Yeniden ifade özgürlüğü ve gazeteciler hakkındaki davaları tartışmaya başladığımıza göre, bu konuda geçen yıllara göre çok daha endişe verici bir durum var demektir. Geçtiğimiz yıllar içinde yapılan her şey demokrasi için yapıldı.
İfade özgürlüğünün ne kadar önemli olduğu 2003 yılındaki II. Ulusal Program denilen yol haritasında yine birinci sıradaydı. Yapacaklarımız ve ifade özgürlüğünün sağlanması için taahhütler Bakanlar Kurulu kararı olarak açıklanıyordu...
Uzun zaman geçmedi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kültür, Bilim ve Eğitim Kurumu "Medya Özgürlüğüne Saygı" başlıklı bir raporunda hem Türkiye'yi hem de diğer ülkeleri uyardı.
Rapora göre; 2007 yılından itibaren 2009 Eylül'üne kadar Avrupa Konseyi üye devletlerinde öldürülen gazetecilerin sayısında artış vardı ve özellikle uğradıkları şiddetli saldırılar aslında ifade özgürlüğünün en sert biçimde ihlali anlamına geliyordu. Bu rapor Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine "uyarı" niteliğindeydi ve medya sürekli ağır ihlallerin yaşandığı bir dönem yaşadığı gibi gelecek hiç de umut verici değildi.
Raporun satır başlarına göre artık haber alma ve ifade özgürlüğünün ne denli tehdit altında bulunduğunun farkına varmamız gerekiyordu. Bir yıl önceki raporun özeti bu.
Rapora göre, Araştırıcı/sorgulayıcı ve eleştirici gazeteciliğe yönelik şiddet, yıldırma ve baskıcı tutumlar sürekli artış gösteriyordu. Bu artışa paralel ve aynı zihniyetle üretilen yasalar da medyayı kuşatan bir anlayışla baskılarını arttırıyordu.
Avrupa Konseyine göre kuşkusuz; hükümetlerin devletini ve halkını terör şiddetinden koruması temel görevidir. Ama bunun için öncelikle özgürlüklerinden vazgeçilmemesinin ne denli önemli olduğu bilinir. Bu nedenle hükümetler tarafından kullanılan araçlar, ifade ve medya özgürlüğünü içeren demokratik özgürlükler aleyhine olmamalıdır.
Çünkü hem Raporda ve hem de Parlamenter Meclisi tarafından açıklanan görüşe göre; gazetecilerin hayatlarından ve güvenliklerinden korku duydukları bir yerde demokrasinin risk altında olduğu açıktır.
Türkiye'de gazeteciler ifade özgürlüğünü sınırlandırıcı birçok yasa nedeniyle cezalandırma tehdidi ve ceza davası riski ile görevlerini sürdürmeye çalışıyor. Hassas siyasi konular hakkında veya toplumda ilgi çeken politik meseleler üzerinde yazı yazmak, yorum yapmak haber yapmak daha başından "risk" taşıyor. Daha yayınlanmadan riskli bir iş olup olmadığı tartışılıyor ve belki de bu tür haberlerin yayınlanmasından vazgeçiliyor. Bir diğer deyişle medya artık olup bitenleri görmüyor ve gördüğünü de görmemezliğe geliyor... Hem risk ve hem de en yakın tehdit, açılacak ceza davasında yargılanmak...
Bu sadece Türkiye'de böyle değil. Daha azı ama kendini hissettirecek ve tedirgin edecek boyutlara ulaşan haliyle Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere'de böyle. Özellikle terör, medya, haberler ve ifade özgürlüğü gibi konular yan yana geldiğinde, önce basın özgürlüğü tartışmaları başlıyor.
Türkiye ve birçok ülkede, terör nedeniyle bazen gereksiz yasalarla sınırlandırmalar çoğaltılmaktadır. Çıkarılan bu yasalarla ortaya çıkan yeni sorunlar yaşanmaktadır. Sistem içinde kalarak aranan çözümlerle getirilen hal çareleri çok kısa sürede bambaşka sorunlar yaratmaktadır.
Anılan Raporun en önemli tespitlerini bir kez yazmıştık. Ama yeniden hatırlatmak gerekiyor:
Medya vasıtasıyla elde edilen ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı ulusal mevzuatlar ile korunmalı ve bu haklar ileri sürülebilir olmalıdır. Bu haklara dair yüksek sayılarda dava açılması ulusal medya mevzuatı tatbikatında problem olduğunun göstergesidir. Bu tür mevzuatların gözden geçirilmesi gereklidir.
Gazetecilerin bilgi kaynaklarının gizliliğine saygı duyulmalıdır. Halkı ilgilendiren önemli olaylar hakkında özel haber yapma hakkı halkın bilgiye erişim özgürlüğü ile çatışmamalıdır.
Gizlilik ve devlet sırlarını kapsayan kanunlar, hukuka aykırı olarak bilgiye erişim özgürlüğünü sınırlandırmamalıdır.
Gazeteciler özür dileme, düzeltme veya cevap hakkı niteliğinde olan öz-denetim sistemine haiz olmalıdırlar. Şikâyet komisyonu, şikâyeti dinleyen kimseler ve birtakım organların uyması gereken kararlardan oluşan bir öz-denetim sistemi medya tarafından kurulmalıdır. Bu tedbirler de mahkemeler tarafından tanınmalıdır. Gazeteciler kendi davranış ve protokol kurallarını koyabilmeli ve bu kuralları uygulayabilmelidirler.
Tüm siyasi veya finansal çıkarlar gazeteciler tarafından açığa çıkarılabilmelidir.
Eleştirilerden dolayı gazeteciler hapis cezası almamalıdır. Kine kışkırtma, toplum düzenini koruma ve milli güvenliğe karşı düzenlenen ceza yasaları ifade özgürlüğüne saygı duymalıdır.
Cezalar gereklilik ve orantılılık şartlarına uymalıdır. Siyasi amaçlı bir takım kanunların uygulanması, dayatılan cezaların sıklığı ve şiddetinden anlaşılabiliyorsa, medya mevzuatı ve uygulamaları değişmek zorundadır.
İfade özgürlüğünü ve halkın haber alma hakkının ceza tehdidi ile risk altında tutan yasaların yol açtığı sorunların çözümü için medya mevzuatının baştan sona değişmesi gerekmektedir.
Türkiye'de bu kadar çok sayıda açılan soruşturmaların yarattığı sorunlar, adaletin yerine gelmesini değil, soruşturmalar yasaya uygun olsa bile kamuoyu vicdanında yarattığı rahatsızlık tedirgin edici boyutlardadır. Çünkü tek başına yasallık hukuk demek değildir. Demokratik hukuk devleti hiç değildir.
Bir kez daha ifade edelim, ceza davalarının çokluğu karşısında, cezalandırma tehdidi altında gazetecilik yapılması artık mümkün değildir. Çünkü artık gazeteciler ve ifade özgürlüğünün yanında bu ülkenin demokrasisi risk altındadır.
Hala bu ülkenin ve bu ülkede yürürlükte bulunan ceza hukukunun demokratikleşebilmesi için vakit ve umut vardır. Bunun için insan haklarına saygılı ceza hukuku "cezalandırma hukuku" olmaktan çıkarılması ve "bireysel hakları koruma hukuku"na dönüştürülmesi ilk adım olmalıdır. (Fİ/EÖ)