Pisliğin içinde debelenirken, üzerlerine bir parça bile çamur sıçratmayan marifetli efendileri, okurlara haber diye yazmak varmış...
Ve seyrine doyamadığımız futbol oyununu sessiz statlara gömüp, linç kültürüyle sahalara inenlere mazeretler aramak varmış...
Yani varmış, varmış, varmış...
Fena bir masal olmalı bunların hepsi. "Bir varmış, bir yokmuş"la başlayan o güzel masallarla alakası olmayan bir masal.
Oysa bu sütunlarda İstanbul Büyükşehir Belediye Spor'un başarısını anlatmak, Lincoln'ün harika golünü ballandırmak ya da "Ey futbol! Seni seviyorum" diye haykıran o güzel masal çocuklarının, aç duygularını doyuracak cümleler kurmak isterdim.
Ama yine olmadı, yapamadım.
Kötü çocuklar yine üzdü daha sezonun ilk haftasında umutlu çocukları.
Şöyle dönüp baktığımızda siyaset, ekonomi, eğitim ve sağlık gibi yitirdiğimiz mevzileri geri almaya uğraşırken, ne yazık ki içlerinde belki de en masum olan "spor"u da sessiz sedasız kötü çocuklara terk ettik. Hâlbuki bu ülkede halen gazetelerin en son sayfalarından okunduğunu bile bile terk ettik bizler sporu. Ve yine kişisel gelişimin en ciddi kaynaklarından biri ve en önemli kitle iletişim aracı olmasına rağmen terk ettik biz sporu.
Şimdilerde derin analizlere salıp beynimizi, kapitalizmle yargılayıp, emperyalizmle karara bağlıyoruz sporun neden bu hallere düştüğünü değil mi sevgili okurlar?
Ama atladığımız gerçeği aslında hepimiz biliyoruz.
Oy verdiğiniz partileri düşünün bir. Desteklediğiniz bağımsız adayları da ekleyin buna isterseniz. Sözde değer verdiğimiz spor adına hangi siyasi tercihin ciddi bir söylemi vardı? Ya da hangi parti manifestosunun sporu dert edindiğini okudunuz? Ben söyleyeyim mi? Hiç!
Birkaç suni cümlenin dışında spor hiç olmadı Türkiye solunun ufkunda. Sonra bir bir düşmeye başladı kaleler. Siyaset, ekonomi, eğitim ve sağlık derken, mafyanın ve milliyetçiliğin sporu nasıl avucuna aldığını gördük çaresizce. Bunların hemen ardından stadyum şiddetiyle tanıştık damdan düşercesine. Her maça "tekbir" ve İstiklal Marşlarıyla başlandığında uyandık uykumuzdan.
Bir anda gündem oldu bize futbol ve futbolun etki alanı. Ahkâmlar kestik, analizler ürettik geleceğe dair. Yaşamımızda ki bütün renkler aynı anda kirlense de biz yine de birinciliği futbola verdik. Özdemir Asaf ustanın bir başka şekilde dediği gibi. Sporun "asıl" anlamını hatırlamak için "beyaz" kalan ne varsa dürüst ve çalışkanca sahiplenmekten başka çıkar yol kalmadı bize. Pazar gecesi Avni Aker'i kaplayan utanç, kim bilir kaçıncısıydı? Yine de ne mutlu ki Türkiye'de futboldan başka branşlarda da yükselen yıldızlarımız var. İşte bu sebep bile en azından bu haftalık utancımızı unutturdu bize.
Bir taraftan Halil Akkaş'ın, 24. Dünya Üniversiteler Yaz Spor Oyunları'nda önce 5 bin metrede, ardından da 3 bin metre engellide iki altın madalya kazanması, diğer taraftan da Yıldız Kızlar Dünya Voleybol Şampiyonasında genç kızlarımızın, tarihimizde ilk kez final oynayıp ikinciliği almaları içimizi ısıttı.
Bunların dışında İngiltere'de düzenlenen Dünya Süpersport Motosiklet Şampiyonasında daha yarışların bitmesine üç ayak kala şampiyonluğunu ilan eden Kenan Sofuoğlu, bu kategorideki tek şampiyon temsilcimiz oldu. Yaşamı babasının tamir atölyesinde geçen bu genç sporcunun, uluslararası müsabakalara açık olan İstanbul Park pistine antrenman için dahi sokulmadığı bir ülkeye, İngiltere'den şampiyonlukla dönmesi aslında her şeyi ne güzel açıklıyor değil mi? (ET/EÜ)