IPS İletişim Vakfı/bianet’in, Oslo Metropolitan Üniversitesi Gazetecilik ve Uluslararası Medya Merkezi (OsloMet-JMIC) ile gerçekleştirdiği proje kapsamında, medya ve ifade özgürlüğü ihlalleri ile bu ihlallere karşı yürütülen mücadelelere odaklanıyoruz.
Türkiye’deki medya çalışanları ve kurumlarına yönelik ifade özgürlüğü ihlallerini takip edip raporladığımız bianet Medya Gözlem Veritabanı’ndaki vakalarla ilgili bir analiz yazısı hazırlamak yerine, bu kez veritabanında adı geçen gazetecilere kalemi uzattık. Haberi savunan, hak ihlallerini haberleştiren gazeteciler, bu defa maruz bırakıldıkları ihlalleri ve mücadelelerini #HaberiSavunmak yazı dizisi için anlattı.
İlk Kürt gazetesi, Osmanlı Dönemi’nde 22 Nisan 1898’de Mikdad Mithad Bedirhan’ın Kahire’de çıkardığı Kürdistan Gazetesi’dir. Yayınlandıktan hemen sonra yasaklandı ve sınırlardan gizlice içeri sokulabildi. Cumhuriyet dönemiyle birlikte ise egemene hizmet etmeyen basın, her zaman anti demokratik uygulamalarla karşılaştı.
Kürt siyasetinin güçlü bir sosyal damar bulmasıyla geniş kitlelere ulaşmak için Mayıs 1992’de yayın hayatına başlayan Özgür Gündem Gazetesi de devleti yönetenlerin her daim hedefinde oldu. Çocuk yaştaki gazete dağıtıcılarının, muhabirlerinin öldürüldüğü, çalışanlarının tutuklandığı ve defalarca kapatılmasına rağmen farklı isimlerle yeniden yayın hayatına başlayan gazetenin inadı, Özgür Basın geleneğini yarattı.
3 Aralık 1994 yılında eşzamanlı olarak İstanbul ve Ankara büroları, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in yazılı emriyle bombalanmasına rağmen, ertesi gün çıkan bir gazeteden bahsediyoruz. Özcesi bu gazete, baskılara, kapatmalara ve sansüre karşı üreten, direnen ve asla vazgeçmeyen bir hakikat savunuculuğunu künyesine yazdırdı.
‘Suç makinesi’
AKP iktidarı, 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı yenilgiyle tek başına hükümet olma şansını kaybedince, Kürt siyasal aktörleriyle yürüttüğü ‘çözüm süreci’ni sonlandırdı. Masanın devrilmesinin ardından, sansürün kaldırılmasının kutlandığı Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü olan 24 Temmuz 2015’te dönemin hükümet sözcüsü Bülent Arınç, şöyle diyordu: “Özgür Gündem ve Evrensel’in de içinde olduğu, diğerlerini saymayayım birçok gazete... bunlar suç makinesi.” İktidarın en yetkili ağızlarından dökülen bu tehdit, görece liberal ortamın bittiği ve Kürt siyaseti gibi medyasının da baskılardan aslan payını alacığının işaret fişeğiydi.
Ardından başlayan çatışmalar şehirlere sıçradı ve sivil yerleşim yerlerinde güvenlik güçlerinin ‘orantısız güç’ gösterisi sonucu Şırnak, Cizre, Nusaybin, Sur, Yüksekova merkezlerinde mekânsal, sosyal ve insani kayıplar ile ağır bir tablo ortaya çıktı. Bölge illerinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları ile çatışma alanlarında yaşananlara sayfalarında yer veren Özgür Gündem hedefe konuldu. Gazetenin muhabirleri, editörleri, Genel Yayın Yönetmeni, Yazı İşleri Müdürü hakkında savcıların neredeyse her sayı için soruşturma ve dava açtığı bir dönem yaşandı.
İkinci evim
27 Mart 2016 tarihinde Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak çalışmaya başladığım gazetede, arka arkaya açılan davalar nedeniyle adeta ‘ikinci evim’ olan Çağlayan Adliyesi’ne avukatlarla her gün uğrar olmuştuk. Artık savcıların ‘menüsünde’ ne varsa gündüzleri onunla karnımızı doyuruyorduk. Mimli bir gazetenin mimli bir savunucusuydum. Türkiye’nin entelektüel birikimine yaslanarak, daralan toplumsal zeminde sesini duyuramayan ve baskıcı yönelimlere karşı bir araya gelemeyenlerin çabası kendiliğinden bir dayanışmaya dönüşünce, gazete üzerindeki Demokles’in kılıcı görünür hale geldi.
3 Mayıs 2016’da, Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde başlayan Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği (NGYY) Kampanyası dünya basın tarihine geçti. 96 gün süren ve kendi alanlarında tanınmış, toplumda saygınlığı olan bilim insanı, akademisyen, yazar, edebiyatçı, sanatçı ve gazetecilerden oluşan 100 kişinin bir günlük sembolik NGYY yaptığı bu kampanya, toplumun haber alma hakkını ve basın özgürlüğünü tereddütsüz savundu.
Dayanışma
Adliyedeki yalnızlığım sona erdiğinden mutluydum, çünkü dava arkadaşlarım gün be gün artıyordu! Yalnızlık duygusunun yerini sahiplenme duygusu almıştı. Bu yargılamaların birinde, 31 Mayıs 2016’da kampanyaya katıldıkları için haklarında soruşturma açılan Nurcan Baysal, Celal Başlangıç, Ahmet Abakay, Fehim Işık ve Avukat Eşber Yağmurdereli, İstanbul Adliyesi’nde savcılığa ifade verdi. Avukat Yağmurdereli’ye savcıya ifade verdikten sonra koridorda, “Abi savcı ne sordu?” dedim. Yağmurdereli, “Ya adam bana, ‘Haberleri görerek mi karar verdiniz’ diye sordu. Ben de ‘Görsellere vakıf değilim. Avukatım, gazetecilikten de anlamam. Körüm, hiçbir haberi görmedim, destek amaçlı nöbete katıldım’ dedim” diye yanıt verdi. Devamında “Adam benim kör olduğumu bilmiyor” dedikten sonra beraber kahkahayı bastık. Polislerin gözü önünde koridorda gülüp neşelendik.
Gazetenin ‘fethi’
Darbe girişiminden sonra, 16 Ağustos 2016 günü Özgür Gündem Gazetesi, İstanbul 8. Ceza Hakimliği tarafından “örgüt propagandası yaptığı” iddiasıyla geçici olarak kapatıldı. Aslında kamuoyu bu ‘gerekçeye’ alışkındı ve kapatılma sebebinin Kürt illerinde yaşananların haberleştirilmesi gerçeğinin farkındaydı.
Gazete binasını adeta ‘fethetmeye’ gelen sivil, resmi ve ‘robokop’ polislerin tavrı, hem bu devletin ekmeğini yiyen hem de aleyhinde çalışanlara gününü göstermenin tavrıydı. O gün, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmeye ahdettikleri o kadar belliydi ki Zana (Bilir) Kaya ile gece karakola varınca ‘oh’ çektik. 29 Ekim’de ise 675 nolu KHK ile gazete tamamen kapatıldı.
Siyasi abi!
92 davanın birleştirildiği gazetenin ana davasının ilk iki duruşmasına, yeterli araç ve personel olmadığı gerekçesiyle götürülmediğim gibi, başka bir dava için adliyeye götürülüp duruşma salonuna çıkarılmadan hapishaneye geri götürüldüğüm de oldu. Adliyenin nezarethanesinde adli tutuklular “Siyasi abiye bu yapılır mı?” diyerek dalga geçiyorlardı. Görüş gününe konulan duruşmalar nedeniyle aile görüşlerimi kaçırıyordum. Aynı davada yargılandığım ve sonradan tutuklanan gazetenin imtiyaz sahibi Kemal Sancılı, Urfa’dan Silivri Cezaevi’ne getirildi. Tüm girişimlerimize rağmen birlikte kalmamıza izin verilmedi. Devletin ıslah mantığı bu olsa gerekti; avukatım ve benim dilekçelerime cevap vermeye bile tenezzül etmediler. 9 No’lu Cezaevi ile ilgili hususlarla Adalet Bakanlığı Cezaevleri Tevkif Genel Müdürlüğü ilgileniyormuş, ancak ne olumlu ne de olumsuz bir yanıt alabildik.
Gazeteler karıştı!
Tutuklanmadan kısa bir süre önce emniyete çağrılmıştım. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla BirGün Gazetesi’nde yayımlanan üç haberde Cumhurbaşkanı’na hakaret edildiği iddiasıyla soruşturma açılmıştı. Dilekçeyi görünce inanamadım. BirGün’ün yazı işleri müdürüymüşüm! Ne güzel! İki gazete, iki maaş, memleketin de solcuları pek bonkör canım! İfademde, “Üzgünüm, aynı anda iki gazetenin sorumlusu olmam mümkün değil” dedim.
Bariz bir maddi hatanın düzeltileceği inancıyla soruşturmanın düşeceğini sandım. Meğer yanılmışım. Herhalde “Bir enayi bulduk, ne kadar muhalif yayın varsa buna yüklersek belki iflah olur” diye düşündüler. İçerde de SEGBİS ile ifade verince yargının iktidarın gözüne girmek için tuttuğunu koparmaya ant içtiğine şahitlik etmenin kıvancıyla, daracık odada hakime “Önünüzdeki bilgisayardan Google amcaya tıklasanız size o tarihlerde kimin yazı işleri müdürü olduğumu söyler” dediğimde kıyamet koptu. Hakim “Bana işimi mi öğretiyorsun?” dercesine, çatık kaşlarıyla “Hadi oradan” dedi. “Sayın hakimim, yüce yargıyı gereksiz yere meşgul etmek istemediğimden basit bir hatayı düzeltmek için…” diyemeden ekran karartıldı.
Soru yok
Tutuklu katıldığım duruşmalarda ülkenin içindeki duruma dikkat çekerek, iktidarın memleketi dikensiz gül bahçesine çevirme politikasının sonucu olarak devreye sokulan mafyatik ağzın, Barış Akademisyenleri için sarf ettiği “Oluk oluk kan akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” tehdidini vurgulayıp, “İnsan hayatına kastedenler elini kolunu sallayarak dolaşıyor ama gazeteciler tutuklanıyor” dediğimde, hakim lafı ağzıma tıkadı: “Söylediklerinin konumuzla alakası yok.”
İyi de konumuz neydi? Madem haberler mevzubahisti, siz sorun ben savunayım. Hiçbir duruşmada herhangi bir haberle ilgili bir soru işitmedim. Yayınlanan hiçbir haberin verileri üzerinden bir soru ya da suçlama yöneltilmedi. Yalan, manipülasyon ya da çarpıtma üzerinden bir suçlama-iddia da yapılmadı. Herhalde adaletin değil ama devletin hakimi de savcının iddianamede kes-yapıştır ile illiyet bağı kurmak istediği ‘örgüt’ün konuyla ilgisi olmadığının farkında mıydı diye sormadan edemiyorsunuz.
Anne öfkesi
Bu kısa mahpusluk, iktidar karşısında toplumun varlığını koruma ve savunma çabasının bedeli olduğunun bilinciyle, aileye farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor. İçine doğduğunuz, şekillendiğiniz kültürün temel taşıyıcısı olan aileniz, her ne kadar başınızı geçmişte siyaseten belaya soktuğunuzdan kaynaklı gözaltı ve yargılamaları normal karşılasa da tutuklanma onlar açısından da yeni bir durumdu. İktidar ile sıkı fıkı olan geniş ailenin aksine, kendi yağıyla kavrulan çekirdek ailenin ilişkilerinin etkilenmemesi kaçınılmazdır.
Yakınların bir hal hatır sormama tavırlarına içerleyen annemin öfkesini açık görüşte fark ettim. Toplumdaki genel ataletten konuşurken kapı dibinde bizi gözetleyen gardiyan gelip kulağıma eğilerek sandalyelerde yan yana oturmamamız için ‘rica’da bulununca annemin gözlerindeki kıvılcımdan çekinerek geri durdu. Her şeyi iktidar ve ona karşıtlık üzerinden algılayan, perdesiz düşünen bir öznenin varlığı güç veriyordu. Kürtçe “Jiber em bêdeng dimînin ev şaqiz dibin” (“Biz sessiz kaldığımız için bunlar şımarıyor”) dediğinde, kardeşim Hasan ile birbirimize baktık. Neredeyse dış-hayatla yegâne bağım olan ve on beş ay boyunca her hafta işini bırakarak Silivri’ye onca yolu tepip gelen kardeşim de elinde taşıdığı kitapların içeriye kabul edilmesiyle inadının mükâfatını alınca kendisini küçük bir zafer kazanmış saymıştı.
‘Milli menfaat’
Tahliye olduktan sonrası… 20 Ocak 2018’de TSK Afrin’e girdikten bir gün sonra dönemin ‘düşük profilli’ başbakanı Binali Yıldırım, 15 maddelik bir talimat listesiyle medyaya nerede durması gerektiğini açıkladı. O dönem çalıştığım Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi hizaya geçen medyanın aksine, “Biz vermesek kim verecek?” diyerek savaş bölgesinden gelen bilgileri haberleştirdi. Sansürleyip verilirse, iktidarın denetimindeki medya gibi tekmil vererek operasyonu meşrulaştıran bir yaklaşıma hizmet edecektik. Toplumu itaate zorlayan militarizm politikasıyla ters düşerek tarihe not düşülüp ‘diken’ olmanın bedeli de yine ödendi. 28 Mart’ta gazete kapatılıp kayyum atandı. Matbaa çalışanlarıyla birlikte tutuklanan gazeteciler, ateşten gömleği giymenin hakkını vererek bu geleneği devam ettirdi.
Musa Çitil’in inadı
Bir de gazetecilerin yakasını bırakmayan Jandarma Genel Komutan Yardımcısı Korgeneral Musa Çitil var. Şubat 2016’da Özgür Gündem’de yayımlanan Diyarbakır Sur’daki çatışmaları yöneten “Kuşatmanın adı ‘Bayrak 12’, başındaki isim Musa Çitil” başlıklı haberi sosyal medya hesaplarında paylaştıkları gerekçesiyle, “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” ve “örgüt propagandası” iddiasıyla benimle birlikte altı gazeteciye dava açılmıştı.
Tebligat ulaşmadığından neyle suçlandığımı bilmeden hücreden çıkarılıp Silivri Savcılığı’na götürüldüm. Savunmamda haberin yayımlandığı tarihte gazetede çalışmadığımı ve internet sorumlusunun ben olmadığımı söyledim. 2019’da beraat etmememize rağmen Çitil davayı İstinaf Mahkemesi’ne götürdü. 30 Haziran 2021’de Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nde görülen davada mahkeme, yerel mahkemenin beraat kararının yerinde olduğuna hükmederek davayı esastan reddetti. Çitil’den yakamızı zar zor kurtardık.
Militarizmin cezası
15 Şubat 2021’de İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Özgür Gündem ana davasının karar duruşması, TSK’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarındaki Garê’ye operasyon yaptığı günlere denk geldi. Eren Keskin, Kemal Sancılı ve bana, “örgüt üyeliği” suçlamasıyla 6 yıl 3 ay, Zana Kaya’ya ise “örgüt propagandası”ndan 1 yıl 13 ay hapis cezası verildi. Kararı açıklayan hakim oldukça tedirgindi. Davul, zurna çalarak şaha kalkan militarizmin ayyuka çıktığı atmosferden mahkemenin etkilenmemesi düşünülemezdi.
“Beklenen oldu” diyerek duruşma salonundan çıkarken, köşede beni dikizleyen resmi polis kapıda koluma yapışarak, “Savcı sizi bekliyor, ifade vermeniz gerekiyor” dedi. Al buradan yak! Şaka mıydı, yoksa yargının bonusu muydu? “Hayırdır hemşerim, zaten cezamızı aldık neyin ifadesi” bakışımdan etkilenmemiş olacak ki, “Önden buyurun” dedi. Müşerref olduğum savcıya tarafıma tebligat ulaşmadığını söylemem kâr etmedi. Gazetenin ismiyle sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlardan dolayı suçlanıyordum. Gazetenin kapatıldığını ve böyle bir hesabı herkesin rahatlıkla açabileceği yönündeki ifademi tatmin edici bulmayan savcı, telefonuma el koydu. Bitirim edasıyla “Nereden bileyim sen değilsin?” diye soran savcının tavırlarına şaşakaldım. İktidarın müptezel diline kendini uyarlayan yargının tasarrufu bu olsa gerekti.
Kapanan kapılar
‘Bulaştığınız’ gazetenin kimliği üzerinize yapışır ve birtakım sonuçlar doğurur. Hayatınız ve ilişkileriniz daralır; insanlar, mesafeli ve ürkek bir tavırla yaklaşır. İktidarın toplumun mecalsiz kalıp boyun eğmesi için uyguladığı yöntemlerin sonuç verdiğini görmek kahredici. Yine de dik duran ve dayanışan bir avuç insanın, özellikle meslektaşların hakkını vermek gerek.
Birçok kapının yüzünüze kapandığını görmek ve yaşamınızı idame ettirmek için farklı iş alanlarındaki girişimlerinizin, ‘sakıncalı’ kimliğiniz nedeniyle sonuçsuz kalması zorludur. Ya da bazı muhalif yayınlara gönderdiğiniz yazı ve analizlerin yayınlanmaması veya sansürlenmek üzere geri gönderilmesi de can sıkar. İktidarın zor ve ideolojik aygıtlarıyla geliştirdiği saldırıların sonuç vermesinin yanı sıra mimli olduğunuzu hatırlatan bir diğer durum da yurt dışı yasağından dolayı basın kuruluşlarının davetlisi olarak kurs ve etkinliklere katılamamanızdır.
Edebi türdeki kitap çalışmalarınız da onlarca yayınevinden döner. Dönemin korkutucu atmosferinde ‘aman başımıza iş almayalım, neme lazım’ konforuyla görmezden gelinirsiniz. Çünkü hem yazar hem de işlediği meseleler ‘netameli’dir. Böylece size, alçaktan sürünmeye mahkûm bir hayat reva görülür.
BİR GAZETECİNİN CEZAEVİ SERENCAMI-1 / İNAN KIZILKAYA
Yan Hücreden Güm Güm: Yeni Yılda Bir Yere Davetli Değiliz
BİR GAZETECİNİN CEZAEVİ SERENCAMI-2 / iNAN KIZILKAYA
...Ve Ahmet Geldi
BİR GAZETECİNİN CEZAEVİ SERENCAMI-3/ İNAN KIZILKAYA
"Sen Teröristsin Gazeteci Değilsin" Diyerek Hedef Gösteriyorlar
BİR GAZETECİNİN CEZAEVİ SERENCAMI- 4 / İNAN KIZILKAYA
7 Metre Aşıp Mesaj Taşıyan Toplar
(İK/VC)