*Fotoğraflar: Surp Hagop Mezarlığı el konmadan önce/ Agos
1872'de Ermeni cemaati, mezarlık arazisinin bir bölümünü kamuya açık bir park haline getirmek isteyen Beyoğlu Belediyesi kararına itiraz etti ve mezarlıkta çadırlar kurarak, olası bir gaspa karşı günlerce nöbet tuttu. Direniş, o vakit için, Ermeni cemaatinin lehine sonuçlandı. Sultan Abdülaziz arsanın Ermeni milletinin mülkü olduğuna ve mezarlığa cebren el konulamayacağına hüküm verdi.
Gezi Parkı'nın bir bölümünü de içine alan, Taksim'den Pangaltı'ya kadar uzanan Ermeni mezarlığına ilk el koyma girişimi ve ilk direniş 1872 yılında basına nasıl yansıdı? Kübra Uygur'un Agos'ta yazdığı yazıyı yayımlıyoruz.
2013 yılı Haziran ayında başlayan Gezi Park direnişi sırasında, Türkiyeli Ermenilerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşu Nor Zartonk’un teşhir ettiği pankartta “Mezarımızı aldınız, parkımızı alamayacaksınız” diye yazıyordu. Pankarttaki cümle, geçmişi 1560 senesine uzanan, bugün Gezi Parkı’nı da sınırları içerisine alan oldukça büyük bir Ermeni mezarlığının tarihsel sürecini yeniden gün yüzüne çıkardı.
Konuya ilişkin, Armaveni Miroğlu, Tamar Nalcı-Emre Can Dağlıoğlu ve Zakarya Mildanoğlu gibi araştırmacıların çalışmaları, bugün üzerinde Gezi Parkı, Hyatt Regency, Hilton ve Divan otel ile TRT İstanbul Radyosu ve Askeri Müze'nin yer aldığı eski Pangaltı Ermeni Mezarlığı’nın tarihsel sürecini anlamamıza büyük katkı sağladı. Bahsi geçen araştırmacılar, mezarlığın akıbeti ile ilgili önemli olayların yer aldığı 1909-1939 arasına vurgu yaparak, mezarlık arsasının Ermeni cemaatinin elinden alınıp belediyeye geçtiği sürecin ayrıntılarını aktardı.
Bu yazının amacı ise, Pangaltı Ermeni Mezarlığı’nın bir mesele olarak ilk kez karşımıza çıktığı 1872 yılına odaklanarak, konunun, dönemin Ermeni harfli Türkçe gazetelerinden biri olan Manzume-i Efkâr’daki yansımalarını paylaşmak. Mezarlık konusuna ilişkin Manzume-i Efkâr’da yayınlanan makalelere yer vermeden önce 1872’de yaşanan meseleyi kısaca özetlemek faydalı olacaktır.
Altıncı Daire olarak bilinen dönemin Beyoğlu Belediyesi 1872’de Surp Hagop (Pangaltı) mezarlığını Harbiye arazisine dahil etmek ve bir kısmını da kamuya açık bir park haline getirmek amacıyla arsaya el koymak ister. Buna karşılık Ermeni cemaatine de Zincirlikuyu taraflarından bir mezarlık arazisi vermeyi teklif eder. Belediyenin Ermeniler için ruhani ve maddi değeri büyük olan mezarlıkla ilgili kararı, cemaat içerisinde büyük huzursuzluk yaratır ve konu, dönemin padişahından yardım istemeye kadar uzanır. Sultan Abdülaziz mezarlık arsasının Ermenilerin mülkü olduğuna ve araziye cebren el konulamayacağına karar verir ve meselenin hukuki boyutu çözüme kavuşur.
Ancak, Ermeni cemaatinin meseleye ilişkin tutumu sadece belediyenin değil, imparatorlukta yaşayan Türklerin, Fransızların ve hatta Katolik ve Protestan Ermeni cemaatlerinin dahi tepkisini çeker. Cemaatinin mülk hakkını sonuna kadar savunan Manzume-i Efkâr ise buna karşılık, basında Ermeni cemaatinin tutumu hakkında yayınlanan eleştirel yazılara tek tek cevap verir.
Altıncı Daire’nin kararı
Manzume-i Efkâr’ın 22 Aralık 1872 tarihli (gazete tarihleri Jülyen takvimine göre yazılmıştır) 2063 numaralı nüshasında mezarlıkla ilgili haber ilk şöyle duyurulmuştur:
“Aldığımız malümata göre Beyoğlu Hay (Ermeni) kabristanı altıncı dayire tarafından bir umum bahçesi yapılmak üzere hariciye tarafından istenilmiş oldukdan başka, eğer millet tarafından kemikler çıkarılarak mezkür kabristan serian teslim idilmez ise, cebren boşaltılarak alınacağı resmen dahi haber virilmiş olduğundan, ve bu ise değil yalnız ruhani suretde, illa mülkce ve milletce hukukumuza tokunacağından, bugün ruhban takımı birleşerek zatı hazreti şahaneye bir kıta arzuhal takdim idecekler, adalet ve hakkaniyet ve merhameti şahaneyi reca ve niyaz iyleyeceklerimiş. Bu husus millete pek ağır gelmekde olduğundan, umarız ki hariciye nezareti celilesi mezkür iddasından vaz geçmekligi ehemmiyetden add idecekdir.”
Gazete ertesi günkü sayısında (Manzume-i Efkâr 23 Aralık 1872, Sayı 2064) kabristan meselesine daha geniş yer verir ve şunları yazar:
“Aldığımız malümata göre ybisgoposlar, vartabedler, kahanalar (yani ruhban sınıfı) ve haylice cemaat Galata kilisesinde toplanmış ve zatı hazreti padişahiye takdim kılınacak olan arzuhalı tertib ve tahrir iylemiş ve cemaata okuddurmuşlar. Mezkür kabristanın cebren alınmak istenilmesi değil şu ya bu şahsın, devleti aliyeye ve memaliki mahruseye sadık tekmil milletin, gerek ruhani ve gerek cismani suretde hukuku imtiyazatına tokunmakda oldukdan başka, böyle bir adaletlu hakkaniyet devru zemanında, bir dayirenin ve yahod şu ya bu şahsın keyfi için bahçe yapılmak behanesiyle gasp idilmek murad olunan mezkür mezarlık uğrunda zatı hazreti padişahiyi her kaç defa taciz itmeklik lazım gelir ise itmek, ve daha nereye müracaat itmek iktiza ider ise iylemek lazım gelir.”
Padişah’a müracaat
Aynı tarihli gazetenin akşamki nüshasında ise cemaatin Dolmabahçe sarayına giderek yazılan arzuhali Sultan Abdülaziz’e nasıl verdiği anlatılır:
“... Bütün millet patrikhaneyi, kiliseleri, mektebleri ve hatta dükyanları ve mağazaları kapayıb tatil iderek çalışmak, canu ten feda itmek ve bu hakareti kat-an kabul iylememeklige kavlu karar iyledikden sonra, cemiyet ile, yani altı yedi ypsigobos, yigirmi nefer kadar vartabed, ve yüz neferden mütecaviz kahanay ve bin beşyüz kadar ehali gidib Dolmabahçe serayı hümayunu nezdinde dizilirler. Zatı hazreti adaletpenahilerini beklemek isterler ve bir kaç defa asakirin önünde düzülmeleri bazı neferat ve zabitan tarafından men idilmek istenilir. Biraz da mücadele hasıl olur ise de, her tehdid ve tehlikeyi göze alarak her halde mezkür arzuhalı takdim ideceklerini zabitandan biri görerek, kemali insaniyet ve hürmetle yer göstermiş, izharı teşekkürler ile saf beset dikilmişler. Zatı hazreti şahaneleri yanlarına doğru yaklaşır yaklaşmaz, arzuhalı elinde tutarak yokarı kaldırmış olan srpazan (Not: Muhtemelen dönemin Patriği kastediliyor) kendi teessirli lisan ve telaffuzuyla millete olunan bu hakaretden dolayı gözleri dolarak, vacibeden bulunan duayı yüksek sesle okumuş, cemaat amin bağırmış ve zatı şahaneleri dahi arzuhalın alınmasını irade buyurmuşlar ve kendi desti şahanelerine almışlardır.”
Yazının sonunda kabristan meselesinin Ermeni milletine ne kadar ağır geldiği, bir araya gelen herkesin bu aralar sadece bu konu hakkında konuştuğu ve herkesin belediye tarafından gelecek olası bir yıkıma karşı nasıl teyakkuzda olduğu belirtilir. Gazete milletin kaygılarını şöyle anlatır:
“Beyoğluda aldıkları bir kampana sesinden ve zaten işidilmiş bir lakırdıya binaen, yani altıncı dayire tarafından gelib de kabristanın duvarlarını yıkmaya başladıklarından, işaret kampanası vuruluyor şübhesiyle hemen kabristana koşmuşlar ise de, öyle birşey olmadığını görerek rahat olmuşlardır. Velhasıl, millet tarafından Beyoğlu kabristanında bir çadır kurdurulub ve tepesinde bir haç dikdirilerek, bir tafatan bir hakaret olunur ise aniden icab iden mahallere haber yetişdirilmek üzre, bir takım kesan bekletdirilmekdedir. Bir çok familyalar atalarının ebedi rahatlığını, mezarların önüne bekci tayin itmişler, ve her nevi hücuma karşı mubih, lakin meyyusane suretde inatla karşı koymak için, Cumairtesi ve Pazar geceleri nöbetleşe beklemişlerdir.”
Taksim'den Harbiye'ye bakış. Sağda mezarlık arazisi
Sultan Abdülaziz’in kararı
(Manzume-i Efkâr 25 Aralık 1872, Sayı 2065)
“Srpazan hazretleri Cumairtesi günü Beyoğluna geçmiş ve birkaç mahalle vizita virib Gümüşgerdanyan Efendinin hanesine müsafir olmuşdur. Saat bir buçuk raddelerinde zatı hazreti sadaretpenahi tarafından Humaryan Garabed efendi oraya gelerek müşarileyh hazretlerini bulmuş, ve getirdigi müjdeyi resmen tebliğ iylemişdir. Şöyle ki, zatı hazreti sadaretpenahilerinin hasseten kendileri patrikhaneye göndererek patrik efendi hazretlerine, tarafı valealarından asla teessüf itmeyib illa itminanı kalb ve rahat üzre bulunmalarını, ve mezkür kabristanın zaten milletin olduğu gibi yine milletin olmasını bildirmekligi emru tembih buyurduklarını, ve kendilerinin ise patrikhanede olmayıb Beyoğlunda olmalarını işiddiklerinden oraya geldiklerini, ma memnuniyeti azime tebliğ iylemiş, ve bir saat kadar görüşüb konuşdukdan sonra büyük teşekkürler takdim iylemek üzre ayrılmışlardır.”
Her ne kadar Manzume-i Efkâr yukarıdaki üç nüshasında arka arkaya önce Altıncı Dairenin kabristana el koyma kararını, Patrikhane’nin ve ahalinin konuya itiraz edip padişaha ulaştırdıkları arzuhali ve Sultan Abdülaziz’in Ermeniler lehine vermiş olduğu kararı bildirse de mesele burada kapanmaz. Ermenilerin göstermiş olduğu direniş birtakım eleştirilere maruz kalmış ve gazete ilerleyen sayılarında kabristan meselesi hakkında basında yer alan yazıları, diğer milletlerin konu hakkındaki görüşlerini ayrıntılarıyla paylaşmaya devam etmiştir:
(Manzume-i Efkâr 27 Aralık 1872 Sayı 2067)
“… Evet Altıncı dayirenin istediği yerde bahçe, bağ ve ev yapmaya hakkı vardır, lakin arsasını da biz ihya etmeye borclu değiliz.
Bazılar, maddenin ya künhüne varmaksızın, veyahod milletimize bir hakaret olsun için ‘madam ki umumun zevku sefasi ve menfaatı niyetiyle istenilmektedir, Ermeniler bu fedakyarlığı etmelidirler’ derler imiş. Umumun hayrı menfaatını deyil yalniz Ermeniler, illa her millet ve her adem düşünmeli ve icra etmelidir. Bizim bir kaç yüzbin lira kıymetinde bulunan mülkümüzü alıb da, yalniz safahata dayir bir bahce yapmaya kalkışan zatlar, gerek hendek sokağında yaptırdıkları, ve gerek sayir mahallerde malik oldukları haneleri ve konakları, yapacakları bahçeden bin defa ziyade sevaplı ve menfaatli olduğu halde, yarımşar bodruma dahi malik bulunmayan binlerce biçareye ihda etseler daha iyi ve daha güzel olmaz mı? Eger sevab ve fedakarlık bir farz ise, bize cayiz gördüğü farzı, Altıncı dayire evvela kendi de icra iderek ibadullaha dahi fiilen bir ibret virmelidir.”
“... Bazılar dahi, güya bir avokatlık ideyorlar gibi, bazı İslam, Katolik, Protestan ve Frenk kabristanlarından yerler alınarak yollara virildigini, ve alel husus bizim kabristanın sırasında olub da, şimdi umum bahcesi olan kabristanın Frenkler tarafından terk edilmesini bir misal diye ibraz itmekdedirler. Şunu güneş gibi aşikyar biliriz ki, Frenkler adama, dünyanın hiç bir köşesinde hindiyi alamadıkca, bir serçe bile vermezler. Hele Türkiyamızda ise, kendi tedabiri haseneleri sayesinde, değil ekdikleri yerden illa, ekmedikleri yerden bile biçmeye alışmışlardır. Demek isteriz ki, evet onlar kabristanlarını virdiler ve gerçi bilmeyiz ki neler ve neler aldılar, ve hala da almaktadırlar. “
Aleyhte yazan gazetelere cevap
Manzume-i Efkâr Hadika isimli Osmanlıca yayın yapan bir gazeteyi Ermeni kabristanı hakkında yazmış olduğu yazıdan dolayı sert eleştirir ve şunları ifade eder:
(Manzume-i Efkâr 28 Aralık 1872, Sayı 2068)
“... Hadika nam Osmanlıca gazeta bu Salı günki nüshesinde bizim Beyoğlu kabristanı meselesi hakkında bir bend derc iderek, mezkür kabristanı bir umum bahcesi yapılmak üzere Altıncı dayreye terk itmedigimizi, orada bir kilisecigimiz bulunmasını bahane iderek emri teassibi izhar etmiş olmamıza haml itmiş ve Taksimdeki İslam kabristanından bir haylice yerin yola alınmasını ve İslam ahalisi tarafından müteassiblik edilerek hiç bir ses çıkarılmamasını dahi bir misal deyi ibraz iylemişdir. Mezkür gazetanın bu lisanından anlaşılmaktadır ki kendi emir teassüb denilen şeyi kyamilen ayıblamakta ve bize müteassib dimekdedir. Hadika, mezkür bendinde beş yerde bizim mezarlığın zikrini geçmiş ve beş defasında dahi mezarlık ve yahod kabristan lügatını istimal itmeyib illa meşatlık lügatını istimal iylemişdir. Osmanlı lisanında, alesseviye İslam olmayanların mezarlığına eski vakitlerde meşatlık denilirdi. Hala müteassib adamlar ve taşralarda olanlar mezkür lügati kullanmaktadırlar, amma bu meşatlık lügatı hakaretdir ve Hadika beş kere istimal itmeklige utanmamışdır. Şimdi bizim mal-u mülkümüzü zor ile elimizden kapdırmayıb da hıfz-u vikayesine çalışmamız mı bir teassübi bariddir, yoksa Hadikanın beş kere meşatlık lugetinimi istimal iylemesi mi şayanı tayyibdir?”
Manzume-i Efkâr yine aynı sayısında dönemin İstanbul’da yayınlanan Fransız La Turquie gazetesinden bir alıntı yapar ve bu yazıya da cevap verir:
“La Türki gazetası dahi dayima mezkür mezarlığın zabt idilmesine çalışanlardan olduğundan, bilmeyiz ne gizli niyete mebni, bu defa dünki nüshesinde güya mezkür mezarlığımız nasıl ki evvelden beri kendi mülkümüz idi, yine kendi mülkümüz kalmayıb, illa yine ileride elimizden alınmaya, Altıncı dayire tarafindan cüret olunacakdır gibi bir lisan kullanmışdır. Gazetanın mezkür nüshasını derc ideriz. (alıntılarız, ekleriz)
La Türki: Bugün Katolik ve Protestanlar umumun fayidesi niyetiyle kabristanlarının Feri köyüne nakledilmesine ve Müslümanlar dahi, kabristan sokağı ve Ayas Paşa kabristanlarının kaldırılmasına müsade etmiş olduklari halde, eski asırda bulunmuş gibi yaşamakda olan Ermenilerin eski barbarlıkda inad idip durmalarına ve vahşi gibi tekaddüme karşı gelmelerine akıl erdirememekdeyiz. Ermeniler bu yol ile medeni bir memleketin namusuna halel getiren ve az bir mesarifle en güzel ve en eski vakitlerin hayaleti kuvveti ile mezkür kabristanı ellerinden çıkarmak istememekdedirler. Beyana hacet olmadığı üzere mezkür kabristan oradan kalktığında hükümeti seniye Zincirlikuyu civarında bir takım hali arsalar virerek kararın yerini ziyadesiyle dolduracakdır.”
Gezi Parkı direnişi (2013) döneminden bir pankart
"Orası bahçe yapılır ise..."
İstanbul’da yayınlanan başka bir Fransızca gazete olan Le Phare du Bosphore da kabristan konusunda Ermenilerin itirazını eleştirenler arasındadır. Beyoğlu’nun ortasında bu denli büyük bir alanın belediyeye verilmesi halinde bölgenin güzelleşeceğini, kabristanın orda kalmaya devam ettiği sürece temiz havayı bozduğunu iddia eden gazete, daha da ileriye giderek, Ermenilerin kabristanı Altıncı Daireye vermemesini ‘barbarlık’ olarak nitelendirmiştir. Buna karşılık Manzume-i Efkâr, yazının tercümesini yayınlayarak, gazetenin eleştirilerine tek tek cevap vermiştir:
(Manzume-i Efkâr 30 Aralık 1872)
“Orası bahçe yapılır ise Altıncı dayire güzelleşir imiş. Vah vah vah…Meğer ki Altıncı dayrenin her işi bitmiş, sokakları kaldırımları yapılmış, süpürülmüş de, işimiz yalnızca bahçe mi yapmaya kalmışdır?
Mezkür gazetaya nezaren kabristanın ol halde kalmasıyla, güya hava bozulur imiş. Havanın bozulması için oraya cenaze defn idilmelidir. Halbuki senelerden beridir buraya cenaze defnedilmediğini cümle alem bilmekdedir. Hem orası zaten bir nevi bahçedir, bir güzel ormandır. Biz kendimiz kendi mülkümüz üzerine bağ ve bahçe, kilise, mektep, ev veya konak yapamaz mıyız? Pek ala yapabilirz, ve çok defa da murad ve arzu itmişizdir. Lakin, mezkür dayire ta evvelden beru mahalli mezburu Ermenilerin bir şaşkın tarafına getirerek zabt itmekligi kurmuş olduğundan hic bir defa nizamen lazım gelen ruhsatnameyi virmek istememişdir. Ve millet de emri basirete riayeten şimdiye kadar tehammül itmiş ise de, artık bu defa bıçak kemige dayandığından, zatı hazreti şahaneyi taciz itmege mecbur olmuşdur.
Zincirlikuyu lakırdısına gelindik de, hangi şaşkın kendi elmasını sırça ile değiştirir? Eger bu efkyar kendiye lojik görünmekde ise, biz de kendiye teklif ideriz ki, yarından tezi yokdur, buyursun gelsin çıkaracağı gazetaları bakkal kağıdı ile, yahod arkasındaki paltoyu eski abalar ile değiştirelim. Eger Beyoğluda sekiz arşın bir kıymetli arsası var ise kendisine karşılık Kağıdhane deresinde 800 arşın bir arsa gösterelim, varsın ala bir konak yapsın da kış yaz sefayı hatır üzre ömür geçirsin.”
Patrik’ten yanıt
Fransız gazetelerinin konuyla ilgili eleştirel tutumu devam edince, srpazan (o tarihlerde Türkiye Ermenileri Patriği Vanlı Khrimyan olarak görünmektedir) dönemin Fransız gazetelerinde yayınlanması için bir mektup kaleme almıştır. Fransızca kaleme alınan mektubun tercümesinin bir bölümü Manzume-i Efkâr’dan aktarıldığı haliyle şöyledir:
(Manzume-i Efkâr 30 Aralık 1872, Sayı 2071)
“Riayetlu baş muharrir,
Bir vakıtdan beru İstanbul’un bazı gazetaları Beyoğlundaki Ermeni Kabristanı meselesini yalnız umumun sıhhat ve fayidesi ciheti ile nazar kılmakda ve güya Ermeni milleti kabristanın diger bir mahale nakl idilmesine kör körüne karşı gelmekliye niyet itmişdir gibi gösdermekdedirlier. Şimdi adaletu hakkaniyet menfaati hatrı için, hakkati halini beyan itmekliyi vacibeyi zimmetimden add iderim.
İmdi bir ruhani binaya tokunuldukda, mezkür bina ziyadesiyle sarsıldığı ve hususi ile şark Hristiyanlarının yüreğinde taben mevcud olan mezheb duygusuna tokanılmış olacağı gibi, öyle bir Ermeni kabristanına tokunuldukda milletin mezhebce duygularına tokunulmuş olur. Şarkda bir ecnebi için bu hali bir bakışda anlamak gayetle güçdür.
Mezkür tasavvurları meydana koyanlar, Beyoğlu kabristanımızın cesametine ve mevkısinin güzelliyine kapılmışlar idi. Bazıları mezkür kabristanı bir 'Champ de Mars' ve bazıları umumi bir gezilecek mahalle tahvil itmek istedikleri gibi, bazılarda arsasını satıp para kazanmak istediler. Hatta bazı Evrobalılar Ermenilerin eski kabristanı üzerinde, bir Bolonya ormanı, bir Hyde Park yahod güzel bir kırater yapmak heyalinda idiler.
Nasıl ki herkese malümdur, bundan bir kaç gün evvel, mezkür teklifler tekrarlandı, ve hariciye nazırı paşa hazretleri, şark usulü adeti, ve içinde atalarımızın kemikleri bulunan eski bir kabristanı naks olunmaz bir hale bırakan bir takım mukaddes hukukları hiç nazari dikkate almaksızın, kabristanı az vakit zarfında boşaltdırmasını ve boşaltdırmadığında ise tehdid yollu patrik hazretlerine ihtar iyledi. Kendi übhetlu hükümdarları hakkında her vakıt sadakatu ubudiyetde kusur itmemiş olan bir millet tarafından gösterilen azim sebepler, müşarileyh hazretleri nezdinde kabul olunmadığından, milletin ruhban takımı, hattu hisab gelmez bir takım felaketlerin önünü almak için sevgülü hükümdarımızın müessir adaleti şahanelerine müracaata mecbur olmuşdur. Sultan Abdülaziz han hazretlerinin ismi şahaneleri ebedul ebed mübarek olsun, kendi sadık ve ehli ırz tebaalarının ricasını kabule himmet birle, gerek pürşeref ataları ve gerek zatı şahaneleri tarafından her an himaye olunmus ruhani duygu ve menfaatlerine kadar tokunulmasına müsade etmiş olmayan azametli efendimiz padişahımız hazretleri dayima fatih ve mesud olsun."
(KU/NÖ)