Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, bugün "Genelkurmay'a açık dilekçe" başlıklı yazısında İmralı'da Abdullah Öcalan'la görüşürse Türkiye adına hayırlı bir iş yapacağını yazmış ve bu görüşmenin mümkün olması için "izin" istemiş.
Ancak "Adres neden Genelkurmay Başkanlığı?" diye sormadan edemiyor insan. Diğerlerinin olduğu gibi İmralı'daki cezaevinin de bağlı bulunduğu kurum Adalet Bakanlığı değil mi?
Bir kere Özkök, Bakanlığa da "cc"lediği mesajını geçen yıl tekrar ettiğini ve Genelkurmaylıktan "inceleyeceğiz" cevabını aldığını da yazıyor.
Eğer cevap verildiği doğru ise ortada hem Genelkurmay Başkanlığının hem de Özkök'ün ortak olduğu bir yanlışlık yok mu?
Gazetecilik açısından bakınca "içimizdeki ordu korkusu" bu soruya cevap verebilir belki.
Resmi ya da değil silahlı otoriteden korkunun, zamanla ona yakın durmak anlamına geldiğini en son İlker Başbuğ'un konuk ettiği gazetecilerin "sayın paşam"lı tedirginliklerinden ya da Bostancı'daki operasyonda polisin yanından haber yapmaya çalışmalarından da anlıyoruz. Ki başka bir çeşidi de bir gazetecinin pek çok kanlı olaya karıştığı, faili olduğunu bilinen siyasinin helikopterinden haber yapma çabasıydı.
Özetle genel olarak gazetecilik mesafesinin "güçlüden" yana ağır bastıkça daralmasından bahsediyoruz.
Bir başka bahsi diğer konu Özkök'ün iyi niyetinden nasıl emin olacağız?
Hasan Cemal'e getiriyor lafı, Cemal'in Kandil'de yaptığı Murat Karayılan röportajına.
Orduya "Siz Cemal'i sevmezsiniz ama onu bir dinleyin" diyor.
Cemal'in yazı dizisini takip etmenin dışında ordu onu nasıl dinleyecek? Yani kastedilen bir çeşit muhbirlik mi?
Özkök, Cemal'e olan kıskançlığından bahsediyor. Bunu itiraf ederek alçak gönüllülük kulvarına soksa da kendini, asıl mesele öyle değil gibi.
Zira Kürtlerin yıllardır "muhatap Öcalan" çağrısına Özkök şimdi niye kulak veriyor?
25 yıldır "kanayan yara" dediği savaş için "bebek katili, bölücü başı" gibi kışkırtıcı ifadeler kullanan, operasyona giden askerler için "kınalı kuzular" diyip şehadet kutsaması yapan bir gazetenin yayın yönetmeniyken ne oldu da son bir yıldır İmralı'ya gitmek istiyor?
Bunun iki nedeni olabilir:
Birinci olasılık Cemal'i kıskanmakla kalmayıp "Eli yükseltiyorum. Ortada bir gazetecilik buluşu olacaksa onu da ben yaparım, İmralı'ya da giderim" diyebilecek kadar kendini önemsemesi.
Zira "Aman paşam, biliyoruz kolay değil ama gelin siz de 'he' deyin ben de İmralı'ya gideyim, şu Kürt meselesi neyse çözelim" minvalli bir hareket noktası kimseye inandırıcı gelmez.
Diğer olasılık silahların bırakılmasıyla oluşan atmosferden kaynaklanabilir. Bugünkü röportajında Karayılan, Bostancı operasyonunda öldürülen Orhan Yılmazkaya için "Bizde eğitim aldılar, döndüler" diyor. Cemal bunun Ankara'ya mesaj olduğunu söylüyor. Dağda işler böyleyken kentte başka bir açıdan değişiklik var. DTP'nin yerel seçimlerde yükselişi, Kürtlerin solla bir arada hareket etme noktalarını genişletmeleriyle oluşan ortam. DTP'ye operasyonlar bu noktada tesadüfi değil.
Özkök'ün girişimiyse "trendleri takip etmek" kadar basit bir gerekçeyle açıklanamaz herhalde. Hürriyet gibi Türkiye'nin en yaygın ve güçlü gazetelerinden birinden bu sürece "Öcalan'la Genelkurmay arasında postacı olayım" diyerek dahil olmanın en azından gazetecilik olmadığını söyleyebiliriz.
Barış gazeteciliği?
Yani gazeteciliğin Genelkurmay'la PKK arasında arabuluculuk olmadığını söyleyebiliriz.
"Gerçekleşirse çok hayırlı olur" dediği mülakata gelince, Özkök, gazetecilik kariyerinde; Kürt Sorunu açısından bu denli bir misyon üstlenemeyecek kadar safını bildiğimiz ve geride savaş çığırtkanlığı adına kabarık bir geçmişi olan biri.
Bundan başka barış odaklı habercilikte olmaması gereken "biz" ve "öteki" ayrımıdır. Barış gazeteciliği şiddetin etkilerinin görünmeyen taraflarını da ortaya çıkarmaktır. Tarafların her birinin doğrudan ve dolaylı nasıl etkilendiğini göstermektir. "Acılı yürekler, ateş düşen evler" gibi kurbanlaştırıcı bir dil kullanmamaktır. (EZÖ)
* Barış Gazeteciliği hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız.