Türkiye’de futbol son yıllarda büyük krizlerin uçurumlarından yuvarlandı. Şike davası, Fenerbahçe yönetiminin ifadesiyle 3 Temmuz süreci, belirsizlikleri beraberinde getirdi. Sorun o süreçle beraber hukukileşti.
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kimi yöneticileri, Beşiktaş’ın bir dönem teknik direktörü olan bir isim tutuklandı, cezaevinde yattı. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ve siyasi sorumluluğu bulunan makamlar krizi yönetemedi. Vaziyet böyle olunca, onca şike söylentisinin ortasında Avrupa Futbolu’nun patronu UEFA’nın sessiz kalması kaçınılmazdı. Süreci Türkiye’deki tüm kurumlardan daha hassas bir bakışla incelediler. TFF kulüplere ceza vermek ile vermemek arasında kafası bulanık bir şekilde gidip gelir, futbolun kasasıyla prestiji arasında bir türlü kendine pozisyon bulamazken, UEFA şimdi bir karar verdi. Buna göre hem Fenerbahçe, hem de Beşiktaş belli sürelerle Avrupa kupalarından ihraç edildi.
Bu durumun sorumluluğu, Türkiye’deki yetkili makamların omzunda ağır bir yük olarak duruyor. Bugünden bakıldığında mesele, hükümet ile futboldan yeterli payı alamadığını düşünen iktidar bileşenleri arasındaki kavganın uluslararası yansımasıdır. Piyasadan yeterli payı almak, belli merkezleri ele geçirmek, o merkezlerde dönenen paranın başını tutmak başlı başına bir amaç olunca, çeşitli nedenlerle çatırdayan iktidar koalisyonu kucağında şike davasını buluverdi. Sorun budur.
Şike: Futbolun elinin kiri
Zira şunu herkes çok iyi bilir ki, Süper Lig’in dört büyüklerinden tutun, Özsahrayıcedid Spor Kulübü’ne, birinci ligden amatör kümeye varana kadar bu ülkede futbol kirlidir. Futbol kulüpleri yıllar içinde mafyanın para aklama aracına dönüştü. Mafya babalarının Beşiktaş Jimnastik Kulübü üzerinden Schengen vizesi aldığı günler daha hafızalarımızda taze. Futbol kontrolsüzce büyüdü. Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmaya başlayan futbol küreselleştikçe, Türkiye kırsalında top koşturan kulüpler de yeşil sahanın sunduğu parasal imkanlardan aldıkları payı artırmaya başladı. Kendi ekonomisini oluşturan futbol Avrupa’da kurumsallaşır, bir düzene girerken Türkiye’de otorite kulüp başkanlarının eline geçti.
Kulüp başkanları tarifi zor birer güç odağı haline gelmeye başladı. Ekonomi büyük, başarılar güdüktü. Galatasaray’ın 2000 yılında kazandığı UEFA Kupası Şampiyonluğu dışında kulüpler açısından herhangi bir uluslararası başarı elde edilemedi. Buna rağmen dünyadaki sistem bir düzene girerken, Türkiye futbolu artık çok daha büyük paraların döndüğü karmaşasında kendi kendine yuvarlanıp gitmeyi sürdürdü. Yıllardır devam eden maç satın alma, teşvik primi gibi konular futbolun ayrılmaz cüzüydü. Ne zaman ki, burada dönen paranın boyutu iyice iştah kabartmaya başladı, birileri buna el atmaya girişti.
Musluğun başını tutmak
Fakat bu durum siyasi dengeleri tetikledi. Mahkemeler devam ederken, mecliste ilgili yasalara değişiklikler getirildi. Kimse iktidara rağmen bu parayı tek başına kontrol edemezdi!
İktidarın doğal ortakları arasındaki kavga ardında tamamen aciz kalan bir TFF, soruna el atmak zorunda kalan bir UEFA bıraktı. Sorun iktidar açısından o kadar önemliydi ki, Fethullah Gülen cemaati futbol sistemini de ele geçirmesin diye yeni düzenlemeler devreye sokuldu. Aslında AKP iktidarının, Gülen Cemaati ile MİT kavgasının yolunu açan, tartışmayı tahrik eden olay da futboldu. Daha doğrusu cemaat belli odakların kontrolünü tümüyle elde etmek istedi, hükümet buna izin vermedi. Futbol dünyasında kıyameti koparan da bu mücadele oldu.
Kayıp büyük
Hakimiyet kavgasının sonunda görünürde FB-BJK için, ama temelde Türkiye futbolu açısından ortaya çok kötü bir tablo çıktı. Her iki kulüp de cezalara Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi CAS’ta itiraz edecek. Dosyalar yeniden görülecek, sonuç biraz daha “olumlu” olabileceği gibi, yüksek mahkeme cezaları az da bulabilir. Fakat verili durumda her iki kulüp açısından ortaya çıkan mali kayıpları özetlersek tabloyu daha net görebiliriz: Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi'ne katılması halinde 15 milyon Avro, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmesi durumunda da 35 milyon Avro elde edecekti. Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nde Türkiye'yi temsil eden tek takım olursa, ülke payından dolayı kasasına en az 25 milyon Avro girecek, rakipleri karşısında karlı çıkacak. UEFA'nın kararı sonrasında Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin gelir kaybı 50 milyon Euro'yu bulacak. Türkiye içeride bu krizi yönetemediği gibi, ekonomiye girecek bu büyüklükte bir para da kaçtı. Bu yükün altından her iki kulübün de çıkması yıllar alacak. (BD/HK)