Dicle Haber Ajansı muhabiri Nedim Türfent’in Yüksekova’da sokağa çıkma yasakları sırasında yaptığı bir haberde, gözaltına alınan yurttaşları “Türk’ün gücünü göreceksiniz” diye tehdit edenler, meğer onurlu gazeteciliğin gücünden ne kadar da ürküyormuş.
Bir gazeteciyi susturmak ve yaptığı haberlerden dolayı cezalandırmak için emniyetinden yargısına kadar seferber olunduğunu bir düşünün. Ortada herhangi bir delil olmadığı halde bir çırpıda onun üzerinde tanık ifadesi üretildiğini. Tanıklar gördükleri işkenceyi itiraf edince, bu kez yeni ifadelerin ve bir de gizli tanığın dosyaya eklendiğini. Yeni tanıklar da işkenceye maruz kaldıklarını söyleyince, savcı ve hakimin, mahkeme huzurunda verilen ifadeleri kale almayıp, yargılama boyunca ayan beyan kurmaca olduğu ispatlanan emniyet fezlekesine dayanarak hüküm verdiğini… İşte size Nedim Türfent’in yargılamasının kısa bir özeti.
Nedim Türfent, 15 Aralık’ta Hakkari 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın beşinci duruşmasında “örgüt üyeliği”nden tam 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. 19 aydır süren uzun tutukluluğunun da temyiz süreci boyunca devamına hükmedildi. Oysa mahkemede dinlenen 21 tanıktan 19’u, emniyetteki ifadelerinin işkence ve baskı altında alındığını itiraf etti. Tanıkların hepsi Türfent’i ya tanımadıklarını ya da gazeteci olarak bildiklerini söyledi. Türfent’in avukatları ise aleyhte ifade veren tek tanığın beyanlarının çelişkili olduğuna dair somut belgeler sundu. Tanığın psikolojik durumuyla ilgili de bir değerlendirme istedi. Ama nafile… Mahkeme heyeti, iddiaların birer birer çürütüldüğünü görmezden gelerek sanki aylarca süren bu dava hiç olmamış gibi davrandı. Türfent’in de savunmasında söylediği üzere, “madem tanıkların mahkeme huzurundaki beyanları geçerli değilse, neden beş celsedir yargılama yapıldı?”
Aslında Hakkari’deki son duruşma öncesinde hem Türfent’in ailesi hem de bizler meslektaşları olarak bir hayli umutluyduk. Yüksek sesle itiraf etmek istemiyorduk ama yine de iyimserdik. Fezlekedeki tüm ifadeler çürütülmüştü. Ayrıca Türfent’in sosyal medya üzerinden tehditler aldığı ortaya konmuştu. Gözaltına alındığında polis tarafından önce ölümle, ardından da “20 sene dışarı çıkmayacağı” bir dosyaya maruz bırakılmakla tehdit edildiğini de anlatmıştı. Savunmanın eli bundan güçlü olamazdı. Derhal tahliye edilmesi, değil üyelik, propagandadan da beraat etmesi gerekirdi. Hatta bırakın beraat etmesini, emniyete soruşturma açılmasını dahi gerektirecek deliller mevcuttu. Belki emniyet-yargı işbirliğini biraz hafife alıyorduk ya, hukukun uygulanması en azından tutukluluğun son bulması için pekala yeterliydi. Yargı mensuplarının ilkeli olabileceğini varsaydık. Yanıldık.
Kararın ardından Türfent’in avukatı Harika Karataş tepkisini “Türk’ün gücünü göstereceğiz demişlerdi. Gerçekten de gösterdiler: İşkenceyi akladılar; gazeteciliği suç saydılar” diyerek dile getirdi. Bu topraklarda “güçten” kasıt, daima zulmeden, karşısındakine zarar verme tehdidi barındıran, koşulsuz itaat bekleyen baskın kuvvet olmuştur. Karşıt düşünceye saygı duymak, eleştiriye mahal vermek, açığını göstermek hep zayıflık olarak algılanır. Bu anlamda hukukun işletilmesi ve Türfent’in vurguladığı gibi bir kontrol mekanizması olarak gazeteciliğin devlet görevlilerini denetime tabi tutması da “güçsüzlük” olarak görülüyor. Hadi adaletinden ve haysiyetinden vazgeçtik diyelim, peki Türk’ün utanma duygusunu ne zaman göreceğiz?
Zira bu dava tam da bu yüzden önemli: Öncelikle bu kararla, işkence ve devlet şiddetinin meşrulaştırılması açısından bir adım daha atılmış oldu. Devletin yüz kızartıcı suçlarının ortaya çıkmaması için de gazetecilik faaliyetlerinden “suç” üretildi. Bu durumu çok güzel teşhir eden Türfent de savunmasıyla tarihe bir not düştü.
Sahte ifadelerden “veri tabanı” üretildi
Geçtiğimiz hafta tekrar gündeme gelen Cem Küçük’ün sözlerini hatırlayalım: İşkenceyi kast ederek “bir sürü konuşturma tekniklerinden” söz etmişti, sanki sıradan bir akıl veriyormuşçasına. İşte eğer Küçük’ün bu sözlerine isyan ediyorsak, aynı nedenle Türfent’in yargılamasına da isyan etmeliyiz. Zira devletin şiddet uygulaması yargı mensuplarınca da olağan karşılanıyor. Dava boyunca ne savcı ne de hakim işkence beyanlarını yadırgamış göründü. Yani utanma yoktu, sahiplenme vardı. Tanıklara yapılan işkence derken, ifadelerin son derece somut olduklarını vurgulayalım: Adli Tıp raporunda belgelenen ciddi darp izlerinden, kerpetenle diş sökülmesinden hatta tecavüz tehdidinden bahsediyoruz. Buyurunuz o bu mide bulandırıcı “tekniklerden” bazıları.
Ancak işkenceler “konuşturmak” için bile kullanılmıyor. Türfent’in avukatı Karataş, Yüksekova’da kolluk kuvvetlerinin gözaltına aldıkları kişilere baskı ve şiddet uygulayarak sadece “boş” kağıtlar imzalattıklarını anlatıyor. Neden mi boş? Suç atılmak istenen kimse, ona karşı ihtiyaç duyulan ifadeleri üretebilmek için. Böylece sahte ifadelerden adeta bir “veri tabanı” oluşturuluyor. Bu da Türfent’e karşı nasıl bir anda 24 tanık “bulunuverdiğini” de açıklıyor. Durum o kadar hazin ki, boş ifade imzalayan tanıklar karşılarında Türfent’i görünce ve ifadeleri okununca neye uğradıklarını şaşırıyor. Çünkü kime karşı ifade verdiklerini ve bunlarda onlara ne dedirtildiğini dahi tam bilmiyorlar. Hatta aynı tanıkların ifadeleri rötuşlu kopyala-yapıştırlarla (mesela bir ifadede “elinde pankart vardı” deniyorsa, diğerinde “elinde keleş vardı” diye geçiriliyor) başka dosyalarda da kullanılıyor. Ve tüm bu tiyatro savcı ve hakimin gözü önünde gerçekleşiyor.
Dolayısıyla Küçük’ün sözleri rastlantı değil. Bir bütün olarak ele alınması gereken bir tabloyla karşı karşıyayız. Saray’dan başlayıp, derin devletçilik oynayarak etrafa tehditler yağdıran İçişleri Bakanı’ndan, Kürt illerinde duvarları ırkçı sloganlarla boyayan özel timlere kadar hepsi ortak bir zihniyetin yansıması. Devlet şiddeti hep korunurdu. Şimdi bu şiddeti ortaya çıkararak halkı bilgilendiren gazetecilere karşı meşrulaştırılan ve haklı gösterilmeye çalışılan topyekûn bir saldırı var. Yani sıkça söylediğimiz gibi gazetecilik faaliyeti suç sayılıyor. Bu yüzden de dava süresince yaptığı haberlerden ve muhalif kimliğinden taviz vermeyen Türfent’in savunması son derece değerli.
Gazetecilik küçük mücadelelerle yaşatılıyor
Peki, Türfent bunca yalan ifadenin karşısında ne yaptı dersiniz? Bir kere 19 aydır tutuklu olmasına ve rağmen Türfent muhalif gazeteciliğin hep arkasında durdu. Israrla gazeteciliğin neden gerekli olduğunu mahkeme heyetine tekrar tekrar anlattı. Öncelikle savunmasını anadilinde, yani Kürtçe yaparak, büyük zorluklarla kazanılmış bir hakkını kullandı. Böylece Kürtçe gazeteciliğe de sahip çıktı. Ardından da bıkmadan ve usanmadan, yargılanmasının tek nedeninin Yüksekova’daki Özel Tim komutanının uyguladığı kötü muameleyi teşhir ettiği “Türk’ün gücün göreceksiniz” haberi olduğunu söyleyerek, şöyle konuştu: “Şimdi de olsa bu haberi yine yaparım. Yedi senedir 1000’in üzerinde haber yaptım. Bir kısmının iktidar tarafından beğenilmemesi olağandır. Hoşlarına gitmeyebilir. Ama gazetecileri içeri atarak yapmış oldukları haberleri bertaraf etmeye çalışmaları hukuki değildir.”
Duymazlıktan gelseler de mahkeme heyetine defalarca gazeteciliği iktidara karşı koruma sorumluluklarını hatırlattı Türfent. Yalnızca ifade özgürlüğü adına değil, muhalif gazetecilerin, halkın, iktidarın bilmelerini istemediği gerçekleri öğrenemeyeceğini açık açık söyledi. “Gazetecilik vicdani bir görevdir. Bir nevi halkın vicdanıdır. Bizler muhalif gazeteci olduğumuz için içerideyiz” dedi ve ardından da ekledi: “Muhalif olarak gazetecilik yapmayı sürdüreceğiz. Hiçbir şekilde iktidarın değirmenine su taşımayacağız.” O görevi yargı zaten gayet de güzel yerine getiriyor.
Türfent’in savunmasında dediği gibi, muhalif gazeteciler olmasa Roboski’de sivillerin katledildiğinden haberimiz olmayacaktı. Cizre bodrumlarına isyan etmez, Taybet Ana’ya gözyaşı dökmezdik. Nuriye ve Semih’e kulak veremezdik. İktidar kendi medya taburlarını kurmuş olabilir, sermaye medyasının vitrindeki kalemleri olmadık cambazlıklarla nabza göre şerbet dağıtıp, insanları kulis dedikodularıyla oyalayabilir. Ancak, Nedim Türfent ve nice isimsiz meslektaşı sahada ve mutfakta emek verdiği müddetçe gazetecilik rahatsızlık vermeye devam edecek.
Sahi, gazetecilikten korkulmasa bunca zahmete girilir miydi? Yüksekova’da kolluğun amacı Türfent’i içeri alıp, daha rahat hareket etmek değil miydi? Gazetecilik Yüksekova’da, Diyarbakır’da, Şırnak’da, Yüksel Caddesi’nde, Artvin’de verilen küçük mücadelelerle yaşatılıyor. Napolyon, “Üç gazete beni 100 bin tüfekten daha fazla ürkütür” demiş. Nedim Türfent gibi mesleklerinin arkasında duran gazeteciler var oldukça da Napolyonlar ürkmekte haklılar. Hiç kuşkunuz olmasın. (ÖÖ/AS)