Güncelleme: Bu yazı Wael Ebu Leyl'in 24 Ekim günü yapılacak olan duruşması öncesinde yazılmıştı. Ancak duruşma 29 Kasım'da gerçekleşmesi öngörülen seçimlerin sonrasına 26 Aralık tarihine ertelendi. Ceza mahkemesi gerekçe olarak yeterli güvenliğin sağlanamadığı bahanesiyle oturumu açmayı reddetti, gerçekte ise Wael'in keyfi tutukluluğunu uzatmanın bir yoluydu bu.
Hatırlayın! Geçtiğimiz Ocak ayında Tunus'tan kopan özgürlük rüzgarı Mısır'ı da sallamıştı.
On binlerce Mısırlı Kahire'deki Tahrir Meydanı'nı doldurmuş, onlara peyderpey eklenen yüz binlerce insanla beraber bir milyonu aşkın bir kitle meydana gelmişti. Bir barut izini takip eder gibi halk devrimi ülkenin başlıca şehirlerinden kıvılcım alıp İskenderiye'den Süveyş Kanalı'nı geçerek Asuan'a ve ardından Assiut ve Al Minya gibi yukarı Mısır şehirlerine kadar yayıldı.
Slogan şuydu: «el Shaab yurid Askat Nidham» (Halk rejimin düşmesini istiyor). Hiç tartışmasız!
Ordu da zaman kaybetmeden Kahire sokaklarında yerini aldı ve Tahrir Meydanı'ndaki göstericilerin arasına karıştı. Rejim tarafından hızla oluşturulan ve özellikle o onur alanına düşen pek çok "devrim şehit"ine tanıklık eden Şubat'ın ilk günlerinde yaşanan çatışmalarda rol oynayan karşıdevrimci çapulcularla.
Kan aktı ve dönüşü olmayan bir noktayı işaretledi; "rais el maklup" Mübarek'in düşüşü hızlandı. 11 Şubat akşamı Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin (SCAF) diktatörü görevden alması halk arasından büyük bir coşkuya yol açtı.
Mısırlılar bir rüyayı yaşıyorlardı. Her şey mümkün olmaya başlamıştı: Ordu onlardan yanaydı, halka ateş etmeyi reddediyordu. Yeni bir hükümet atandı ve başbakan Essam Şerif tarafından devrimciler koalisyonu da masaya davet edildi; yeni bir Mısır'ın temellerini birlikte atmak için. "Demokratik" bir Mısır diyorlardı.
Ama hemen ardından aldatmacalar geldi. Zirvedeki müzakereler bir fare doğurdu: Yeni bir anayasa falan yoktu, yalnızca aceleyle dayatılmış düzenlemeler ve bu düzenlemelere dair 19 Mart'ta yapılması öngörülen bir referandum vardı.
Zarlar hileli çıkmıştı; siyasi alandaki bu kontrollü açılım, gerçekte yalnızca ülkedeki en büyük siyasi güç olan Müslüman Kardeşler tarafından kurulan Özgürlük ve Adalet Partisi'nin tüm sandıkları silip süpürmesine hizmet ediyordu. Böylelikle on yıllardır farklı kültür ve hayır kurumları üzerinden örgütlenen toplumun kontrolü altına alınarak tüm devrimci umutlar boğulmuş olacaktı.
Ama anayasa ve öngörülen seçim takvimi üzerindeki bu "lifting" operasyonuna verilen onayın yarattığı hoşnutsuzluğa rağmen halk hareketi durulmadı. Tahrir Meydanı'nın vazgeçmeyenleri, şu ya da bu biçimde, her Cuma bu Arap Baharı'nı sürdürerek yasal taleplerini haykırdılar: Şehitlerin aileleri için adalet. Seçim takvimini takiben demokratik partilerin özgürce kurulmasına izin veren yeni bir anayasa. Ve en nihayetinde, askerleri kışlalarına gönderen sivil bir hükümet!
Bu talep, kendisini topluma "devrimin garantisi" olarak sunan SCAF'a göre, çok fazlaydı. Mısır'da da, askeri kontrol altında yönetilen diğer ülkelerde olduğu gibi, tartışmasız tek gerçek olarak ordu her zaman kurulu rejimin garantisidir.
Tahrir Meydanı'nı dolduranlar da bunun hemen farkına vardılar. İlk olarak 9 Mart'ta; ordu ilk defa "baltaguiya" (haydutlar) olarak adlandırılan karşıdevrimcilerin yardımıyla meydanı temizlemeye kalkıştığında. Operasyon onlarca insanın yaralanmasıyla sonuçlandı ve sonrasında onlarca gösterici tutuklanıp hızla askeri mahkeme önüne çıkarıldı.
Ardından 9 Nisan gecesi, bir milyondan fazla göstericinin Tahrir Meydanı'nı doldurduğu büyük eylemin ertesi günü yaşananlar var. O gün, görevden alınan başkan Mübarek'in sembolik olarak bir halk mahkemesinde gün boyu yargılanmasıyla, SCAF'a göre, artık bu halk protestosuna bir son verilmeliydi.
Ama beklenmedik bir olay, SCAF'ın meydanın kontrolünü ele geçiren Müslüman Kardeşler'le işbirliği içinde zekice hazırlanmış bu planını bozdu. O gün meydandaki kalabalığa Süveyş'ten gelen askeri bir tabur katıldı, akşamın ilk saatlerinde ana tribüne çıkıp konuşan subaylar meydandaki halk arasında büyük bir coşku seline neden oldular. Kırmızı çizgi aşılmıştı, zaten tepki de gelmekte gecikmedi. Bu sefer ordu vahşice saldırdı.
9 Nisan gecesi, sabahın saat üçünden hemen sonra askeri polis ve özel birlikler meydanı boşaltmak için meydan girdiler, yüzlerce göstericinin etrafını çevirip ablukaya aldılar, havaya ateş ettikleri makineli tüfeklerin mermi ışıkları ve elektrikli cop darbeleri yardımıyla meydanda bir terör ortamı yarattılar.
Tahrir Meydanı bir anda alışılmadık yoğunlukta bir kentsel şiddet sahnesine dönüştü: Bitmek bilmez uyarı ateşleri, yanan araçlar, askerlere karşı atılan taşlar ve hatta öfkeyle kendinden geçmiş bir kitlenin ortasında kalmış üst düzey bir subay.
Temel amaç: halk coşkusunun hızlıca "bağımsız" diye nitelendirdiği bu askeri grupları zaman kaybetmeden derdest etmek. O trajik gecenin bilançosu: 19 sivilin ve iki "bağımsız" subayın ölümü ve onlarca yaralı oldu... Olayların üstü hızlıca örtüldü. Sabahleyin meydan trafiğe açıktı, baştan sona temizlenmişti!
Kendi cinayetlerini saklamak -ama göstericileri de korkutmak- için SCAF, Wael Aly Ahmed Aly hakkında tutuklama emri çıkarttı. O, Tahrir Meydanı'nın Wael Ebu Leyl adıyla bilinen en tanınmış barış aktivistiydi.
Mübarek çevresiyle ilişkili bir iş adamı olan İbrahim Kemal'in parayla tuttuğu bir karşı devrimci olarak sunulan Wael, insanları devrime karşı ayaklanmaya zorlamakla ve böylelikle o meşhur 9 Nisan gecesi sivillerin ölümüne sebebiyet vermekle suçlanıyor. Baştan sona uydurma, hiçbir temeli olmayan bir suçlama.
Gerçekte Wael Ebu Leyl Arap Dünyası'ndaki yeni devrimci kuşağın prototipidir. Yoksulluk tehdidi altındaki orta sınıftan gelen üniversite mezunu 40 yaşında bir yönetici, hiçbir politik çevreye dahil olmayan bağımsız bir insan. Neşeli kişiliği ve sonsuz sabrıyla kendilerine referans arayan halktan gençlerin hızla sempatisini kazanmıştı.
Halktan bir demokrat olarak onları her zaman dinliyor ve sordukları sorulara onları eylemlerine bir anlam vermek için üzerine düşünmeye sevk edecek biçimde yanıt veriyordu. Turizm sektöründeki deneyimi sayesinde sahip olduğu örgütlenme becerisini de unutmamak gerekir.
Bu yüzden sokakların kontrolünü ne pahasına olursa olsun geri almaya kararlı SCAF'ın hedefi haline gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. Liderlik konumundan feragat ettiğini duyurduğu bir basın açıklamasının hemen ardından 13 Nisan günü tutuklanan Wael, 11 Mayıs'ta askeri mahkeme tarafından bir kere yargılandı ve beraat etti.
Ama ceza çekmeye devam ediyor. Onunla birlikte suçlanan insanlar serbest bırakıldılar ama o cezaevinde tutuldu ve ardından yine sahte tanıklar ve siyasi polis tarafından sunulan raporlar üzerinden baştan sona düzmece yeni bir suçla itham edildi.
Askeri rejime karşı her türlü kalkışmayı daha küçükken ezmek için tasarlanmış Stalin zamanlarına yaraşır mükemmel bir komplo.
Wael Ebu Leyl davası önümüzdeki 24 Ekim günü Kahire Ceza Mahkemesi salonunda görülmeye başlanacak. Uzun bir mahkumiyet verilmesi riski var, hatta belki daha da kötüsü, çünkü davaya siyasi davalar için eğitilip piyasaya sürülmüş bir hakim olan Abdulselam Gom'a bakacak...! Sahip olduğu "kasap" lakabı davanın sonucu hakkında iyimser olmaya hiç izin vermiyor.
Bu açıdan, Wael'in savunması, Mısır cezaevlerinde yatan (şimdilik 12000!) bütün siyasi mahkumlar için de büyük bir direnç noktası olacak. Onun davası şu an itibariyle yalnızca Mısır'da insan hakları ve demokratik özgürlükler mücadelesi için değil aynı zamanda binlerce Wael'in başka bir dünyanın mümkün olması için ayaklandığı bütün Arap Dünyası için bir emsale dönüştü.
Yalnızca uluslararası bir dayanışma dalgası onu cezaevine atanlar üzerinde baskı yaratır ve Wael'i özgür bırakmaya zorlar.
* Çeviren: Bülent Kale - Tlaxcala
Wael için imza kampanyası
Tahrir Meydanı'ndaki bağımsız demokratik hareketten Mısırlı militan Wael Ebu Leyl, 13 Nisan'dan bu yana tümüyle mesnetsiz ve kanıtsız ithamlarla cezaevinde tutuluyor. Önümüzdeki 24 Ekim'de yargılanması bekleniyor. Çok ağır cezalara çarptırılabilir. Özgürlük mücadelecisinin bu barışçıl neferine yöneltilen tüm suçlamalar geri çekilmeli ve derhal serbest bırakılmalı. İmza vermek için tıklayın.
Wael'in desteklenmesi konusunda her türlü bilgi ve irtibat için: [email protected]
* Yazarlar hakkında: Fausto Giudice, Avrupalı aktivist, gazeteci, yazar ve çevirmen. Halen Fransa ve Tunus'ta dönüşümlü yaşıyor. Dilsel Çeşitlilik için Uluslararası Çevirmen Ağı Tlaxcala'nın kurucu üyelerinden. Rabha Attaf, bağımsız gazeteci, Fransa-Cezayir vatandaşı.