Fransa 1 Temmuz'da başlayan ve 31 Mart 2010'a kadar sürecek "Fransa'da Türkiye Mevsimi"ne ev sahipliği yapıyor. Her yıl bir başka ülkeyi ağırlayan Fransa, bu yıl Türkiye'yi, Türkiye kültürünü, sanatını, politik tartışmalarını vatandaşlarıyla buluşturuyor. Her iki ülkenin Dışişleri ve Kültür Bakanlıkları himayesinde gerçekleştirilen bu uzun soluklu etkinlik, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Culturesfrance'ın sıkı işbirliğiyle hayat buluyor.
2006'da Türkiye'nin çeşitli kentlerinde gerçekleştirilen ve pek çok etkinliği kapsayan "Fransız Baharı"nın ulaştığı başarıdan cesaret alan Türkiye Mevsimi, iki toplum arasındaki kültürel alışverişi geliştirmeyi temel hedef olarak benimserken, Türkiye ve Fransa'daki sivil toplum örgütleri, kültür, sanat, eğitim alanında faaliyet gösteren kuruluşlar ve üniversiteler arasındaki iş birliğini de güçlendirmeyi amaçlıyor.
Başta Paris, Lyon, Marsilya, Lille, Bordo kentlerinde yürütülen etkinlikler, Türkiye ve Türkiyelilerin pek tanınmadığı Fransa'nın tümüne yayılıyor. Fransızlar çetrefilli siyasi açmazları nedeniyle pek çok önyargıyla tanırmış gibi yaptıkları Türkiye'yi ve Türkiye'nin kültürel çeşitliliğini kimi zaman tesadüfler neticesinde, kimi zamansa merakla tanımaya, anlamaya çalışıyorlar. Fransa'da yaşayan Türkiye kökenliler de söz konusu etkinlikler sayesinde sözcüklerle, davetlerle, bu ülkede var olma biçimleriyle anlatmakta yetersiz kaldıkları kültürlerini bir biçimde buralı dostlarıyla paylaşma fırsatı buluyorlar.
Fransa'da Türkiye Mevsimi, Türkiyeli göçmenlerin özlem giderdikleri geleneksel buluşmalardan çok daha farklı geçiyor. Katılımcıların büyük çoğunluğu Fransız. Merakla, ilgiyle, bazen ayırt etmekte zorlanmayacağınız ön yargılı bir tebessümle ya da tuhaf bir çekinceyle izliyorlar. Duyguları ve akılları karışık olsa da Fransızlar ülkelerindeki bu yeni mevsimin renkli iklimine kayıtsız kalmıyorlar.
Yeniden açan çiçekler ve saklı dikenler
Aralarında, 9 Ekim'de Türkiye ve Fransa Cumhurbaşkanları Abdullah Gül ve Nicolas Sarkozy'nin katılımıyla gerçekleşen ve sezonun en görkemli olaylarında biri olarak nitelenen "Bizans'tan İstanbul'a" isimli serginin açılış resepsiyonunun da yer aldığı katıldığım pek çok kültür sanat etkinliği Türkiye Mevsimi'nin renkli ikliminde, Fransızları heyecanlandıran, Türkiyelileri ve Türkiyeli göçmenleri sevindiren, iki toplum ve iki ülke arasında yeniden açan çiçeklere benziyor. Katılımcılar memnuniyet ifadeleriyle ayrılırken, söz konusu çiçeklerin saklı dikenleri siyasi meselelerin tartışıldığı üniversite panellerinde ortaya çıkıyor.
Paris Descartes Üniversitesi'nde Türkiye Mevsimi çerçevesinde on oturumdan oluşan bir konferans serisi gerçekleştiriliyor. Türkiye'nin iç ve dış politikadaki temel sorunlarının tartışıldığı "La Turquie, aujourd'hui, demain" (Bugünü ve Yarınıyla Türkiye) başlıklı ve katılımın hayli yoğun olduğu konferansların ilkinin konuşmacı konuğu Bahçeşehir Üniversitesi'nden Cengiz Aktar'dı. Aktar, yaklaşık kırk dakika süren "Türkiye ve Avrupa Birliği" başlıklı bir konferans verdi.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım sürecine aktif destek veren entelektüellerin başında gelen Aktar, konuşmasında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin abartılı geçmişini, 50 yıllık tarihsel süreci aktardıktan sonra, Fransa'da Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımına karşı olanların kemikleşmiş argümanlarını ve söz konusu argümanlara geliştirdiği yanıtları sıraladı.
Avrupa'nın genişleme ve entegrasyon sürecine ve Avrupa kıtasında Avrupa Birliği sayesinde sağlanan barış ve istikrara da değinen Aktar, Avrupa'daki genişleme ve sınırlar konusundaki fikir çatışmalarını meşru tartışmalar olarak niteledi. Ancak bu tartışmaların Avrupa toplumları arasında anksiyeteyle sürdürüldüğüne de dikkat çekti.
Avrupa Birliği'ni her şeye rağmen siyasi bir proje olarak nitelendiren Cengiz Aktar, Birliğin barış ve istikrarı taşıyabileceği ölçüde genişleyebileceğini ve kimliksel tartışmaların yersiz olduğunu savundu.
Alkışlar ve "kimlikçilerden" protesto
Konuşmasını salondan gelen alkışlarla tamamlayan Aktar'a birkaç sorunun ardından tam da eleştirdiği "kimlikçilerden" protesto geldi. Daha önce Bordeaux'da verdiği bir konferansta da karşısına çıkan grubun eylemi oldukça düşündürücüydü.
Arka sıralardan söz alan bir genç, elinde mikrofonla salonun ön tarafına ilerledi ve "Görüyorum ki salondakilerin çoğu yaşlı, demek ki gençler kendilerini Türkiye konusunda çok da ilgili hissetmiyorlar. Ben size Avrupa gençliğinin mesajını vereceğim" diyerek, elindeki kruvasanı Profesör Aktar'a uzattı ve ekledi, "Kruvasan Avrupalıların Türkler karşısındaki zaferidir!" Salonun arka tarafındaki arkadaşlarına dönerek slogan atmaya başlayan gencin gür sesi "Türkiye'ye hayır, teşekkürler!" diye çınlıyordu.
Kruvasanın kökeni
Kruvasan, yaygın olarak bilinenin aksine Fransa değil Avusturya kökenli bir yiyecektir. Osmanlı Devleti'nin Viyana kuşatması sırasında, kuşatmacı devletin sancaklarının ucundaki hilal şeklinden esinlenerek, kuşatma sırasında yapılmıştır. Kruvasan (croissant) Fransızca "hilal" anlamına gelmektedir. Genç protestocu bu eylemiyle "Avrupa'nın sınırlarına kadar gelen ama içeriye girmeyi başaramayan Türklerin karşısında Avrupalıların direncini" ve kendi deyimiyle "zaferini" sembolik olarak anlatmak istemişti.
Oysa günümüzde -en azından Avrupa için- işgalden, kuşatmadan kimse söz etmiyor. Eski kıta için son birkaç on yıldır en çok telaffuz edilen sözcük "bütünleşme". Avrupa yüzyıllar boyunca savaş ve barış arasında gidip gelmiş, Avrupa Birliği süreciyle de barışı ve istikrarı yakalama şansına erişmiş toplumların kıtası, bütünleşme umudu, dünyanın diğer bölgelerine nazaran en yüksek, en gerçekçi olan coğrafya. Yine de yoksulluğa, gettolaşmaya, göçmenlerinin dramına, mülteci sorununa, yabancı düşmanlığına kimi zaman naçar kalan, çok kültürlülüğün karşısında zayıf bir kıta.
Cengiz Aktar'a uzatılan kruvasan, aslında, barış ve istikrar içinde bütünleşmekten çekinen Avrupa'nın karanlık, kuşkucu ve görece ırkçı yönünün bir simgesi. Bu eylemin genç bir el tarafından, hem de Avrupa gençliğinin mesajı olarak gerçekleştirilmesiyse neredeyse tüyler ürpertici.
Dileyelim ki, Erasmus, Copernick, Leonardo da Vinci gibi uluslararası değişim programlarıyla gençlerini birbirleriyle daimi bir temas halinde tutmaya çalışan Avrupa ve bu programlara sonsuz destek veren Fransa sosyal bütünleşme umudunu yitirmesin. Dileyelim ki, toplumlar ve kültürler arasında yeniden açan çiçeklerin dikenleri, ırkçılıkla sulanıp ellerimize batmasın. (MÖ/TK)