Babam Galatasaraylıydı. Ortaokulu Galatasaray Lisesi'nde okumuştu. Liseli futbolcular arasında arkadaşları vardı. Lig maçlarını radyodan izler, sanki biz sahanın içindeymişiz ya da futbolcular burnumuzun dibindeymişçesine gol kaçıranlara lanet eder, çalımlara hayranlığını belirtir, gollere naralar atarak sevinirdi. Bir ilkokul öğrencisiyken bile komik gelirdi bu taraftarlık ritüelleri ama ister istemez içimiz Galatasaray'a kayardı kardeşlerimle. En küçüğümüz de babasının yolundan gidip Galatasaray Lisesi'nde parasız yatılı okumaya başlayınca kaderden kaçılamadı...
Ama durup düşününce "taraftarlığın" gerisindeki tek itkinin sadece bu olmadığını da görebiliyor insan. Ya da ben, benim "taraftarlığım"ın gerisindekinin sadece bu olmadığını görebiliyorum. Öyle olsa başka tercihlerimin de bu "hegemonya" altında şekillenmesi, örneğin siyaseten sağa meyletmem, müzik, edebiyat tercihlerimin evdekine uyması, giyim kuşam alışkanlıkları ve başka şeylerin başka türlü şekillenmiş olması icap etmez miydi?
Sanırım Galatasaray'ı benim için çekici kılan Galatasaraylı "yıldız" futbol ve basketbol oyuncularının "rol model" olarak taşıdıkları değerdi: Hem çok iyi oyuncular olmaları, hem de oyunculuğun ötesinde iyi öğrenim görmüş, modern yaşam tarzını benimseyen, insani, kültürel değerleri taşıyan ve yansıtan insanlar olmalarıydı beni çeken: Beşiktaş'ın "kedi kalecisi Varol Ürkmez, "Berlin Panteri" Turgay Şeren'den çok daha atletik, akrobatik bir kaleci olabilirdi belki ama, kaleciliği ceza sahasının dışına bütün sahaya yayan oyun okuyuşu, yer tutuşuyla, kaptan olarak arkadaşları üstündeki ahlâki ve entelektüel üstünlüğüyle yani futbol oynamaya, takım ruhuna ve kaleciliğe kattığı değerle de Turgay Şeren bir ilkokul, ortaokul öğrencisinin gözünde "olmak istediği" sporcu modeli oluşturabiliyordu.
Ya da basketbol takımının kaptanı Şengün Kaptanoğlu, genellikle çok uzun boylu sporcuların arasında nispeten kısa boylu kalmasına karşın top sürüşü, hızı, turnikeleri, bileğinin yumuşaklığıyla ve saha dışındaki tavırlarıyla olmak istediğiniz basketbolcu modeli için biçilmiş kaftan sayılırdı.
Takımın unutulmaz santrforu Metin Oktay'ı, sadece Galatasaraylılar'ın değil, herkesin sevgilisi kılan, yalnızca "ağ yırtan" voleleri, "bel kıran" çalımları, kalecileri sağa yatırıp soldan atılan penaltıları değildi elbette. Fakir ama vakur genç futbolcu ile zengin kulüp başkanının kızı aşkının yol açtığı gerilimde İzmir'in zengin başkanına boyun eğmeyip Galatasaray'a verdiği sözde direnen "delikanlılığı"nın büyüme çağındaki erkek çocuklar için müthiş bir model olmaması mümkün mü? Bir nevi futbolun Yılmaz Güneyinin, 12 Mart mahpusları için "genel af" kampanyasına imzasını koyduğu gün biz solcuların gönlündeki yeri de elbette vazgeçilmez olacaktı.
Artık çocuk ya da genç değilim; futbol maçlarını sadece TV'de izliyorum, o da özet olarak. Ama giderek zayıflayan bir ruhsal bağ var hala Galatasaray'la aramda. Profesyonel futbolun ekonomi politiği, ya da sermaye egemenliğinin popüler kültür aygıtları arasında futbolun yerine ilişkin bütün kesin kanaatlerime karşın hala profesyonel futbolla ilgilensem de Fatih Terim'in Galatasaraylı futbolcuları Susurluk çetesinin hapisteki unsurlarını ziyarete götürdüğünü öğrendiğimden bu yana içimi bir iğrentinin kapladığını saklayacak değilim. Gene de Galatasaray benim için bir şey demek hala. Çocuklukta edinilen izler o kadar kolay silinemiyor besbelli.
Ama Galatasaray'ın futbol liginin şampiyonluğunu aldığının ertesi günü gazete ve TV'lerde yer alan demeçlere baktığımda "şimdi 12 yaşımda olsam acaba hala Galatasaraylı olur muydum" diye sordum kendime dehşet içinde.
Şu Hakan Şükür'ün dediklerine bakar mısınız: "Hiçbir zaman yılmadık. Allah'ın bize yardım edeceğini düşündük. Bu Allah'ın bir lütfü. Çok zor anlar yaşadık. İsyan eden arkadaşlarımıza, hep samimiyetimizin ve dualarımızın karşılığını alacağımızı söyledik."
20 yıl sonra Hakan Şükür'ün futbolcu olduğunu bilmeyen birine bu sözleri gösterseniz bu sayıklamaların bir lig şampiyonluğu ardından bir futbol takımı kaptanınca söylendiğini ayırt edebilir mi? Pekâlâ fırtınadan çıkmış bir gemi tayfasının, türbülansa yakalanmış bir uçak kabin memurunun da felaket sonrası söylemesi mümkün bu sözlerin futbolla, terle, gayretle, azim ve iradeyle, sporu spor yapan şeylerle ne ilgisi olabilir?.. Bu sözlerin sahibi bedeniyle sahada olmuş olsa da zihnen onu bir sporcu kılan ne olabilir.
Ama Hakan Şükür tek değil. Sanki cami cemaati Cuma namazından çıkıyor. Hasan Şaş: "Allah'ın adaleti". Orhan Ak: "İlahi adalet her zaman tecelli eder." Yöneticilerden Fatih Gökşen: "Allahımıza şükürler olsun, o bizi takdir etti." Sanırsınız Galatasaray'ın teknik direktörü Allah!
"Susurlukçu"ların dostu Fatih Terim, Galatasaray'ı batırıp derin devletin adayı olarak Türk Futbolu'nun başına taht kurduğunda bundan ders çıkarılır diye ummuş olanlarımız için bu mesajlar daha da koyu bir kültürel karanlığa işaret ediyor.
Galatasaray'lı furbolcuların elde ettikleri şampiyonluğu yorumlayışlarına bakınca bu kulübün mali krizden çıkabilmek için ruhunu Fettullahçılar'a, gövdesini AKP iktidarının desteğine teslim ettiğini, görmek çok kolay. O zaman bu futbolcular neden "rol model" olsun. Zaten siz hiç "ben Hakan gibiyim" diyen bir futbol meraklısı çocuğa rastladınız mı?
Bugün 12 yaşında olsaydım Galatasaraylı olmam için "sportif" ve "kültürel" bir neden bulamıyorum. (EK)