Bugünkü gazetelerde, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, hükümetin "demokrasi açılımı" adını verdiği Kürt sorununa çözüm girişimleri, PKK militanlarına af, Kürtçe eğitimi, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın PKK militanlarını affedebileceklerine dair sözleri, üzerine yorumları yer alıyor.
Türkiye'de Genelkurmay Başkanlarının her fırsatta siyasete müdahale etmeleri yeni değil. Ama bu haberlerde farklı olan, Başbuğ'un gazetecilerin sorularını yanıtlıyor olması.
Oysa, askerlerin siyaset yapmaları, siyasete müdahale etmeleri suç. Gazeteciler, havaalanında sordukları sorularla, Mardin'deki Sınırtepe Karakolu'nu ziyaretten dönen Başbuğ'u böylece siyasete müdahale etmeye, suça teşvik etmiş oluyor.
Ayrıca bu sorular teknik olarak da yanlış, zira soruların muhatapları Genelkurmay Başkanı değil, hükümet üyeleri.
Gazetecilerin sordukları sorulara bir bakalım.
[Hükümetin "demokrasi açılımı"na dair] "Kurumlararası uyum açısından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin pozisyonu, tutumu nedir? Yapılanları desteklediğiniz anlamını çıkarabilir miyiz? Demokratik açılım konusunda devletin mutfağında ne pişiyor?"
Başbuğ soruya "Gayet tabii" diye yanıt veriyor. Ama bu soruların asıl sorulması gereken kişi, Genelkurmay Başkanı'nın bağlı olduğu siyasetçi; yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Ayrıca, hükümetin bu süreçle ilgili eşgüdümle görevlendirdiği İçişleri Bakanı Beşir Atalay, başında beri "devletin bütün kurumlarıyla birlikte çalıştıklarını" söylüyor.
"Af konusunda TSK ne düşünüyor?"
PKK militanlarına af, yine hükümetin ve parlamentonun yetkisinde bir konu. Başbuğ "Affa takılmayalım" deyip, çatışma çözüm süreci uzmanlarının "işe yaramıyor" dediği "etkin pişmanlık", "eve dönüş yasası" diye bilinen Ceza Yasası'nın 221. maddesinin işe yaradığını savunuyor.
Eski IRA militanı, şimdi çözüm sürecinde İrlanda tarafında masaya oturan Sinn Fein partisinin yetkilisi Jim Gibney, Akşam gazetesinden Şenay Yıldız'a verdiği röportajda, çözüm için silahlı grupların yok sayılmaması gerektiğini, PKK bağlantısından dolayı hapse atılmış kişileri en kısa zamanda serbest bırakmanın savaş zeminini ortadan kaldırmaya yarayacak bir jest olabileceğini söylemişti.
"Suriye Devlet Başkanı Esad 'bin 500 PKK'liyi affedebiliriz' diyor. Bu terörle mücadeleyi nasıl etkiler?"
"Affa takılmayalım" diyen Başbuğ, bu adımı olumlu bulduğunu söylüyor, "Çok ciddi etkiler" diyor. Hesabını PKK'nin nüfusunun azalması üzerine kuruyor ve "Terörle mücadele bir süreçtir. Bunun bir sihirli formülü yok. Ne kazanırsanız artı hanenize yazacaksınız. Hemen her şeyi sıfırlamak mümkün değil. Suriyeli bin 500 diyor. Bir kısmı örgütten koparsa terörle mücadelemizi çok ciddi etkiler" diye konuşuyor. Gazetecilerin soruyu "barış, çatışmalı sürecin sonlandırılması" üzerine değil de "terörle mücadele" üzerine kurması zaten vahim. Ama yine Dışişleri Bakanlığı'na ya da Başbakan'a sorulabilecek bir soru soruluyor Başbuğ'a.
Kürtçe eğitim diye bir sorun var mı?
İnsan , "İlker Başbuğ eğitim, dil hakları, çocuk hakları konusunda uzman da, bu soru o yüzden mi soruluyor" diye merak ediyor. Ve Başbuğ uzmanlığını "Anadili anneden babadan öğrenilir. Ana babaya 'Kürtçe öğretme' diyen mi var?" diye sergileme fırsatını buluyor.
Bu soruyu sorup da gerisini getirmeyen gazeteciler bir dilin yaşaması, gelişmesi için onun eğitimde, kültürde, sanatta, bilimde kullanılabilmesi, bunun olanaklarının oluşturulması gerektiğini bilmiyor olmalı.
Böylece gazeteciler, Başbuğ'a, dille ilgili hak ve özgürlüklerin yalnızca ailenin çocuklara dili öğretmesiyle sınırlı ve yeterli olduğu gibi yalan yanlış bir savı yeniden üretme olanağını vermiş oluyorlar.
Acaba konu Kürtçe değil Türkçe, sözü edilenler de Yunanistan, Bulgaristan, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde oranın yurttaşı olarak yaşayan Türkler olsaydı, acaba bu soru ve yanıt nasıl değişirdi?
Sonuçta, karşımızda, savaşan taraflardan biri olan Genelkurmay Başkanı'nın siyaset üzerindeki gücünü pekiştiren, militarizmin iktidarını cilalayan haberler var. Daha da vahimi, bu haberlerin hamurunu yoğuran da pişiren de gazeteciler. (TK)