Hrant'ın Arkadaşları'ndan Çiğdem Mater'in bu yazısı daha önce Agos'ta yayımlandı.
Tuhaf bir ülkede, tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Size anlatmama gerek yok, hepimiz aynı sarmalın içindeyiz zaten, kendimize dolanıp, düğüm olup sonra o düğümleri çözmeye çalışıyoruz. Hayatta birlikte yürümeyi tercih ettiğimiz, kendi seçtiğimiz ailelerin üyeleri o düğümleri açmamıza yardım etmeye çalışıyor. Bazen açabiliyoruz düğümleri, bazen daha da fazla düğüm oluyoruz hep birlikte…
Düğümleri çözmek için o seçtiğimiz ailelerle geçmişimize bakıyoruz çoğu zaman. Ben en azından hem hafızamı tazelemek hem de o güzel, kötü, sevinçli, mutsuz, neşeli ve kederli günlere geri dönmek için yapıyorum bunu, bir de çok saçma gelecek ama -ya da gelmeyecek, çünkü aynı yerde yaşıyoruz-, Bircan ya da Garo yalnız değildir diyeceğimiz zaman, edeceğim iki kelimenin yanına güzel gülen bir fotoğraflarını koyabilmek için…
Geçen hafta, göz göre göre Hrant Dink’i kaybettiğimiz 19 Ocak 2007’den beri bir zorlu yolu, bir sarmalı birlikte yürüdüğümüz, düğümlerimizi birlikte açmaya çalıştığımız iki arkadaşımızın fotoğrafları sardı her yeri, iki farklı sebeple… Bircan Yorulmaz ve Garo Paylan…
Bir haftadır Sincan’da olan Bircan’ın aklı şu anda Garo’da mesela, ben biliyorum, eminim, okudu gazetelerde olan biteni ve endişeli. Adına gazete denmiş, kendisi pespaye bir basılı kâğıt olan yerlerde adıyla sanıyla açıkça hedef gösterilen Garo, kendinden çok Bircan’ı düşünüyor günlerdir. Biliyorum.
Belki bu küçük hatırat yanımızda değil, karşımızda durup, her şeyin altında bir bit yeniği arayanlara da yanıt olur, nedendir bilinmez, her fırsatta parmaklarını sallaya sallaya ‘Hrant’ın Arkadaşları’ diye azarlamaya kalkıp, bir sinek vızıltısı olarak kalanlara cevap sayılır, biz kimiz, neyiz, neredeyiz ve ne yapıyoruz…
Aslında bu sorunun yanıtı 19 Ocak 2007’den beri Hrant Dink cinayetini ve dava sürecini takip eden kalabalıklar için açık ve net. Biz bir grup insan, bazılarımız Hrant Dink’i hiç tanımamış, bazıları omuz omuza çalışmış, o kara Cuma’dan sonra bir araya geldik. Hem acımızı paylaşmak hem de uzun olduğu daha o zamandan belli bu yolda arkadaşlığımızla Hrant Dink’i unutturmamak için. Bazılarımız ilk kez o zaman tanıştık, bazılarımız zaten tanıştık… 13 yıl önceden söz ediyorum.
Garo
Yaklaşık bir haftadır aşağılık bir ırkçı saldırı altında olan Garo’ya bakıyorum, eski fotoğraflarımıza… Onunla ilk nerede tanıştım, ilk nerede elini sıktım, ilk nerede arkadaş olduğumuzu, fark ettim ki, hatırlamıyorum, sanırım arkadaşlığın kıymeti biraz da burada. Hep oradaymış gibi gelmesinde. Ama cinayetten sonra olduğunu biliyorum. Onu ilk gördüğüm an mıh gibi aklımda. Barış için canını veren Hrant Dink son kez şehri İstanbul’un sokaklarında, gazetesi Agos’tan Kumkapı’daki Meryem Ana Kilisesi’ne doğru ilerlerken, o cenaze arabasının etrafına, acıları üzerlerindeki siyah takım elbiselerden yüzlerine yansımış, el ele tutuşmuş zincir olmuş bir grup Ermeni gencinin arasında, uzun boyuyla ve sükûnetiyle aklımda. Sükûnet ve uzun boyu baki, saçları biraz kırlaştı, aradan geçen 13 yılda bizler Garo’yu büyük bir gurur ve onurla, oylarımızla meclise gönderdik. Bir gün bile bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Ne vekilliğiyle ne de arkadaşlığıyla... Son birkaç gündür hedefte. Niye olduğunu bilecek kadar uzun zamandır bu ülkede yaşıyoruz. Kirli ellerinizi arkadaşımızdan çekin demekten yorulduk.
Fotoğrafların içinde kaybolmuşken, ki çok fotoğrafımız var, dikkat ediyorum da büyük bir toplumsal acının üzerinden inşa ettiğimiz ailemizin 13 yıllık hatıratının çoğunluğu kahkahalı, kocaman gülümsemeli, İtalyan aileleri gibi büyük ve şamatalı yemek masalarından. Kahkahanın şahane bir direniş yöntemi olduğunu biliyoruz biz, bizi alabileceğinizi ama o gülümsemeleri yüzümüzden alamayacağınız biliyoruz.
Bircan
O kalabalık İtalyan ailesi masalarının demirbaşlarından biri Bircan Yorulmaz. Bizim biricik Bircan’ımız. İlk ne zaman gördüğümü anımsamadığım, 2007’den beri, iyi kötü her günümüzü birlikte geçirdiğimiz, birlikte üzülüp birlikte sevindiğimiz, kahkahamızı, sek rakımızı, öfkemizi ve neşemizi paylaştığımız, soğukkanlılığıyla hepimizi sakin tutan ve o soğukkanlılığın arkasındaki müthiş mizah duygusuyla hepimizi yerlere serecek kadar komik olabilen, canım arkadaşımız. Hayatta gördüğüm en düzenli, en programlı insanlardan biri. Garo’nun ırkçı saldırılara hedef olmasından birkaç gün önce bir sabah, tabii ki çok erken bir saatte, evinden gözaltına alındığını öğrendiğimiz o andan beri aklımızdan bir saniye çıkmayan Bircan. 8 günlük gözaltı sürecinin ardından ipe sapa gelmez gerekçelerle, kanıtsız, delilsiz tutuklanan, 6 gündür Ankara’da Sincan Cezaevi’nde olan Bircan. Yol arkadaşımız. Birlikte büyüdüğümüz arkadaşımız…
Dedim ya, fotoğraflar bizim için ‘yalnız değildir’ demenin bir yolu… Hrant’ın Arkadaşları her ne zaman aramızdan birine bir şey olsa, gülen bir güzel fotoğraf aramanın peşine düşer. Doğru zamanda doğru yerde olduğu tecrübeyle sabit bir grup insan olduğumuzdan, memleket koşulları gereği şimdiye kadar çokça ‘yerleri yanımızdır, Türkiye’nin demokrasi mücadelesidir’ demek durumunda kaldık. Önce Aydın Abi (Engin) için demiştik. Sonra Özlem için (Dalkıran), sevgili Osman Bey (Kavala) için dedik, arada benim için bile dendi, kısa gözaltım nedeniyle, şimdi Bircan için diyoruz, Garo için diyoruz…
Biz, Hrant’ın Arkadaşları namlı bu geniş aile, adlarını bildiğiniz ve bilmediğiniz yüzlerce insan, Garo’ya ve Bircan’a tanığız, kefiliz. Hayatları boyunca doğrunun ve adilin yanında durmuş, ağızlarından barıştan başka laf çıkmamış, sadece barış için çaba sarf etmiş ve risk almış, arkadaşım demekten gurur duyduğum, gurur duyduğumuz bu iki şahane insanın ayağına taş değdirmeyiz.
Bircan ve Garo vesile olsun, bir kez daha söyleyelim, korkmuyoruz, kaybedeceksiniz, barış kazanacak…
(NÖ)