuran da vurmuş.
Yanlarına kar mı kalacak?
Gazi Bey vicdanının sesine daha çok kulak vermeli. Olan bitenleri anlatmalı. Anlatmayarak neyi kurtaracak? Türkiye hiç mi hesap sormayacak?
Bu, geçmişe dönük bir hesaplaşma, bir rövanş meselesi midir? Hayır. Bu, gelecekle ilgili bir gündemdir. Çünkü Türkiye, estirilen bütün pembe rüzgarlara rağmen, IMF ve onun hık deyicileri tarafından yeni bir kaosa sürükleniyor, bu biline...
Nereye gidiyoruz?
Şu anda izlenen makroekonomik önlemlerle döviz kurunun ve faiz hadlerinin düşük düzeylerde istikrar bulması isteniyor ve bunun ithalat ve kredi talebi büyük boyutlarda daraltılarak gerçekleşeceği düşünülüyor.
Bu talep daralmasını yaratabilecek tek etkili araç olarak da kamu maliyesinin giderek artan boyutlarda faiz dışı fazla yaratacak biçimde baskı altında tutulması görülüyor. Bu, açıkçası, hastayı bitkisel hayata geçirerek ateşini düşürmeye benziyor.
Bugünlerde izlenen IMF patentli reçetenin uzunca bir süre daha sürdürülmesi savunuluyor. Bu, dış ve iç borçların sadece döndürülmesini değil, hafifletilmesini (yani borç stokunun küçültülmesini) de ödemeler bilançosunda cari işlem fazlası ile, kamu maliyesinde ise faiz dışı fazla yaratarak gerçekleştirmek çabası anlamına geliyor.
IMF kredileri, bu operasyon sırasında rezervleri geçici olarak takviye etmenin ve siyasi iktidarla piyasaları afyonlayarak moral pompalama ötesinde bir işlev içermiyor.
Türkiye'de 2002 içinde de sürdürüleceği anlaşılan bu yöneliş, Prof. Korkut Boratav'ın deyişiyle toplumsal bir cinayete tam teşebbüstür ve bu yaklaşımın insafsızlığına karşı suskun kalmak bir suç ortaklığıdır.
Gazi Erçel, IMF'yi anlatmalı, Türkiye hesap sormalıdır!.... (MS/NM)