Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Mehmet Altan (20.03.2018 / Başvuru No: 13237/17) ve Şahin Alpay (20.03.2018 Başvuru No. 16538/17) için verdiği kararlarda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğü hakkının Türkiye tarafından ihlal edildiğine karar verdi.
Bu karar, diğer bazı kararlarda olduğu gibi tüm tutuklu gazetecileri ilgilendiren ve ama daha çok devletin ulusalüstü sözleşmelerde herkese tanınmış olan ifade özgürlüğü hakkını neden korumak gerektiğini gösteren bir karardır.
Bu kararlarda “tutuklama” kararlarının toplumun haber alma hakkı üzerinde yarattığı caydırıcı etkisine dikkat çekildi.
Acaba bir devlet gazetecileri tutuklamakla; toplumun bir ferdinin görüş sahibi olma ve ifade özgürlüğü hakkını da bu yolla ihlal etmiş sayılır mı?
Devletin hakları korumak yerine hak ihlal eden bir güç olarak görülmesi halinde bu tür eylemleri bir yurttaş tarafından sorgulanabilir mi ve nasıl sorgulanabilir?
Yaşamımızı etkileyen “siyasal iktidar” olduğuna göre, iliklerimize kadar hissettiğimiz her mağduriyet ve zarar siyasal iktidarın kullandığı güç sonucu ortaya çıkar.
Toplumsal olayların ortaya çıkması ve biçimlendirilmesinde rol oynayan devlet dediğimiz ise; siyasal iktidarın kullandığı gücün kurumsal halidir. Siyasal iktidar zorlama ve cezalandırma aracı olarak kullanılabileceği bütün olanaklara sahip olmayı temel alır.
En katı tanımıyla, siyasal iktidarın bu hali “zor kullanıcı iktidar” olarak karşımıza çıkar. Birbirçeşit yüzü ve birbirçeşit çaresi vardır bu gücü kullanmak için… Örneğin örgütlenmiş halinin gücü genelde yaptığı kanunlardır.
Siyasal iktidarın örgütlenmiş bu gücünün, kısaca devletin; gülümsemesini mi, azarlamasını mı, tehdit etmesini mi, kızgınlık göstermesini mi istersiniz?
Devletle yüz yüze gelirseniz; iyilik midir, kötülük müdür, hoyratlık mıdır beklentiniz?
Devlet, halkını koruyacağını, ortak değerlerini bütünleyeceğini, destekleyeceğini ileri sürer. Bu söylemini her zaman tekrarlar. Hemen sonrasında halktan kendisini sürekli desteklemesini bekler. Uyguladığı siyasal iktidarın gücü bu temel üzerine oturur. Dahası devlet, halkına verdiği hizmetlerin karşılığında kendi varlığının benimsenmesini ve doğrulandığını da görmek ister (Gianfranco, Poggı. Devlet. Bilgi Üniversitesi Yayınları. 2007).
Bu durumda bir devletin demokratik meşruiyeti nasıl sorgulanmalıdır?
Devletin demokratik meşruiyetinin sorgulandığı yüzlerinden birisi de yargılama içindeki “muhakemedir”. Yargılamalardan birinin konusunun ifade özgürlüğü olduğunu kurgulayalım. Kişiler bu özgürlüklerini kullandıklarında, devletten güleryüz, tolerans, hoşgörü, tahammül gibi tavırlar beklerler.
Buna rağmen, aksine; hoyratlıkla, cezalandırılma, tutuklama, hapis gibi fiziksel baskılarla karşılaştıklarında devletin demokratik meşruiyetini sorgulamaya başlarlar. Artık çağdaş bireyler devletin demokratik meşruiyetinin var olup olmadığını devletin kendisine bırakmayacak kadar bilgi ve hak sahibidirler ve dünden çok daha bilinçlidirler.
İnsan öznedir. Onuru ve hakları korunmalıdır. İfade özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin omurgasıdır. İnsan hakları ve insan onuru, devletin yön gösterici pusulası olmalıdır. İnsan haklarını ne kadar sınırlandırırsanız hukuk devletinin niteliği de o kadar tehlikeye girer.
Bu yüzden siyasal iktidarın gücünü elinde tutan devletlerin izleyeceği yeni değer sistemi hiçbir koşulda insan onurunu korumaktan vazgeçmediğimiz bir hukuk devleti yaratmaktır.
Ceza hukukunu ilgilendiren hukuka aykırılık alanı, anayasal sistemle sınırlı görülmelidir. Dolayısıyla siyasal iktidar, anayasal sisteme bağımlı ve onun yüklediği görevleri yerine getirmekle görevlidir. Siyasal iktidarın ve devletin ceza yargısında kendisine özgü yetkisi yoktur, görevleri vardır.
Suç sayılan hukuka aykırılık yaratmak, ceza yaptırımının niteliğini ve infazını belirlemek, ceza yargılama yöntemlerini saptamak konusunda Anayasa ve ulusal üstü sözleşmelerdeki kurallarla sınırlıdır. Siyasal iktidarın gücünün “sınırlı” olduğunu kabul etmek gerekir ki bu kabul; devletin demokratik meşruiyetinin var olması gereken temelidir.
Bu nedenle, siyasal iktidarın gücünü elinde tutan devlet; Anayasa ve ulusal üstü sözleşmelerde yer alan temel insan haklarının korunması görevini yerine getirmelidir. Bu onun yükümlülüğüdür.
Devletin insan temel hak ve özgürlüklerini sınırlandırma hakkı yoktur. Elinde bulundurduğu gücü kullanmasındaki sınır, insan onurunu korumaktır. Sınır aşılamaz, elinde bulundurduğu gücü kötüye kullanamaz.
Bu amaçla bir devlet ifade özgürlüğü vardır diyorsa eğer; devletin demokratik meşruiyetinin var olup olmadığını anlamak için ifade özgürlüğünün korunmasındaki pozitif yükümlülüğünü sorgulamak, sınırlarını aşıp aşmadığını ve görevini yerine getirip getirmediğini yargılamak daha uygundur ve zorunludur.
Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararlarında AİHM “…hükümetlerin eleştirilmesinin ve ülke liderleri tarafından milli çıkarları tehlikeye atacak şekilde değerlendirilen bilgilerin paylaşılmasının, terör örgütüne üyelik veya bu örgütlere yardım ve yataklık etme, hükümeti veya anayasal düzeni devirme veya terör propagandası yayma gibi özellikle ağır suçlar ile ilgili cezai suçlamaları doğurmaması gerektiği kanaatindedir”.
Bu durumda, bu tür ağır suçlamaların yapıldığı hallerde dahi, “tutuklu yargılanma ancak tüm diğer tedbirler yargılamanın düzgün ilerlemesini sağlama konusunda yetersiz kaldığında istisnai bir tedbir olarak kullanılmalıdır.
Durum böyle olmadığında, ulusal mahkemelerin anlayışlarının kabul edilebilir olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.”
AİHM kararında; bu görüşün aksine “tutuklama” kararı vermenin ve yargılamanın gazetecinin “tutuklu” tutulmak suretiyle sürdürülmesinin hak ihlali olduğu kanaatindedir.
AİHM, eleştirel görüş ifade eden herhangi bir kişinin tutuklu yargılanmasının hem tutuklular hem de toplumun geneli için çeşitli olumsuz etkileri olduğunu kabul etmektedir.
AİHM Mehmet Altan (20.03.2018 / Başvuru No: 13237/17) ve Şahin Alpay (20.03.2018 Başvuru No. 16538/17) hakkındaki ceza yargılamasında karşılaşılan somut olaylardan hareketle şu tespiti yapıyor; “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakan tedbirlerin uygulanmasının, sivil toplum üzerinde göz korkutucu ve karşıt görüşleri susturucu bir şekilde ifade özgürlüğüne karşı caydırıcı etki doğurması kaçınılmazdır”.
Hatta , AİHM kişi yargılama sonucunda beraat etmiş olsa bile “bu türden bir caydırıcı etkinin var olacağını” belirtiyor.
Gazeteciler üzerinde uygulanan böyle bir baskı, cezalandırma ve tutuklama tehdidi halkın haber alma hakkı üzerinde caydırıcı, korkutucu, susturucu ve sansür yaratan uygulamadır.
Bir devletin demokratik meşruiyet sınırlarından birisi de halkın gerçekleri öğrenme hakkını sağlayan ve kamuoyunu gözü kulağı olan gazetecilerin tutuklu yargılanmamasıdır.
Çünkü; temel hak ve özgürlüklerle ilgili ulasalüstü sözleşmeler ve anayasanın hiçbir hükmü “bir devlete, topluluğa veya kişiye” örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşmede öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçimde yorumlanamaz” (AİHS md 17).
Devletler, siyasal iktidarın gücünü insan haklarının ihlali amacıyla kullanamazlar. (Fİ/HK)