İlk 1982'deki turnuvayı hatırlıyorum net olarak. Bazı isimleri hala unutmam, duydukça keyifle gülümserim. Paulo Rossi, Eder, Socrates... Zico da onlardan biriydi, sonradan Türkiye'ye de antrenör olarak geldi biliyorsunuz. Paulo Rossi o şampiyonada gol kralı olmuştu. Eder'in top tekniğine hayran kalmıştım. O futbolcuları da hiç unutmam o yüzden. Düşünsenize adamın adı Sokrates, iyi bir savunmaya dönük orta saha oyuncusu, kendisi aynı zamanda tıp hekimi. Efsanevi kıvırcıklıkta saçları ile 1982'de henüz 10 yaşında olan bendenizin ilgisini çekmeyi başarmıştı saha içindeki çalışkanlığıyla. Ta o günlerde bu sporun herkese seslenen bir tarafı olduğunu görmüştüm. Türkiye Milli takımının eleme grubu maçlarında İngiltere'den sürekli 8 yediği yıllardı. Kaleci Yaşar dönemi.
Türkiye futbolda nal topladığından hiçbir uluslararası turnuvaya katılamıyordu. O nedenle, pek çokları gibi Latin Amerika takımlarını destekliyordum ben de. 82'de Brezilya'ya eleniyordu, Arjantin de. Efsanevi Rummenigge'nin varlığına rağmen finalde Almanya'yı değil İtalya'yı desteklemiştim bunun üzerine. Bir nevi mecburiyet. Futbol, taraf olmayı gerektirir.
Her kim ki bu oyunu sadece "keyif" için izlediğini söyler, yanlıştır, doğrulara işaret etmez. Dünya kupası gibi organizasyonlarda bir takımı tutmak da yetmeyebilir kimi zaman. Sevdiğiniz, hayranlık duyduğunuz futbolcular vardır, takımını sevmeseniz de onu tutarsınız, onun başarılı olmasını istersiniz. Hatırladığım, baştan sona izlediğim ilk Dünya Kupası'nda tam da bu yüzden İtalya'nın şampiyonluğundan çok Rossi'nin gol krallığına sevinmiştim.
Hâlâ sokak arasında top oynayabildiğimiz günlerdi, trafik buna müsaade ediyordu. Ankara'da kendi oynadığı maçı bir spiker gibi anlatırdı çocuklar. Kendisine meşhur futbolcuların ismini takan çocukların mahalle takımlarında harikalar yarattığı günlerdi. Ben 10 yaşındaydım ve Maradona'nın bir efsane olmasını görmek için daha 4 koca sene vardı. Pele ise çoktan emekli olduğundan aradaki boşluğun ne demek olduğunu çok iyi biliriz biz. Rossi o yüzden mühimidir, Rummenige de öyle. Ama Maradona'yı televizyonda da olsa canlı yayında izleyebilmiş olmak ne büyük imtiyaz!(1)
Dünya kupası, Avrupa Şampiyonası gibi organizasyonlar bu nedenle önemlidir. Sadece futbol değildir gördüğümüz. Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA)'nin 4 senede bir düzenlediği bu organizasyonun tarihi Birinci Dünya Savaşı'nın ardından başlıyor. İmparatorluklar çağının yerini ulus devletlere bıraktığı, rekabetin toplu tüfekli meydan muharebelerinden futbol arenasına yansıdığı yıllara. İlk turnuvanın tarihi 1930. Avrupa'da faşizmin yükselmesi, Sovyetler Birliği'nin güçlenişi, ABD'nin olaylara müdahil olma arzusu, Uzak Doğu ve Asya'da Japon hakimiyetinin artması ile birlikte mücadele ne yazık ki yeniden savaş alanlarına kaydı. Bu nedenle 1942 ve 1946 yıllarında II. Dünya Savaşı nedeniyle şampiyona yapılamadı.
Futbolun uluslararası konjonktür müsaade ettiği sürece oynanabilmesi o günlerde makul karşılanırdı. Futbolun endüstrileştiği, ekonomisinin devasa boyutlara eriştiği içinde bulunduğumuz bu çağda artık turnuvaların iptali pek mümkün görünmüyor bana. Zira bu turnuvalar her futbolcu için bir vitrin. Kendini göster, zengin bir kulübe git, para kazan! Ülkeler kendilerini tanıtma fırsatı bulsun. Sürpriz yapan takımlar konuşulsun. Mesele budur. Müthiş bir halkla ilişkiler faaliyeti bir yani. 2002 yılında Güney Kore'deki turnuvayı hatırlayın. Bence bir dizi tesadüfler, şansının yardım etmesi, gruplardaki nispeten kolay eşleşmeler sonucu 'Dünya Üçüncüsü' olması Türkiye'ye olan ilgiyi bir anda artırmıştı mesela.
Bugün başlayacak turnuva ile ilgili geçmiş istatistiklere de bir göz atalım. Yapılan 18 şampiyonadaki en başarılı takım kupayı 5 kez kazanan Brezilya. Almanya'da 2006'da düzenlenen son şampiyonayı Fransa Milli Futbol Takımı'nı penaltılarla 6-4 geçen İtalya Milli Futbol Takımı kazandı. Tarihinde turnuvaya sadece 3 kez katılma hakkını elde eden Türkiye,(2) Hakan Şükür'ün ayağından bir de rekor kazandı. 2002 yılında Güney Kore ve Japonya'da düzenlenen turnuvanın 'üçüncülük maçı'nda Şükür 11. saniyede gol atarak turnuva tarihinin en hızlı sayısını kaydetti.
Gel gelelim Dünya Kupası'na gitmek öyle kolay bir iş değil. Bunu için dünya üzerindeki 200 milli takım 2 sene boyunca mücadele veriyor. Eleme gruplarındaki maçların sonucunda ilk sırayı alanlar ile 'en iyi ikinciler' kupaya gitmeye hak kazanıyor. Piyasada boy göstermek, vitrine çıkmak önemli olduğundan, futbolcuların artık daha fazla çaba harcaması gerekiyor. Önemli olan şampiyonaya katılabilmek aslında. Çünkü dünyanın en seçme kadrolarının mücadele alanında boy göstermek bile başarı. Bugün başlayacak yarışmadaki 32 takım arasında yer alamazsanız Fatih Terim'in pozisyonuna düşer, milli takım antrenörlüğünüzü kaybedebilirsiniz mesela. Futbolcu ihracatında azalma yaşarsınız. Ülkeden dışarı giden futbolcuların sayısının azalması, genel olarak o ülkedeki futbol seviyesinin düştüğü anlamına gelir. Bu nedenle milli takımların başarısı da sadece 'ulusal onur'dan başka anlamlar taşır. Global değil yerel, çaptan düşmüş bir profil, dönen muazzam ekonomik çarkın içinde ezilip gitmek, pastadan pay alamamak anlamına gelir. Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın başına Guus Hiddink'in getirilmesindeki önemli etkenlerden biri, o hocanın uluslararası deneyiminden yararlanıp, turnuvalara katılma, piyasayı yükseltme ümidi manasına gelir.(3)
Ama risk de alabilirsiniz. Aslında tarihin gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Maradona'yı, yakın geçmişteki skandallarına, kokain bağımlılığına, rağmen Arjantin Milli Takımı'nın başına geçirmek, riskli ama bana sorarsanız şahane bir vücut çalımıdır. Zaten yıldız oyunculardan kurulu bir takımı Armando Diego Maradona'nın ellerine teslim etmek, futbolu speküle etmektir, bir bilinmezin önünü açmak, mucizelere kapı aralamaktır. Bu oyunu gerçekten sevenler için futbolu futbol yapan şey para filan değil 'Tanrının eli'dir.(4) Ancak bu şampiyonaları kimin kazandığından çok, yaşanan olaylar hafızalarda tutuyor. Maradona'nın eli, Zidane'ın 2006'da final karşılaşmasında Materazzi'ye attığı kafa, Hakan Şükür'ün 'en hızlı golü', İlhan Mansız'ın 2002'deki turnuvada Brezilya takımından Roberto Carlos'a attığı müthiş çalım...
Dünyanın bence gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Maradona'nın Arjantin'i sanırım bu turnuvanın en çok konuşulacak takımı olacaktır. Erkenden elense de, finale doğru gitse de. Kendi tarafımı da iyice belli edeyim: Maradona kuşağının bir temsilcisi olarak Arjantin'i destekliyorum. Maradona'nın halefi olmaya aday Messi'nin performansını ise merakla bekliyorum.
2010 Dünya Kupası boyunca birlikte olacağız. Şampiyonayı çeşitli şekillerde konuşacak, tüm yönleri ile ele alacağız. Şimdiden iyi seyirler. (BD/TK)
1 Maradona'nın müthiş hayat öyküsü için Emir Kusturica'nın 2008 yılı yapımı Maradona belgeselini izlemeyi herkese öneririm.
2 1950, 1954 ve 2002... 1950 yılında Brezilya'da düzenlenen finallere Türkiye mali imkanların yetersizliği nedeniyle iştirak edemedi.
3 Fatih Terim, milli takım antrenörü olarak 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'na katılma şansını yitirince görevinden ayrıldı. Terim'den sonra takımın başına Hollandalı teknik direktör Guus Hiddink getirildi.
4 1986 yılında Maradona Çeyrek Final müsabaksında İngiltere'ye elle attığı gol sonrasında 'O el tanrının eliydi' demişti. O turnuvanın şampiyonu Arjantin oldu. Sonradan Henry ve Messi de bu elle gol atma akımına katıldı!