Fotoğraf: Melenchon ve Boyun Eğmeyen Fransa vekilleri Ulusal Meclis'te, 2020/France24
Başlıktaki sözler Jean-Luc Melenchon'a ait. Milletvekili seçimleri biter bitmez kurduğu bu cümle, kendi hayal kırıklığını da yansıtmakla birlikte, somut durumu tespit ve NUPES'in başarısını ilan ediyordu. Şimdi, sonuçlara, olası gelişmelere ve sorunlara bir göz atalım:
Kazanan taraf sol ittifak NUPES (Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği) oldu. İlk turu, kendi hesaplamalarına göre yüzde 26,8, Le Monde gazetesine göre yüzde 26,1 oy ile birinci olarak bitirmişti. O sırada sadece beş milletvekili seçilmiş bulunuyordu. İkinci turdan sonra İçişleri Bakanlığı sol ittifakın 131 vekillik elde ettiğini duyurdu; sitesinde de hala öyle görünüyor. Fakat ardından NUPES bileşenleri meclis gruplarını kurdular: 29 Haziran tarihli resmi gazeteye göre, 17'si denizaşırı illerden olmak üzere, toplam 151 sandalyeleri var. Böylece bakanlığın "muhtelif sol" hanesine yazdığı 22 vekilin büyük çoğunlukla NUPES saflarında yer aldığı net bir şekilde anlaşıldı. Mecliste çoğunluk sağlama ve başbakanlık hedeflerine erişilemedi ama, NUPES, 2017 seçimlerine ayrı ayrı giren sol partilerin ve "muhtelif sol"un toplamından iki kat fazla sandalye kazanarak ana muhalefet gücü oldu.
Daha iki aydan kısa bir süre önce cumhurbaşkanı seçilen Macron'un oluşturduğu blok Ensemble! (Birlikte!) ise kaybeden taraf. 2017 seçimlerine göre 100 eksiğiyle (üçü denizaşırı illerden) 250 sandalye kazanabildi ve mutlak çoğunluk olan 289 sayısının epey gerisine düştü.
Macron'un partisi Rönesans ve dostları mecliste en büyük gruba sahip ama sadece 172 vekilleri var. Ensemble içindeki müttefiklerinden MoDem (Demokratik Hareket) 48, Horizons (Ufuklar) ve dostları ise 30 sandalye ile kendi gruplarını oluşturdular.
Marine Le Pen'in partisi RN (Ulusal Derleniş) beklenmedik bir şekilde 89 sandalye ile üçüncü sıraya yükseldi. 1986'da nispi temsil sistemine göre yapılan ilk ve tek seçimde o zamanki adıyla FN'in (Ulusal Cephe) elde ettiği 35 vekillikten sonra bu bir ilk. İttifaklar değil de tek tek parti grupları hesaba katıldığında, meclisteki ikinci büyük grup onun. Bu aynı zamanda Avrupa ülkelerindeki en büyük aşırı sağcı-faşist gruplardan biri. Artık gündeme damgalarını vurmaya ve siyasi gericiliği azdırmaya çalışacaklar.
Eski De Gaulle'cu partinin kalıntısı LR (Cumhuriyetçiler) ve dostları, (biri denizaşırı illerden) 62 vekil ile, dördüncü sırada. Bu sayı 2017 seçimlerinde elde ettiğinin yarısından biraz fazla. Fakat Macron'un merkez-sağ ittifakı için yedek lastik haline geldi.
Ayrıca, NUPES'e karşı çıkan eski SP'lilerden bir kısmı, bazı sağcılar ve Korsika ile denizaşırı illerden seçilen 16 vekil de faydacı bir grup kurdu. LIOT (Özgürlükler, Bağımsızlar, Denizaşırılar ve Topraklar) adını alan bu "merkezci" grup "yapıcı muhalefet" rolünü üstlenecekmiş.
Bunların dışında herhangi bir gruba girmek istemeyen, altısı eski SP'li, üçü sağcı ve aşırı sağcı dokuz milletvekili daha var.
Fransa'yı neler bekliyor?
Yeni seçilmiş cumhurbaşkanının milletvekili seçimlerinde mutlak çoğunluğu kaybetmesi V. Cumhuriyet döneminde ilk kez oluyor. Geçmişteki birlikte yaşama (cohabitation) örneklerinde cumhurbaşkanı yedi yıllığına seçiliyor ama milletvekili seçimleri beş yılda bir olduğu için arada çoğunluğu yitirebiliyordu. Macron'unki onlardan farklı ve sadece başkanlık seçimlerinde aldığı bütün oyların kendi seçmen tabanına ait olmayışı ile açıklanabilir. Faşizme karşı "baraj kurmak için" gönülsüzce ona oy veren önemli bir seçmen kitlesi (İpsos-Sopra Steria'nın bir kamuoyu yoklamasına göre bunların oranı yüzde 42) milletvekili seçimlerinde asıl partilerine döndü.
Macron'un mutlak çoğunluğu elde edememiş olması bir ilk ama başka sorunları da birlikte getiriyor. Şimdi eski merkez-sağ ve merkez-sol partiler erimiş, seçmenleri de, kurumsal kalıntıları da daha sağa ve daha sola yönelmiş durumda. Hiçbir ittifak veya parti tek başına hükümet kurup istediği gibi kanun çıkarabilecek, gensoru önergesi verilince güven oyunu garanti edebilecek durumda değil. Böylece merkez-sağcı neoliberal politikanın 20 yılı aşkın bir süredir hiç teklemeyen istikrarı sona erdi. Onunla birlikte, ülkeyi bir "seçilmiş kral" ile geleneksel düzen partilerinin yönetmesine dayanan V. Cumhuriyet de fiilen sona erdi. Fransa artık bir siyasi, iktisadi ve toplumsal çalkantı dönemine giriyor. Ukrayna'daki savaşın yol açtığı sorunlar, İngiltere'de Johnson'un istifa etmek zorunda kalması v.s. dış istikrarsızlık unsurları da herhalde bu gidişatı hızlandıracaktır.
Fransız sistemine göre hükümet işbaşı yapmadan önce güven oyu almak zorunda değil. Ancak rakipleri gensoru ile onu düşürmeyi deneyebilir. Dolayısıyla Macron hükümeti şimdilik bazı düzenlemelerle yerinde duruyor. İleride belki sağcı parti LR ile koalisyon şart olacak. Her kritik durumda Macroncuların gerekli çoğunluğu bulamama riski var. Cumhurbaşkanı bu yüzden meclisi feshedip erken seçime gitmek zorunda da kalabilir. Ama bir yandan faşizmin yükseldiği öte yandan solun birleşip radikalleştiği koşullarda böyle bir seçimin kendisi için büyük risk taşıyacağı besbelli.
Bir diğer seçenek Le Pen'in partisiyle uzlaşmak. Bizdeki AKP-MHP ittifakı gibi bir ortaklığı Macron, hassas dengeleri altüst edeceği ve kendi partisini de böleceği için, göze alamaz. Ama ihtiyaç halinde, özellikle de sola karşı, uzlaşmaya varmak merkezden aşırı sağa kadar bütün grupların işine gelebilir. Bunun ilk işaretleri verildi bile. Önce Macron, başkanlık seçimindeki "aşırı sağa karşı baraj" çağrısını unutup, ülkenin çıkarları için "millet meclisinde uzlaşmalar inşa etmek"ten dem vurdu. Hükümet sözcüsü Olivia Grégoire "NUPES bir partiler toplamı. Ana muhalefet partisi RN"dir dedi. Adalet Bakanı Dupont-Moretti ise, hiç kıvırmadan, "Mecliste RN ile birlikte ilerlemek"ten söz etti. Sonra, yeni meclis başkanı Braun-Pivet'nin altı vekilliğinden ikisine faşist partinin adayları seçildi: Biri 290, diğeri 284 oyla; yani geleneksel sağcı LR'in ve Macroncu bloktan 140 kadar vekilin desteğiyle. Mali komisyon başkanlığına ise bir NUPES üyesi getirildi ama neden sonra. Birkaç tur süren oylamalar boyunca Macroncu ittifaktan kimse salona girmedi. Ailesinde direnişçi ve nazi toplama kampı magduru bulunan, komisyon başkanlığının RN'e gitmesini istemeyen merkezci (LIOT grubundan) Charles de Courson adaylıktan çekildiği (ve muhtemelen oyunu da rakibine verdiği) için NUPES adayı zor bela seçilebildi. RN de NUPES'in gensoru önergesine destek olmayacağını ilan ederek Macroncu "açılım"a karşılık verdi.
Fransız burjuvazisi ve Macroncu ittifak bu zaafı fırsata çevirmeye çalışacaktır. Güçleri yettiği ve/veya uzlaşma sağlayabildikleri ölçüde, öncelikle siyasi partiler ve seçim yasalarında değişiklik yapmak, seçim bölgelerini yeniden düzenlemek v.s. önlemlerle, V. Cumhuriyeti tamir etmeye çalışabilirler. Olmazsa, ileride, Melenchon'un savunduğu gibi degil ama kendi istedikleri gibi bir VI. Cumhuriyet için de kolları sıvayabilirler. Tamirat-tadilat geçmişte de yapılmıştı.(1) Fakat o zamanlar, De Gaulle, Mitterand ve bir dereceye kadar da Chirac gibi tarihsel meşruiyet sahibi önderler ve güçlü partiler bulunduğu için sorun çıkmamıştı. Macron ise çoğunluk tarafından sevilmeyen bir cumhurbaşkanı, ardındaki ittifak da sadece nispi çoğunluk sağlayan bir yamalı bohça. Bu yamalı bohçanın ne kadar teğel tutacağı ve gücünün nelere yeteceği belli değil.
Her durumda yapılacak değişikliklerin otoriterleşmeye hizmet edeceğini kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Anayasanın KHK yetkisi tanıyan 49.3 maddesine Macron'un da bakan olduğu Manuel Valls hükümetince altı kez başvurulmustu. Macron'un ilk başbaşkanı Edouard Philippe emeklilik yasasını bu yöntemle geçirmişti. Aynı hükümetin çıkardığı genel güvenlik yasası, sarı yeleklilere ve işçi direnişlerine karşı uzun zamandır görülmedik ölçüde şiddet kullandığı daha unutulmadı. Ayrıca AB komisyonu ile Almanya'nın Macaristan, Polonya, Türkiye v.b. ile ilişkilerinde kendi hukukunu çiğnemekten çekinmemesi, Avrupa'da yeniden güçlenen Amerikan hegemonyası, Rusya'nın da her yerde otoriter yönetimleri ve faşist partileri desteklemesi, bu yöndeki çabalarını kolaylaştıracaktır.
Fakat bu yönelime sosyal bir karşılık verilmeyeceğini sananlar yanılır. Tersine, NUPES'in başarısı üzerine kendine güveni ve mecliste desteği artan işçi sınıfı ile diğer halk kesimlerinin bundan sonra daha geniş katılımlı, daha atılgan, daha kararlı bir mücadele içinde olacağını hesaba katmak gerek. Fransız burjuvazisinin neyi nasıl ve ne kadar değiştirebileceği bu mücadele içinde belirlenecek.
NUPES'in durumu ve önündeki sorunlar
NUPES bileşenlerinin meclisteki sandalye dağılımı şöyle: LFI (Boyun Eğmeyen Fransa) 75, SP 31, EELV (Yeşiller) 23, Demokrat ve cumhuriyetçi sol (FKP ve dostları) 22.
İttifak şimdilik iyi gidiyor. Bileşenlerin meclis grupları arasında eşgüdümü sağlayacak bir komite oluşturuldu. Her salı günü dört sol partinin temsilcileri bir araya gelecek ve ayda bir kez de LFI, SP, Yeşiller ve FKP gruplarında yer alan bütün vekiller birlikte toplantı yapacak. Amaç kanun tasarılarını birlikte hazırlayıp sunmak. "Bir musibet bin nasihatten yeğdir" hesabı, faşist partinin gücü ve Macroncu blokun onunla uzlaşma eğilimi de tehlikeyi sürekli hatırlatan bir yapıştırıcı olarak işleyecek gibi görünüyor.
NUPES'in kuruluşunda en büyük katkı kuşkusuz Melenchon'un (ve partisi LFI'nin). Çıtayı yükseğe koyarak, başkalarına mümkün görünmeyen hedefler ilan edip o yolda yürüyerek, Le Pen'e oy verseler bile "faşist olmayan öfkelilere" hitap ederek, işçilerin, emekçilerin, gençlerin, göçmenlerin ve müslümanların haklarını savunarak, Fransız soluna geri çağırdığı iddialı (ve iddiacı) siyaset yapma tarzı ile başardı bunu. Kendi hareketini soldaki en büyük güç haline getirdiği gibi, mesela FKP'nin geçmişte sık sık yaptığı birlik önerilerine bu kez bizzat sahip çıkıp yapıcı bir tutum benimsedi. Doğal olarak aslan payını da aldı; 2017'de 17 vekillik kazanabilmişken şimdi mecliste (üçü denizaşırı illerden) 75 sandalye ile üçüncü büyük grubu kurmuş bulunuyor.
Keza, en uzlaşmacı burjuva kesimlerini Macron'a kaptırıp küçüldükten sonra 2017'de sadece bir milletvekilliği elde edebilen EELV de bu kez 23 vekil ile kazançlı çıkan diğer bileşen oldu.
SP (dördü denizaşırı illerden seçilen) 31 vekil ile yerinde saydı. Bu bile başarı, çünkü 79 eski SP'li partinin merkezi politikasına uymayarak NUPES adaylarına rakip olmuştu. Çok azı seçilebildi. Ama onların böldüğü oylar yüzünden 16 vekillik kaybedilmiş. Bu kişilerin parti üyeliği askıya alındı ve haklarında (onların seçim kampanyasına maddi destek veren parti örgütleri hakkında da) disiplin soruşturması başlatıldı.
FKP ise 2017 seçimlerine göre fazladan sadece bir milletvekili çıkarabildi. 22 kişilik grubun 12'si FKP'li, diğerleri denizaşırı illerin sol partilerinden seçilen özerklik veya bağımsızlık yanlısı vekiller.
NUPES'in önündeki sorunlardan ilki birliğini koruyabilmek. Çünkü, ortak bir programa sahip olsa da, Yeşiller ve SP onu daha çok seçim ittifakı olarak görüyor. LFI ve FKP tabanında NUPES'i temelli bir ittifak sayanlar çoğunluk ama herkes hemfikir değil. Aralarında rekabet ve itiş-kakış devam ediyor, sık sık da kamuoyuna yansıyor. Korsika'da bileşenlerin anlaşamayıp seçime ayrı ayrı girdiklerini ve ilk turda elendiklerini unutmamak gerek. NUPES içindeki fay hatları rakipleri tarafından her fırsatta zorlanacak. Nitekim seçimlerin üzerinden bir hafta bile geçmeden Macron FKP'ye hükümete katılma ve "Kopernikçi devrim"i birlikte yapma teklifinde bulundu. Gerçi ilgi görmedi ama bu NUPES'i bölmeye yönelik ilk girişimden başka bir şey değildi zaten. Keza eski SP'nin Hollande taraftarları da partiden ve başka yerlerden devşirecekleri vekillerle yeni bir grup kurma niyetlerini açığa vurmuş durumdalar.
İkinci sorun, taraftarlarını örgütlemek ve seferber etmek. Sadece seçim kampanyalarıyla zafer kazanılamaz. Kampanya, ardında yorucu, bazen de usandırıcı ama kesintisiz bir örgütlenme çabası yoksa boşa çıkabilir. NUPES bileşenlerinin, özellikle de LFI'nin seçmen desteği ile örgütlerinin zayıflığı arasında ters orantı var. Bu seçim sonuçlarına da yansıdı. Melenchon, ikinci turun ertesi günü, 16 bin oy daha alsalar Macroncuları geçip nispi çoğunluğu kendilerinin elde etmiş olacağını yazdı. Bu rakamı abartılı bulan Le Monde'un hesabına göre, 200 kadar sandalye kazanabilmeleri için fazladan 51.507 (yüzde 0,25) oy gerekiyormuş. Keza 400 bin kadar ek oy NUPES'e mutlak çoğunluğu getirebilirmiş. Her durumda bu potansiyelin mevcut olduğu ve sandığa gitmeyen seçmenler arasında kaldığı kesin. Cumhurbaşkanlığı seçimine ayrı ayrı giren sol partilerin adayları toplam 10,8 milyon oy almışlardı. Milletvekili seçimlerinin ilk turunda bu sayı 5,8 milyona düştü. İlk turun hemen ardından İpsos-Sopra Steria'nın yaptığı bir araştırma başkanlık seçiminde Melenchon'a oy verenlerden yüzde 50'sinin sandığa gitmediğini gösteriyordu. Bu umursamazlık, çok sayıda NUPES adayının 3 oydan 50-70 oya kadar küçük farklarla kaybettiği hesaba katılınca, can yakıcı oluyor.
Üçüncüsü, "rakip sahada" siyasi çalışma yapmayı, mücadele etmeyi ve kazanmayı öğrenmek. NUPES'in parti örgütleri de, seçmen desteği de esas olarak büyük şehirlerde. Taşrada fabrikaların taşınması ve maden ocaklarının kapanması ile çöken şehir ve kasabaların emekçileri, kır yoksulları gitgide Le Pen'in partisine yönelmiş. Melenchon'un "fâchés pas fachos" (faşist olmayan öfkeliler) hitabı, bir kısmının ara sıra Macronculara karşı LFI'ye oy vermesi dışında, onları faşist partiye destek olmaktan alıkoymuyor. LFI'de önde gelen ve biraz da aykırı isimlerden François Ruffin "Apaçık ortada ki 'fâchés pas fachos' şimdiye kadar yüzünü bize dönmedi. Onların öfkesini umuda çeviremiyoruz" derken haklıydı. "Belki on kat daha az verim alabilmek için on kat daha fazla çaba harcamak gerek; çünkü oralarda yaşam alanı paramparça olmuş ve Le Penci oy kök salmış durumda. Onları RN'e terkedemeyiz" sözleriyle de çok önemli bir ihtiyacı işaret ediyordu.
Adında "sosyal" var ama kendisi ne kadar sosyal?
Fransa'da millet meclisinin bileşimi 1970'lerden beri, yani FKP'nin gerilemesi ve SP'nin burjuvalaşması ile atbaşı giderek, özel sektör ve kamudaki yönetici kadroların, patronların, avukat, gazeteci, eğitimci gibi yüksek diplomalı entellektüellerin damgasını taşır olmuş. Bu kesimin oranı şimdi de yüzde 50'den fazla. NUPES'te bile durum çok farklı değil.
Bir yoklar listesi çıkarsak, NUPES'in 151 vekili arasında ilk göze çarpacak olan işçiler: Sanayi işçisi yok. Yıllardır sınıf mücadelesinde koçbaşı olan, birçok toplumsal harekete destek çıkan, sarı yelekli eylemleriyle bütünleşmede başı çeken demiryolu işçisi yok. Hem pandeminin ağır yükü, hem de hükümetin kaynak kesinti ve kısıntıları altında ezilip bunu son derece yaratıcı eylemlerle açığa vuran sağlık emekçisi yok. Hakkını yemeyelim, hiç yok değil. En tanınmışı otelde temizlik işçisi (Afrika kökenli siyahi, kadın, sendikacı) Rachel Keke olmak üzere, biri havacılık sektöründe vasıflı işçi, biri demiryolcu, birkaçı hemşire ve hastabakıcı (çoğu LFI'den) 10-15 işçi, ücretli emekçi ve emekli var. Ama bir o kadarı faşist partide de var (France 24'ün hesabına göre mecliste her iki kesimden işçilerin oranı sadece yüzde 0,9; ücretli emekçilerinki yüzde 4,5). Kısacası, işçi sınıfının en örgütlü ve dinamik kesimleri NUPES saflarında pek temsil edilmiyor. Bileşenleri daha ziyade memur-öğretmen-yönetici kadro partisi gibi görünüyor. Oysa basta CGT üyeleri olmak üzere, sendikalı isçilerden seçime katılanlar herhalde çok büyük ölçüde NUPES'e oy vermiştir.
Kadın temsilinde de gerileme var. 2017 seçimlerinde meclise 223 kadın vekil girmişken bu kez sayı 215'te kalmış. Kadınların hem nüfus içindeki hem de kayıtlı seçmen içindeki oranı yarıdan fazla, yüzde 52, ama meclisteki oranı yüzde 37,26. Hem de 2000 yılından beri kadın erkek-eşitliğini özendiren bir kanun yürürlükte olduğu halde. Gerçi kanun partileri eşit sayıda aday göstermeye mecbur tutmuyor ama ne kadar eşitsizlik varsa hazine yardımından o kadar kesinti yapılmasını emrediyor. Bu yüzden LFI'ye 2017 seçimlerinden sonra 250 bin € kadar ceza kesilmiş. Bu kez de NUPES'in notu ortanın altında, yüzde 43,07. Fakat oranı yükselten EELV (yüzde 54,17) ile biraz da SP (yüzde 40). Yoksa LFI (yüzde 33,77) ve FKP (yüzde 16,66), zihniyet bakımından tam bir maço erkek partisi olan fasist RN'den (yüzde 37,07) bile geride kalmışlar. Belki eşit sayıda aday göstermişlerdir ama seçilebilir yerlerde erkeklere öncelik verdikleri anlaşılıyor.
Köken çeşitliliği bakımından da biraz gerileme var. France 24'ün sayımına göre, denizaşırı illerden gelenler hariç, ebeveynlerinden biri ya da her ikisi Avrupa dışından gelme göçmen olan vekil sayısı 2017'de bir sıçrama ile 35'e çıkmışken bu kez 32'ye düşmüş. NUPES'in bu konudaki tutumu fena değil. Özellikle LFI'ninki (yüzde 14,2) bayağı iyi. Gene de, söz gelimi Paris'e bitişik bir göçmen işçi deposu olan ve sokaklarında yerli Fransız'dan çok Afrika, Asya ve Arap asıllı insanlara rastlanan Saint Denis ilinde 12 NUPES adayının hepsi beyazdı. Teşbihte hata olmaz, Diyarbakır'da bütün adayların Trakya kökenli Türklerden seçilmesi gibi bir şey.
Millet Meclisi'nin bileşimi, 2017'den sonra bu seçimde de biraz daha gençleşti; ortalama 48,5 yaşında. En genç vekil 21 yaşındaki Tematai Le Gayic; Paris'te master yaparken ara verip Fransız Polinezyası'nda bağımsızlık yanlısı Tavini huira'atıra ("Halka Hizmet") partisinden aday oldu ve Macroncu bir eski bakanı yenerek seçildi; şimdi FKP'lilerle birlikte Demokrat ve cumhuriyetçi sol grubunda yer alıyor. İkincisi de 21 yaşında, Le Gayic'ten birkaç ay daha büyük olan Louis Boyard; bir demiryolu işçisinin oğlu, lisedeyken öğrenci sendikası başkanı, sonra bir sarı yelekli eyleminde yaralanmış, hukuk fakültesi öğrencisi ve LFI militanı. NUPES içinde daha genç olup ortalamayı düşürenler EELV (42,2) ve LFI (43,2) vekilleri; yoksa SP (54,4) ve FKP (54,8) biraz daha yaşlı. Oran olarak bakınca NUPES gençler arasında birinci sırada; ilk turda 18-24 yaş grubu içinde yüzde 42 ile, 25-34 yaş grubu içinde yüzde 38 ile (Ardından RN geliyor; her iki grupta da yüzde 18 ile). Ne var ki gençlik sandığa gitme konusunda da en vurdumduymaz kesim. Ipsos-Storia'nin yoklamasina gore ilk grubun yüzde 69'u ve ikinci grubun yüzde 71'i oy kullanmamış.
Bunlar yukarıda saydıklarımla doğrudan ilgili ve içiçe geçen birer sorun alanı. Kamusal alanda kendilerine benzer insanların yükseldiğini, parti yöneticisi, belediye başkanı, milletvekili, senatör, v.b. olduğunu, söz söyleyip karar alma süreçlerine katıldığını görmek emekçilerin siyasete ilgisini ve sol partilere desteğini arttırır. Meclisin gitgide burjuvalaşması ile halkın seçimlere katılmama eğilimi ve geleneksel partilerin zayıflaması arasında tesadüfi olmayan bir ilişki var.(2) "En alttakiler"e hitap ve sözcülük etmekle yetinmeyip her düzeyde onlarla kaynaşmak, kamusal alanda onların temsilini ve görünür kılınmasını sağlamak. NUPES'in önündeki bir diğer görev olarak duruyor. Şimdi seçimler bitti. Fakat, olası bir erken seçime, daha sonraki Avrupa Parlamentosu ve belediye seçimlerine kadar eksiklerini telafi etmesi gerek.
Geç de olsa...
Şimdi eğri oturup doğru konuşmanın da zamanı. Bu ittifak daha önce kurulabilir, faşizmin yükselişi durdurulabilir, Le Pen'in yolu kesilerek meşruiyet kazanması önlenebilirdi:
2017 Başkanlık seçimlerinde Melenchon (yüzde 19,58) ile SP adayı Benoit Hamon'un (yüzde 6,36) oy toplamı solcu adayı daha ilk turda Macron'un bile önüne geçirecek ve Le Pen'in elenmesine fazlasıyla yetecek sayıdaydı. Kimse buna yönelik herhangi bir girişimde bulunmadı. Diyelim ki SP hala büyük güç sanılıyordu, EELV ise radikal sola bu kadar yaklaşmamıştı (Yannick Jadot Hamon ile bir anlaşma yaparak adaylıktan çekildi). Dolayısıyla cumhurbaşkanı adaylığında anlaşmak kolay olmayabilirdi. Fakat milletvekili seçimlerinde de denenmedi. Oysa Yeşiller zaten 2014'te bölünmüş, "ekolojik mücadelenin aynı zamanda sosyal" olduğunu savunan sol kanat kongrede partiye hakim olmuştu. SP'de ise François Hollande başkanlık seçiminde Macron'u desteklemiş, pek çok bakan, vekil ve yönetici hızla Macroncu kesilmişti; parti çöküntü içindeydi, ama en azından belli seçim bölgelerinde katılabilirdi. Nitekim ikinci turda birkaç seçim bölgesinde kurulan FKP-Yeşiller-LFI veya FKP-Yeşiller-SP ittifakları kazanımla sonuçlandı. Melenchon'un güçlü egosu ve bütün sol potansiyeli peşine takma hevesi yüzünden daha fazlası gerçekleştirilemedi.
2019 Belediye seçimlerinde, Marsilya ve Bordeaux gibi 25 yıldır sağın yönettikleri dahil, belli başlı büyükşehirler sola geçti. Özellikle Yeşiller'in, biraz da SP'nin yıldızı yeniden parlamaya başladı. Yerel LFI örgütleri güçsüz oldukları için ilk turda kayda değer bir sonuç alamayıp ikinci turda ittifak adaylarını desteklemek zorunda kalmıştı. Bu büyük başarının gerçekleştirilme yöntemi, en güçlü olanın başkan adaylığı etrafında örülen ittifaklar, daha sonra yapılması mümkün ve gerekli olanı da işaret ediyordu.
Melenchon gene bildiğini okudu. Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu seçimden altı ay önce ve kimseye danışmadan ilan etti. Önceki iki seçimde onun adaylığını desteklemiş olan FKP'de ise bu kez başkanlık seçimlerine parti olarak girmekte ısrarlı bir ekip iş başına gelmişti. Yeşiller'den Jadot da, yerel seçimlerde kazandıkları başarıyı bir üst düzeye taşıma umuduyla, cumhurbaşkanlığı için hazırlandığını söylemişti. Böylece, az çok herkesin sorumluluğu ile, başkanlık seçimlerine çok başlı olarak girildi. Sol partilerin adayları, yuvarlak hesap, toplam 10 milyon 760 bin oy aldı; Macron'dan 1 milyon, Le Pen'den 2,6 milyon fazla! İttifakla girilse ikinci turda solun adayı ile Macron yarışacaktı. Kişisel hırslar ve küçük dükkan hesapları yüzünden ikinci tura kalma imkanı Le Pen'e altın tepside sunuldu; solcu semen potansiyeli de Macron'a oy vermek ile sandığa gitmemek arasında berbat bir seçime mahkum edildi.
Gerçi siyasette aritmetik veriler her zaman ve mutlaka isabetli bir gösterge değildir. Çünkü her değişken diğerlerini de harekete geçirir, kartlar yeniden karılır ve farklı bir sonuç elde edilir. Sol başkanlık seçimine ittifakla girse herhalde büyük bir umut ve dinamizme yol açar ama belki ortak adaydan hoşlanmayan bir kısım seçmen de kaçardı. Aynı durum, sağda moral bozukluğuna ve dağınıklığa sebep olabileceği gibi, Macron ve/veya Le Pen'in arkasına güç yığılmasını da getirebilirdi. Fakat faşizmi durdurmanın başka bir yolu yok. Bu görevi savsaklayan veya ıraksayan herkes işçi sınıfına ve halka karşı ağır vebal altında kalmıştır.
Gene de bunu derkenara yazıp devam etmek gerek. Çünkü hiç olmazsa, zararın neresinden dönülse kardır hesabı, milletvekili seçimleri için NUPES alelacele kuruldu ve bozgun ihtimali bir başarı hikayesine çevrildi. Böylece yaklaşan faşizm tehlikesi şimdilik ve bir ölçüde savuşturuldu. O da olmasa ve sol partiler 2017'deki gibi toplam 60-70 milletvekili ile kalsa faşistlerin daha ne kadar karlı çıkacağını, seçimden sonra hem RN'in hem de diğer burjuva partilerinin nasıl gemi azıya alacağını insan düşünmek bile istemiyor.
"Cumhuriyetçi cephe"nin çöküşü
RN 2017'de 110 seçim bölgesinde ikinci tura kalmış ve sadece 8 sandalye kazanabilmişti. Bu yıl 208 seçim bölgesinden 89 sandalye elde etti. Yani iki katından az seçim bölgesinde 11 kat fazla milletvekili. Faşist parti ikinci turda Macroncu blok ile yaptığı 108 düellodan 53'ünü, NUPES ile kapıştığı 61 düellodan 33'ünü, geleneksel sağcı LR ile karşı karşıya geldiği 24 düellodan da 2'sini kazandı. Bu olgu "cumhuriyetçi cephe"nin çöküşünü de işaret ediyor.
İkinci tur sonuçları belli olunca RN'in böylesine büyük bir gedik açmasından öncelikle Macroncu blok sorumlu tutuldu. Bunda bir doğruluk payı var. Macron ilk turdan sonra seçmenlerine hiçbir tavsiyede bulunmadı. Başbakan ve bakanlardan bazıları önce "aşırı sağa da aşırı sola da karşıyız" teranesini geveledi, bazıları "her seçim bölgesinde somut duruma göre hareket edeceğiz" diye kıvırdı, v.s. Daha sonra hükümet sözcüsü Olivia Grégoire "aşırı sağa tek oy yok" açıklamasını yaptı (Macroncu-RN düellosunun söz konusu olduğu yerler için aynı çağrıyı NUPES'ten, özellikle LFI'den de işittik). Bu çağrı rakip bir partinin adayını desteklemeyi olduğu kadar hiç oy kullanmamayı da kapsıyor. İbretlik bir örnek Pas-de-Calais'den: İlk turda elenen Macroncu aday, ikinci turda Marine Le Pen'e karşı NUPES adayı Yeşilci Marine Tondelier'e destek vermedi; "iki Marine aynı şey, Tondelier cumhuriyetçi değildir" diyerek boş oy kullanacağını ilan etti. Ardından Macroncu partinin Genel Sekreteri Guerini "Le Pen'e karşı ikinci turda Marine Tondelier'yi destekleme çağırıyorum" dediyse de, böylesi düzeltmeler hem kafa karışıklığını gidermeye yetmiyor, hem de ittifakın diğer bileşenlerini pek etkilemiyordu.
Bununla birlikte somut durum sanıldığından daha karmaşık. Liberation gazetesinin Checknews grubu, Le Monde'un Decodeurs ekibince yapılan sayımı da dikkate alarak, kapsamlı bir döküm çıkarmış: Her iki taraftan ilk turda elenen adayların açıkça RN'e karşı baraj çağrısı yaptığı yerlerde de, hiçbir tavsiyede bulunmadığı yerlerde de, faşist partinin kaybettiği ve kazandığı düello sayıları birbirinden çok faklı değil. Ipsos ve Harris araştırmaları çok uyumsuz sonuçlar veriyor ama her ikisinde de en yüksek oran ikinci turda sandığa gitmeyenlere ait. Belirleyici etkenlerden biri bu. Dahası, hem Ensemble! hem de NUPES seçmenleri arasında birbirinin adaylarına karşı RN'e oy veren bir kesim var. Keza Le Pen'in "Aşırı sola tek oy yok" çağrısına rağmen, RN seçmenlerinden de Macroncu adaya karşı NUPES'i destekleyenler var. Kısacası, belli bir seçmen kitlesi elenen adayların, partilerin veya liderlerin çağrılarına artık kulak asmıyor, kendi nefret ve sempatilerine göre oy kullanıyor. Bu kesimin gözünde RN de "aşırı sol" da "düşman" değil, ikinci tercih haline gelmiş. 1928-33 arasında bir kısım Almanya seçmeninin bazen komünist partisine bazen de Nazi partisine oy vermesini andıran bir fenomen.
Burjuva partileri, fıtratları gereği, soldan oy desteği alınacaksa "cumhuriyetçi cephe" çağrısı yapmakta tereddüt etmiyor; kendileri de kısmen, özellikle mahalli seçimlerde, solun adaylarını destekleyebiliyor. Fakat sol öne geçip de destek verme sırası kendilerine gelirse yan çizmeye başlıyorlar. Üstelik onlar, şu anda özellikle de Macroncu blok, yangını kendisi çıkaran itfaiyeci durumunda. O nedenle hükümetten nefret edenlerin sayısı çok yüksek. Öyle de olsa, kanunlara ve kurumlara dayanan yönetim ile milis gücünün keyfi şiddetine dayanan yönetim arasında temelli bir fark var. Nefret bu gerçeği unutturmamalı.
Fransız solunun önündeki görev de, bizde olduğu gibi, çift taraflı ve çelişkili: Bir yandan işçilerin, emekçilerin, yoksulların, "en alttakiler"in hak ve taleplerini savunmak, güçlerini birleştirmek ve mücadelesini yükseltmek; diğer yandan faşizmin güçlenmesine engel olmak ve onu geriletmek. Gerçi ilk görevin yerine getirilmesindeki her başarı diğerine de yardımcı olur. Fakat yakın tehdit ve tehlike karşısında "cumhuriyetçi cephe"ye duyulan ihtiyaç da kendini hissettirecek. Solun merkez sağcı ve daha sağcı güçlerle bir anlaşmaya varması olası değil. Zaten kendi seçmen tabanına da burjuva partilerine karşılıksız destek veriyor olmaktan gına geldi ve sandığa gitmeyenler ciddi bir oranda arttı. Buna rağmen gelecek seçimlerde sorunu yeniden ele almak, koşullar elverdiği ölçüde baraj kurmaya çalışmak, özellikle ikinci turda rakip partilerden oy istemek veya onlara destek vermek gene gündeme gelecek.
Türkiye'yi etkiler mi ?
Fransa'nın bir Kürt sorunu yok. Gerçi şimdi Denizaşırı Iller ve Denizaşırı Topraklar (DOM-TOM) diye adlandırılan eski sömürgeleri var; bunlardan bazılarında bağımsızlık için mücadele eden partiler de var (birçok milletvekili çıkarıp meclise göndermeyi başardılar ve bunlar FKP ile LFI gruplarında yer alıyor). Fakat bu "eski sömürgeler" metropolün içinde veya bitişiğinde değil. Oralarda olup bitenler Avrupa Fransası'nı doğrudan ve hemen etkilemiyor. Fransa, bu anlamda, bizim Kürt sorunumuzun avantaj ve dezavantajlarından yoksun sayılır.
Fransa'da solun ve komünistlerin, cumhuriyetçilikten, "halk cephesi" döneminden, nazi işgaline karşı direnişten, sınıf mücadesindeki kazanımlardan, 1968'den ve 1995'teki büyük grevden elde edilmiş bir toplumsal meşruiyeti var. Gayrimeşru olan, kendini kabul ettirmek diye bir derdi olan faşist partidir. Burjuva partileri ve ideologlari simdi elbette NUPES'i karalamak için ellerinden geleni yapacak, onu RN ile aynı kefeye koymaktan geri durmayacak. Fakat bizde HDP'ye yapıldığı gibi NUPES'i şeytanileştirmek en azından kısa vadede mümkün değil.
Bunlar Fransa'da siyasetin Türkiye'dekine benzemezliğini gösteren iki örnek sadece. Yani iki ülke arasındaki esaslı farkları asla göz ardı etmemek gerek. Yoksa burada olup bitenler elbette Türkiye'yi de etkiler. Hem de bütün sınıflarıyla ve bütün alanlarda. Çünkü Türkiye'nin Fransa ile iktisadi, siyasi, diplomatik, kültürel v.b. ilişkileri diğer Avrupa ülkeleriyle olduğundan daha uzun süreli ve köklüdür. NATO'ya girildikten sonra bizde ABD etkisi baskın hale geldi ama hala en fazla yabancı lisesi Fransız dilindedir, aydınlar arasında en fazla bilinen ikinci yabancı dil Fransızcadır ve söz gelimi Fransız şirketlerinin Bursa'daki fabrikaları da küçümsenemeyecek sermaye yatırımlarının birer örneğidir.
NUPES'in beklenmedik bir anda, hem de ana muhalefet gücü olarak siyaset sahnesine girişiyle ortaya çıkan ve çıkabilecek değişiklikler Türk burjuva siyasetini nasıl etkiler göreceğiz. Fakat aydınlar, sol eğilimli bir kısım CHP kadrosu ve seçmeni, Kürt düşmanlığı ile yoğrulmuş olmayan genç kuşaklar üzerinde olumlu izler bırakacağına şüphe yoktur. Bunun nasıl ve ne kadar olacağını şimdiden kestiremeyiz ama onların NUPES deneyine Fransız kalmayacaklarından emin olabiliriz.
Devrimci ve sosyalist solda yapacağı etkilere gelince, başkalarının deneylerinden öğrenmeye açık ve hazır olanlar için, şu noktalara dikkat çekilebilir :
Birincisi, Türkiye'de olduğu gibi Fransa'da da sol güçler 10 yıldır yükselen faşizm tehlikesini umursamaz ve kendi küçük dükkan hesaplarını öne çıkarmış gibiydi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde faşist partinin başkanı üçüncü kez ikinci tura kalıp yüzde 41,5 oy alınca ayıktılar; hemen harekete geçip kısa sürede ittifak yapmayı başardılar. Hem de hiçbir noktayı belirsiz bırakmayıp neyi nasıl yapacaklarını kurallara bağlayarak. Aynı şekilde ortak program için de hem çok hızlı hem esnek davrandılar. Genel-geçer slogan temelli talep ve iddialar yerine, insanların gündelik hayattaki sorunlarına, ihtiyaçlarına, beklentilerine karşılık veren, elle tutulur, somut çözüm önerileri getiren bir program hazırladılar.(3) Üzerinde anlaştıkları maddeleri programa yazarken, anlaşamadıklarını birer engel haline getirmeyip itiraz edenlerin şerhleriyle ve ileride bu sorunlar gündeme gelirse çözüm yöntemlerile birlikte kayda geçirdiler. NUPES deneyi bu bakımdan, yani siyaseti kavrama ve yapış tarzı, acil durumda pek çok şeyi bir yana bırakıp hızlı ve doğru refleks gösterme tarzı bakımından, örnek alınmaya değer.
İkincisi, NUPES deneyi ile bir kez daha gördük ki, dağınıklık kaybettirir; ittifak yapmak, güçleri birleştirmek kazandırır. Siyaset aynı zamanda bir ittifak yapma sanatıdır.(4) Türkiye solunun büyük bir kesimi aslında bu bakımdan Fransızlardan öndedir. HDP ile, daha gelişkin ve istikrarlı bir ittifak modeli gerçekleştirmiştir. Fakat hala ne HDP'ye giren ne de birbirleriyle ittifak yapan sol parti ve örgütler var. Onlar da belki NUPES'in başarısından etkilenip bir şeyler öğrenebilirler.
Üçüncüsü, en alttakilerin, işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin hak ve taleplerini ısrarla savunmak, kendilerine de temsil kapısını açmak kazandırır. Bizde HDP'nin birçok alanda, en alttakilerin sözcülüğünü üstlenmek, kamusal alanda Kürt, kadın, gençlik, çeşitlilik temsilini sağlamak bakımından sorunu yok. NUPES'ten daha ileride bulunduğu bile söylenebilir. Fakat işçi ve emekçilerin mücadelesiyle hemhal olma ve kendilerini siyaseten de görünür kılma bakımından eksiklik veya yetersizlik olduğu açık. Üstelik NUPES'in faşist partiye kaymış işçi ve emekçi kitlelerini geri kazanma derdinden biz de azade değiliz.(5) Bir farkla ki AKP-MHP ortaklığı, yükselmek bir yana, şimdi gözden ve gönülden düşen taraf. Dolayısıyla Türkiye solunun işi nispeten daha kolay olabilir. Önümüzdeki seçimlere kadar HDP'nin ve HDP dışı solun bu açığı kapatmak için çabalaması gerek. HDP'nin etnik Türk nüfusu içinde güçlenip kök salmasının, HDP dışındakilerin de kitlesel güç haline gelmesinin önkoşullarından biridir bu.
Öğrenmenin yaşı olmadığı gibi yeri de yok. Ola ki Fransız solu da Türkiye'nin deneyiminden bazı dersler çıkarmıştır. Çünkü başta FKP ve LFI olmak üzere bütün NUPES bileşenlerinin, ama NUPES dışında kalan NPA'nın ve anarşistlerin de HDP ve Kürt özgürlük hareketi ile yakın ilişki içinde olduğunu; seçimler, newroz kutlamaları, HDP kongreleri sırasında heyetlerin gelip gittiğini, kimilerinin Rojava'da IŞİD'e karşı savaşa katıldığını biliyor, görüyoruz. Bu enternasyonalist dayanışma da taraflar için çok öğretici ve herkese örnek olacak niteliktedir.
NUPES'in yolu açık olsun! Tabii HDP'nin de!
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1. 1958 Anayasası cumhurbaşkanının 80 bin kişilik bir seçilmişler veya ikinci seçmenler topluluğu tarafından belirlenmesini öngörüyordu. Bu kural 1962'de değiştirildi. O gün bu gündür cumhurbaşkanı halkoyu ile seçiliyor. Mitterrand 1985'te seçim sistemini değiştirdi ve daha önce söz verdiği nispi temsil yöntemini uygulamaya koydu. SP ertesi yıl yapılan seçimleri kaybetti. Hükümeti kuran geleneksel sağcı Chirac Anayasanın 49.3 maddesinden aldığı yetkiyle bir KHK çıkarıp eski "dar bölge çoğunluk sistemi"ni geri getirdi. 2002'de "birlikte yaşama" mecburiyetine son vermek için cumhurbaşkanlığının süresi beş yıla indirildi. Önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, iki ay sonra da milletvekili seçimlerinin yapılmasını öngören o zamanki düzenleme hala yürürlükte. 2008'de ise "V. cumhuriyetin kurumlarını modernleştirmek" adına bazı anayasal değişiklikler yapıldı ki en ünlüsü bir ve aynı kişinin cumhurbaşkanlığını iki dönemle sınırlamaktır. Keza nüfus dağılımındaki değişiklikler ve iktidar partilerinin kazanç hesapları v.b. dikkate alınarak birçok kez değiştirilen seçim bölgeleri son olarak 2010'da Sarkozy yönetimince yeniden düzenlendi.
2. Kapitalist sömürü düzeni devam ettiği sürece meclisin de, bileşimi ne olursa olsun. burjuva sınıf karakteri değişmez. Bunu tartışmaya gerek yok. Gene de, hiç işçinin bulunmadığı bir meclisle 50-100 işçi ve emekçinin oturduğu bir meclis arasında, sorunların gündeme alınıp tartışılması, kanunların kabul veya reddedilmesi, burjuva sözcülerin en alttakilere karşı edepsizlikten sakınması v.s. bakımından bazı farklar olur. Fransa'da işçi ve ücretli emekçi temsili 1946 seçimlerinde doruk noktasına çıkmış. Toplam 522 vekil içinde 98 kişiyle yaklaşık yüzde 20'yi buluyor. Bu oran 1958'de yüzde 4'e düşmüş. Solun tekrar yuselişe geçtiği 1967 seçimlerinde yüzde 9'a çıkmış. Ondan sonra sürekli azalarak neredeyse sıfırlanıyor.
3. NUPES programı bildiğim kadarıyla Türkçeye çevrilmedi. Benim de 90 sayfalık metni çevirecek vaktim yok. Yapay zeka çeviri uygulamalarının belki de en iyisi olan deepL yakın zamanda Türkçeyi de kapsamına aldı. Bir fikir edinmek isteyenler bu uygulamadan yararlanabilir. Orijinal kaynak için kkz: https://nupes-2022.fr/le-programme/
4.Bu sözü herhalde daha önce de birçok kişi söylemiştir ama ben Ertuğrul Kürkçü'den duydum. Kulakları çınlasın. Bkz: https://artigercek.com/haberler/ertugrul-kurkcu-siyaset-ittifaklar-sanatidir-bu-sanati-icra-edemiyorsaniz-diktatorluk-ariyorsunuzdur
5. Veriler biraz eski ama gene de bir fikir edinmeye yarayabilir. 2017 yılında Birleşik Metal-İş üyeleri arasında yapılan bir araştırmanın sonuçları şöyle : "Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 52'si kendisini öncelikli olarak tanımladığı siyasal kimlik olarak milliyetçiliği görmektedir. Milliyetçiliği yüzde 18 ile islamcılık, yüzde 14 ile ülkücülük, yüzde 13 ile muhafazakarlık, yüzde 11 ile soyal demokratlık, yüzde 10 ile sosyalistlik, yüzde 4 ile komünistlik izlemektedir." 1 kasım 2015 seçimlerinde bu üyelerden yüzde 36,7'si AKP'ye, yüzde 30,7'si CHP'ye, yüzde 26,6'si MHP'ye oy vermiş. "Genel seçimde yüzde 10,8 oy alan HDP araştırma kapsamındaki sendika üyeleri arasında yüzde 1,6 oranında bir desteğe sahip" imiş. Tekrar ediyorum, bunlar Birleşik Metal-İş üyeleri, Çelik-İş veya Türk Metal üyeleri değil. Bkz: Ferit Serkan Öngel, Metal İşçisinin Kimliği, Birleşik Metal-İş yayını, Aralık 2017, İstanbul , s 121-122