Özgür Gündem Gazetesi ile dayanışma amacıyla başlatılan "Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği" kampanyasının 15’inci gününde yayın yönetmenliği nöbetini RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu devraldı. Dün gazetedeki mesaisi için yazdığı ve bugün yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
Siyasetin ve Meclis’in işlevsizleştirilmesi, dokunulmazlıkların kaldırılması, habercilik ve ifade özgürlüğüne yönelik yaygın blokaj, toplumun genelinde bir arada yaşama şanslarını, belki bir daha ele geçirilemeyecek tarzda, tüketme tehlikesine yol açıyor.
bianet Medya Gözlem Raporu, Türkiye toplumundaki derin politik ve sosyal yarılmanın bir tek medya üzerindeki yıkıcı yansımaları konusunda yeterli veri sağlıyor.
Nisan ayı itibariyle 28 medya temsilcisi, politik veya gazetecilik dosyalarından hapisteydi. Yine yılın ilk üç ayında 15 gazeteci ve 2 medya grubu saldırıya uğramış, 49 haberci gözaltına alınmıştı. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hakaret” suçlamasıyla yaptığı şikayetler kapsamında 53’ü gazeteci 86 kişi hakkında ceza soruşturması /davası çerçevesinde veya tazminat istemiyle işlem yapıldı.
Gazeteciler hakkında, Ceza Kanunu (TCK) ve şu sıralar Avrupa Birliği’nin “reforma git” baskısıyla gerginlik konusu olan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) uyarınca 5 kez müebbet ve 2 bin 229 yıl 6 ay hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
TIKLAYIN - 16 GAZETECİ ÖZGÜR GÜNDEM'E YAYIN YÖNETMENİ OLDU
151. sıraya geriledik; özgür sayılmayız
Toplum olarak barış ortamından uzaklaşıp istikrarsızlık tüneline girişimiz dış dünyanın bize dönük algısına da yansıyor: 2005 yılında Türkiye, medya organları ve habercilere yönelik gerçekleşen ihlallerin çeşitliliği ve çokluğu nedeniyle uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) kuruluşunun Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması’nda 149. sıradaki “kaotik” yerini bile koruyamadı. ABD merkezli Freedom House (Özgürlük Evi) göstergelerinde, “Kısmen Özgür” ülkelerden daha iyi bir yer kendimize bulamadık.
Haberciye fiziki müdahale arttı
Bunun bir nedeni de karnemizin geçen yılın aynı dönemine göre yüzüne bakılmaz hale gelmesi olabilir mi acaba? Saldırıya uğrayan gazetecilerin 10’dan 17’ye, gözaltıların 7’den 49’a; mahpus habercilerin 23’ten 28’e; yayın yasaklarının 2’den 5’e; işsizlerin 8’den 185’e çıktığı bir ortamda beklenti güçleşiyor.
Rapor, geçen yılın aynı dönemine göre saldırıya uğrayan gazetecilerin 10’dan 17’ye, gözaltıların 7’den 49’a; mahpus habercilerin 23’ten 28’e; yayın yasaklarının 2’den 5’e; işsizlerin 8’den 185’e çıktığını ortaya koyuyor.
Gazeteci: "Düşman unsur", "casus"...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın günlük söylemlerinden, hükümetçe medyaya yönelik hukuki, sözlü ve fiziki saldırılarının hiç birinin kabul edilmemesine, muhabirin güvenlik kuvvetleri nezdinde “düşman unsur” muamelesi görmesine, akreditasyon ayrımcılığıyla habercilerin gündem takibinden dışlanması vb onlarca gösterge, maalesef belirli eleştirel toplumsal kesimlerinin tasfiyesine işaret ediyor.
Sadece bölgesel bir savaş değil, ülke sınırları içerisinde çeşitliliğiyle yaygın bir müdahalenin varlığı kimsenin gözünden kaçmıyor. Kısa bir dönem içerisinde, Gülen Cemaati’ne yakın medya grupları batırıldı, Cumhuriyet gazetesi yetkilileri Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı, İMC TV kamuya ait TÜRKSAT Uydusu’nun dışına itildi; operasyon bölgelelerinde onlarca Özgür Gündem ve DİHA çalışanları gözaltına alındı; birçoğu cezaevine gönderildi.
"Belgeyi kimden aldınız?"
Hakkari Valiliği’nin Şubat'ta Yüksekova Polis Evi’nde gerçekleştirdiği ve bölge için operasyon yürütme kararı aldığı “Gizli” toplantının haberini yapan DİHA muhabiri Şermin Soydan, “Belgeyi kimden aldınız? Ailenizde PKK’li var mı?” şeklinde sıkı bir sorgudan geçirildikten sonra tutuklandı.
“Devlet sırları ve casusluk” suçlamasına Mehmet Baransu, Can Dündar ve Erdem Gül’den sonra şimdi de Soydan muhattap olmuş oldu.
Diyalog yok, koruma da!
Ancak ister günlük siyaset isterse bölgesel çatışma üzerinden olsun toplumsal kutuplaşmanın da gazeteciliğin özünü bozan bir yönünün olduğu gözardı edilmemeli. Üstelik, baskılar kadar uzun süreli çatışma ortamından gazetecilik yapmanın, yarattığı yorgunluğun ötesinde, bizzat muhabir, foto-muhabir veya kameraman üzerinde psikolojik yük getirdiğini dikkate almak çoğumuz için pek lüks gelir.
Ne yazık ki, mesleğimiz bu şartlara göre koruma mekanizması geliştirmede oldukça yetersiz kaldı. “İstediğimiz gazeteciliği haklar ve etik standartlar ışığında gerçekleştirebiliyor muyuz? Neyi doğru neyi yanlış yaptık?” sorularına verilecek yanıtı düşünemiyoruz bile. Bırakın bütünselliğimiz, Temmuz 2015’ten bu yana medyaya, 90’lı yıllara benzer bir “militarist” konumlanma dayatıldı. Gazeteciliğin geleceğiyle ilgili endişe duymamak bu nedenle elde değil.
Dileyelim ki, Özgür Gündem’e ziyaretimiz, tüm Türkiye medyası bakımından nitelikli, sorgulayan, nesnel gazetecilik arayışı kadar, baskılara karşı dayanışma ve diyalogun geliştirilmesinde bir kıvılcım oluştursun. (EÖ/HK)