Bu ülkede futbol sahalarında olup biten olaylar sonrasında hep aynı şeyleri duymak tıpkı toplumsal hayatımızın diğer alanlarında olduğu gibi sıradan bir hal almaya başladı.
Sıradanlığın hemen ardından boş vermişlik ve kanıksama duygusunun yerleşmekle kalmadığını, durumun daha da içinden çıkılmaz bir yapıya bürünmesine katkıda bulunduğunu yaşadığımız deneyimler bize fazlasıyla göstermiştir.
Olup bitenleri stadyum önünde 'Ya Allah bismillah Allahu Ekber' nidalarıyla polisle çatışan gruptan başlayarak incelemeye değil anlamaya çalışalım.
Taraftar hafızasında geçmişte yaşanan olayların abartılması ve kahramanlık öykülerinin yaratılması önemli bir yer tutar. Taraftar unutmaz ve unutturmaz, bu yüzden yaşanan şiddet olaylarını sadece polisiye tedbirler ve yasalar üzerinden halledebileceğini düşünmek 'günü kurtarmak'tır.
Bir yasa çıkartırsınız ve olan bitenlerin ardından bir de bakarsınız ki çıkarttığınız yasayı uygulayamadığınız için yenisini çıkartmanız gerekir ve o da daha çıkar çıkmaz daha sert tedbirler içeren yeni 'şiddet yasaları'nın hazırlanmasına neden olur.
Hiç kimse bu iki takım arasında çıkan olaylar sonrasında kapsamlı bir çalışma yapmayı ve olan bitenin nedenlerini anlamayı düşünmez. Bunun yerine 'cezai tedbirlerin' hatta daha sert müdahalelerin yeterli olacağını belirten bir dil kullanmaya devam ederler.
Kullandığınız dil sizin olaylara yaklaşımınızı da önceden belirlediğini ve bu doğrultuda Türkiye'de futbol sahalarında ortaya çıkan şiddetin önüne geçilmesinde yasalar çıkartılmadan da yapılacaklar olduğu gözden sürekli olarak kaçırılır. Çünkü burada insanlar testi kırıldıktan sonra testinin kırılmamasının yollarını ararlar.
Ekranlara yansıyan görüntülerde üzerinde konuşulması gereken o kadar fazla ayrıntı bulunuyor ki bunlardan sadece bir tanesinin, polisin durumu üzerine odaklanmakla yetinelim.
Bugün Türkiye'de en kitlesel hareketlerin futbol taraftarlarına ait olduğunu dün yaşananlar sonrasında bir kez daha görmüş olduk. İnce ayrıntı polisin yaklaşımıyla ilgili; çünkü polis açısından taraftarlar devletin bekasını tehdit noktasında değiller ve böyle oldukları için de olayları çıkartan taraftarlara yaklaşım daha farklı!!
Tehdit algısının oluştuğu durumlarda polisin nasıl eleştirildiğine sık sık şahit oluyoruz, buna karşılık her iki takım taraftarlarının ilk yarıda oynanan karşılaşma öncesinde çıkan olaylarda da yine aynı görüntüler ekranlara yansımıştı.
Bir gün önce öğrencileri meydana sokmayan polisler, ertesi gün taraftarların karşısında daha farklı bir davranış göstermişlerdi. Bu sefer de ortada Beşiktaş taraftarları yok, ancak 34 kişi yaralanıyor ve yaralananların 25 tanesi de olaylara müdahale eden polisler.
Olayların hemen ardından bütün televizyon kanallarında canlı bağlantılarla yaşananlar üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ne yazık ki bu değerlendirmeler ilk yarıda oynanan karşılaşmaların ardından yapılan ifadelerin bilindik tekrarlarını içeriyor.
Futbol sahalarında istenmeyen olaylar meydana geldiğinde 'bize neler oluyor?' sorusunun yanıtını arıyoruz ve olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra olan biteni, bir sonraki olaylara kadar unutup yaşamaya devam ediyoruz.
Burada futbol yerine deprem, sel felaketi, trafik vb. gibi diğer önemli etkileri olan olayları yazdığımızda da durumun değişmediğini örnekler üzerinden giderek hatırlayabilirsiniz.
Kimsenin samimi olmadığı bir ortamda oynanmaya çalışılan futbolu bu ülkede kimlerin sevdiği ve neden sevdiği de giderek daha tartışmalı bir hal almaya başlamıştır. Şiddetin kendisinin de dilinin de egemen olduğu bir toplumsal ortamda, ötekini temsil eden taraftarların/takımların yaşama şansı giderek ortadan kaldırılıyor.
El birliğiyle bu duruma çanak tutuyor ve ardından neden böyle oluyor soruları ile kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Önceden yapılabilecekleri yapmak yerine durumu gidişata bırakan kültürel yapının futboldaki uzantısı özellikle şiddetin ardından yeniden güçleniyor ve aklımız başımıza gelinceye kadar atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor.
Futbolda şiddet ve çözüm önerileri
Stadyumlarda yaşanan şiddet, ülkelerin yapısına ve futbol anlayışına göre değişmektedir. Örneğin, İngiltere'de insanlar sosyal yapının zayıflığından ve işsizlik oranının yüksekliğinden hırslarını stadyumlarda dışa vuruyorlar. İtalya'da futbol, daha ziyade faşizmle kaynaşmış durumda.
Holiganizmi ve taraftar şiddetini işsizlik ve eşitsizlik sorunlarıyla açıklayan kuramcılar, doğal olarak futbolda şiddetin sona ermesi için, bu türden sorunların çözülmesi gerektiği görüşünü paylaşmaktadırlar.
Ancak yapılan çeşitli araştırmalar sorunun bu kadar basit olmadığını ortaya koymaktadır. İşsizlik ve çeşitli sosyal eşitsizliklerin tehdidi altındaki gençlerin şiddet üzerinden medyanın ilgisini çekerek seslerini duyurmaları tespiti belki sorunun bir boyutunu oluşturuyor, ancak tam olarak açıklayamıyor.
Çatışma ve şiddetin temelinde toplumdaki eşitsizlikler, ekonomik sorunlar, işsizlik, politik temsilin yeterli olmaması, ırkçılık ve çarpıtılmış "erkeklik" gibi sosyal faktörlerin etkisi inkar edilemez.
Bir yerde seyirciler, karşılaşmalara geldiklerinde, içinde yaşadıkları toplumların ve kültürlerin tarihlerini, sorunlarını, ihtiyaçlarını ve ideolojilerini de getirmektedirler.
Etnik kökenlerini dışa vurmak ve onaylatmak isteyen bir bölgeden gelebilirler, ırkçı veya aşırı milliyetçi olabilirler, yaşamlarındaki negatif koşullardan bıkmış olabilirler ve bu nedenle öfkesini ifade etmek istiyor olabilirler.
Yine toplum içindeki statüleri bakımından güçsüzlük duygusuna sahip olup, kabul görmek isteyebilirler. Erkekliğin şiddet ve baskınlıktan geçtiğine inanan gençler olabilir. Toplumun küçük bir minyatürünü sunan futbol/spor aynı zamanda var olan gerilim ve çatışmaların da yansıdığı bir alandır.
İşte bu açıdan spor/futbol sahalarında ortaya çıkan şiddet konusunda çalışmaların özel bir önemi bulunmaktadır. Türkiye'de spor sosyolojisinin şiddet alanında yapacağı çalışmalar sadece stadyumlarda/spor sahalarındaki şiddeti değil toplumsal yaşamın içerisinde yer tutan şiddetin kökenlerini ortaya çıkarmak ve bu sorunların çözümünde izlenecek yolları da kamuoyuyla paylaşmak durumundadır.
Artık her yerde futbol maçları en büyük kitle hareketlerinden bir tanesidir. Bu kitlenin ortak özellikleri odaklanmış olmaları ve ortak kimlik ve aidiyet duygusu taşımalarıdır.
Türkiye'de futbol-şiddet ilişkisinin medyadaki yansıması bile problem arz etmektedir. Futbolda şiddeti önleme yasasının medyada ve devletin sorumlu kişilerinin ağzında sürekli olarak 'şiddet yasası' diye anılmaktadır.
Bu niteleme bile başlı başına futbol şiddetinin önlenememesindeki bir etkidir. Futbolda şiddetin önlenmesinin temel konsepti stadyumda şiddetin önlenmesi ve maçların sağ salim oynanması değildir.
Bu konuda da sahte uzmanlıklar, küçük kapsamlı kısa vadeli, göstermelik ve başarısız projeler üretilmiştir. Ne kulüplerin ne de sorumlu devlet yönetimlerinin elinde şiddetin önlenmesinde rehberlik edecek ve bir yol haritası oluşturacak sistematik veri kayıtları bulunmaktadır.
Türkiye'de bu alanda yeterince veri bulunmadığı gibi yapılan çalışmalar da son derece sınırlı olduğu için özellikle medyadaki kanaat önderlerinin etkisiyle şiddeti önleme yasaları ardı ardına çıkartılmaya çalışılmaktadır.
Ne yazık ki ülkemizde bu alanda yapılmaya çalışılan, bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisineklerle mücadele etmektir, böylesi bir yaklaşım ise her defasında yeniden ortaya çıkacak olan sivrisineklerle mücadele etmek zorundadır.
Futbolu nasıl gördüğümüz sorusu? Futbol sahalarında yaşanan şiddet hareketlerine yönelik alacağımız tedbirlere ve yaklaşımlara da ışık tutacaktır. Futbol gibi ülkemiz insanını kaynaştırma potansiyeli hayli yüksek olan bir spor dalı üzerinde yeterince durulmadığı ve özellikle büyük kentlerimizde yaşayan birçok insan için futbolun neredeyse tek bir arada tutma unsuru olduğu gerçeğini gözden kaçırmamalıyız.
Futbol sahalarında ve çevresinde gelişen şiddetin sadece futbola özgü olduğunu ve polisiye tedbirlerin arttırılması ile çözülebileceğini düşünmek sadece günü kurtaracak tedbirler önermek anlamına gelecektir.
Hayatımızın her alanını tehdit eden şiddet fenomenini futbol özelinde tüm tarafların katılımı ile alt düzeylere indirebiliriz. Bunun başlıca yolu ise futbol üzerinde gerçekten samimi bir şekilde düşünmekten ve bir takım kararların alınıp uygulanmasından geçiyor.
Tribünlerde bambaşka bir maç oynanmakta ve bu oynanan müsabakanın şiddeti de ülkemizin ekonomik koşullarında yaşanan sıkıntılarla birlikte giderek daha da yükselmektedir. Bu şiddet ateşini düşürmek zorundayız.
Aksi takdirde özellikle Fenerbahçe-Galatasaray; Beşiktaş-Bursaspor; Karşıyaka-Göztepe arasında oynanan müsabakalarda yaşananlarda olduğu gibi rekabetin ön plana geçmesi gereken sportif etkinliklerin düşmanlığa doğru gitmesi kaçınılmaz olacaktır.
Sporun gerçek anlamını kitlelere hatırlatmak
Bu konuda tek bir çözüm söz konusu değildir öncelikle bunu kamuoyuna anlatarak işe başlamalıyız ve hemen ardından 30.11.1990 tarihinde imzaladığımız Taraftar Şiddetine Karşı Avrupa Sözleşmesi'ne ve UEFA'nın stadyum güvenliği ve konforuna ilişkin şartları hayata geçirmeliyiz.
Sporun gerçek anlamını kitlelere hatırlatacak bir takım etkinlikler yapılabilir;
a) Bu konuda özellikle taraftarlara yönelik kampanyalarla şiddetin futbol üzerindeki etkilerinin neler olduğunu göstermeye ve yaşananlardan asıl kaybedenin kendi kulüpleri olduğunu örneklerle gösterme yoluna gidilmelidir.
b)Yaşanan olaylara karşı net bir biçimde kuralların altı çizilmeli. Stadyumlarda olay çıkartan kişi ya da kişiler için standart yaptırımlar geliştirilmelidir(Herkesi eşit şekilde kapsayacak kararlar hayata geçirilmelidir.
Taraftarları en fazla huzursuz eden nokta federasyonun-kulüplere eşit mesafede olmaması ve adaletsiz kararlar alması noktasıdır. Bu konuya hakem boyutuyla ilgili algı eklendiğinde futbol sahalarında yaşanan şiddetin bir bölümünün nasıl oluştuğu daha iyi görülecektir)
c) Taraftar ve taraftar topluluklarının kulüplerle olan ilişkileri güçlendirilmeli, bu grupların daha aktif bir biçimde kulüplerde yer almalarının yolları açılmalıdır. Bu aşamada uzun vadede uygulamaya konulacak olan Kulüpler-Federasyon-Taraftarlar ve Devlet yetkililerinden oluşan, taraftarların eğitilmesine dönük proje ve uygulamaların hayata geçirilmesi için gerekli yasal ve bürokratik adımlar atılmalıdır (Avrupa'da yaygın bir biçimde uygulanan Fan-Coaching yöntemi).
d) Futbolda Fair Play anlayışının yerleştirilmesi ve ödüllendirilmesi doğrultusunda çalışmaları arttırma yoluna gidilmelidir. Medyadan bu anlayışın yerleştirilmesi için daha fazla yardım talep edilmelidir.
e) Medyanın yapmış olduğu yayınlar üzerine odaklanılmalı ve daha barışçı, şiddet içermeyen bir dil kullanması konusunda girişimlerde bulunulmalıdır.
f) Ülkemizde federasyon bünyesinde Türkiye'de futbol sahalarında yaşanan şiddetle ilgili olarak bir birim kurulmalı ve bu birimin Türkiye'nin her yerinden elde ettiği verileri bir merkezde toplaması sağlanmalıdır.
Bunun için taraftarların tribündeki ve dışındaki davranışları gözlenmeli, özellikle şiddet çıkaran grupların hareketleri izlenmelidir.
g) Futbol ile bağlantılı her kesimin sorumluluklarını bir diğerine devretme anlayışının, yaşadığımız şiddeti belirsizleştirmekle kalmayıp şiddetin boyutlarını ve etkinliğini de arttırdığını kamuoyuna örnekleri ile gösterilmeli ve bu kesimlerin yaşanan şiddeti bitirme konusunda samimi olmadıklarının altını kalın çizgilerle çizilmelidir.
Buraya kadar sıraladıklarım olayın sportif ve bürokratik boyutu olarak yapılması gerekenler, bir de toplumsal boyutları konusunda yapılması gerekenler var ki, bu süreç çok daha meşakkatli ve özveri ile sürdürülmesi gereken bir yol haritasına sahiptir.
Bunun içinde öncelikle okullardan başlayarak sporun gerçek anlamda insan hayatı üzerindeki yerini ve önemini anlatacak etkinliklerle işe başlanılmalıdır. Fair Play (dürüst oyun) anlayışı bu noktada kilit bir öneme sahip bir kavram olarak üzerinde daha fazla düşünülmeyi ve bir hayat felsefesi haline getirilmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
Fair play: Kurallara uymak ve katılan bütün taraflara karşılıklı saygı gösterilmesini amaçlamaktadır. Bu bir anlamda sosyal birliktelik felsefesidir. Fair Play sadece sportif ilişkiler anlamında değil tüm hayatımızda kullanabileceğimiz bir kavram olarak düşünülmeli ve ilkokul sıralarından itibaren çocuklara aktarılmalıdır.
Kurallara uyulması ve tarafların birbirlerine saygı duyulmasını öğretmesi anlamında fair play okul sporunun olmazsa olmazlarından birisi olarak eğitim anlayışı içerisinde yer almalıdır.
Sporu hayatımıza ne kadar çok sokabilir ve yaygınlaştırabilirsek o ölçüde kendi farklılıklarımızı ve çeşitliliklerimizi de görebiliriz. Bu uygulamaya okullardan başlamak ve okul yoluyla gençlerimizi yeniden kazanmak mümkün olabilir.
Aksi takdirde gençler arasında hızla yaygınlaşan şiddet ve bir takım kötü alışkanlıkların önüne geçebilmek gittikçe zorlaşacaktır. Bu konuda tüm toplumsal kesimler üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundadırlar.
Tekrar hatırlatayım alınacak tüm önlemler ve düzenlemeler işin bir boyutunu oluşturmaktadır, hiç kimsenin elinde geceden sabaha şiddeti ortadan kaldırabilecek bir sihirli değnek bulunmamaktadır.
Bu açıdan toplumsal yaşantımızda ailede, okulda, sokakta, mecliste kısacası hayatımızın her alanında yaşanan sözel ve fiziksel şiddet ve bunun gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla evlerimize girmesinin ardından kat etmemiz gereken çok uzun bir yol olduğunu unutmamalıyız.
Bizi Neler Bekliyor?
Yasa çıkartmakla işlerin çözülmediğini ülke olarak artık öğrenmek durumundayız. Asıl önemli olan çıkarttığınız yasaları uygulayabilme iradesidir.
Halen yürürlükte olan şiddeti önleme yasasının nasıl çıkartıldığını ve bu süreçte yaşananları gözünüzün önüne getirin, tıpkı son dönemde olduğu gibi yaşanan olayların ardından medyadaki bir takım kanaat önderleri yasa çıkmazsa ortalık kan gölüne döner, futbol biter şeklinde açıklamalarda bulundular.
İktidar tüm iyi niyetine rağmen üzerinde yeterince durulmamış ve aceleyle hazırlanmış yasayı meclisten çıkarmak zorunda bırakıldı, ne yazık ki yine aynı hataya düşüldü ve yine aceleyle yeni yasa çıkartıldı.
Çıkartılan şiddeti önleme yasasını uygulama konusunda hiç kimse üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediği için yada bu konuda samimi olmadığı için varolan yaptırımlar uygulan(a)madı (belki de uygulanmak istemedi) Yaptırımların uygulanabilir olabilmesi için öncelikle tüm kesimlerin aynı kurallara tabi olması/kılınması gerekiyor oysa ki Türkiye'de taraflara yönelik bir hukuk anlayışı geçerlidir ve bu yapı benim taraftarım/senin taraftarın ayrımının yaşanmasına ve bu ayrımın verilen cezalar nezdinde de farklılaşmasına neden olmaktadır.
Tarafların samimi olmadığı ve günü kurtarmaya yönelik sadece emniyet tedbirleri peşinde koştuğu bir ortamda çıkartılacak her türlü yasanın uygulanabilme ihtimali zayıf olacaktır.
Şiddetin azaltılabilmesinin yolu sadece çıkartılacak yasalar ve yaptırımlardan geçmeyeceğinin farkına varabilmekten ve tüm toplumsal yaşama dönük uygulamaları hayata geçirebilmekten kaynaklanacaktır.
Futbol sahalarında ortaya çıkan şiddeti ve yaşananları sadece bu alana özgü olarak gördüğünüz için sorunun sadece bir boyutunu çözmeye yönelik girişimler (yasalar/yaptırımlar/cezalar) içerisine girersiniz ve şiddeti önleyemezsiniz.
Toplumsal yaşamda varolan şiddeti azaltmadan stadyumlarda yaşanan şiddeti (fiziksel ve sözel şiddeti (küfür) tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Örneğin toplumsal yaşantıda bu kadar fazla küfür kullanılan bir ülkede insanlara 'sakın ha stadyumda küfür etmeyin aksi takdirde üç yıla kadar hapis/para cezası alırsınız' demek pek gerçekçi görünmemektedir. Bunu nasıl yapabileceğiniz önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır.
Bu olaylar sonrasında tüm kamuoyunun merak ettiği asıl soru ise, verilen bu cezalar sonrasında olayların sona erip ermeyeceğidir. Olayların sona ereceğini ve ortadan kalkacağını düşünmüyorum.
Bilakis olayların önlenmesi için çıkartılan 'şiddet yasaları' sonucunda verilen cezalarda topluca tüm taraftarların cezalandırılması mantığı, özü itibariyle olay çıkartan kesimlerin işine yaramakta, mağduriyet psikolojisini/edebiyatını güçlendirmektedir.
Oysa olaylara karışmayan ve takımını desteklemek isteyen taraftarlar ise yaşananlar sonrasında verilen cezalarla daha fazla mağdur edilmektedirler.
Cezaların olayları çıkartanlara yönelik hale getirilmesi ve bunun dışında kalan kitleleri etkilemeyecek düzenlemelere geçilmesi, federasyonun sürekli vurguda bulunduğu 'marka değeri'nin inandırıcılığı açısından da önem taşımaktadır.
Kulüplerin sorumluluğu stadyum içerisinde maçın oynanması ile ilgilidir ancak stadyumun çevresinde yaşanan olaylar sonrasında, 'bunlar hakkında biz ne yapabiliriz' ifadeleri de gerçeklikten uzak beyanlardır.
Polisin, taraftarlara yönelik tutumundaki zafiyetin de etkisi ile gerçekleşen olaylar sonrasında kamu güvenliği açısından olay çıkartan takımın taraftarlarına ceza verilmesi kaçınılmazdır. Ancak tam bu noktada bundan sonrası için taraftarsız oynatma düşüncesi yerine neler yapılabilirin ön plana çıkartılması gerekmektedir.
Çıkan olaylar ve daha önceki benzerleri taraftarsız oynatmanın gerçek taraftarları cezalandırmaktan başka bir işe yaramadığını fazlasıyla göstermiştir. Üstelik olay çıkartmak isteyen gruplar açısından saha içine girmeden de olayların çıkartılabileceği, yaşananlar sonrasında tüm kamuoyu tarafından dehşetle izlenmiştir.
Yaşanan gelişmeler sonrasında 'bize ne oluyor? Ya da neden biz böyle bir toplum olduk?' şeklindeki soruları/ifadeleri televizyonlarda kullananların, içinde yaşadığımız toplumsal yapıya uzak, olan bitenin farkında olmayan kişiler olduklarını düşünüyorum.
Giderek daha fazla güç ve para merkezli bir gençlik profilini ön plana çıkartan toplumsal yapının arkasından şiddetin görünür hale gelebildiği üstelik kimlik boyutuyla kendileri gibi olan kitlelere eklemlenebildiği futbol taraftarlığı açısından durum aslında son derece net bir biçimde ortada durmaktadır.
Tabloyu iyi okuyabilmenin yolu ise gençlerin ilgi ve beklentilerini yakalamaktan ve onların geleceğe yönelik beklentilerinin neler olduğunun bilinmesinden geçecektir.
Futbol ve futbol sahalarında yaşananlar aslında olayın görünen ya da başka bir deyişle görünmesine müsaade edilen boyutudur. Asıl gerçeklik için daha derinlere inmek ve olan biteni yakalamak gerekmektedir.
Bu yapılmadığı müddetçe de, çıkartılan ya da çıkartılacak yasalarla futbol sahalarındaki şiddetin önüne geçilemez. (AT/ŞA)
* Yrd. Doç Dr. Ahmet Talimciler, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi.