27 Ocak, Salı. Paris banliyönünde bir kanser tedavi merkezinde alışılmadık bir hareketlilik var. Doktorların 29 Ocak Perşembe günü yapılacak greve katılacaklarını açıklamalarının ardından önce psikologlar, ardından diğer sağlık çalışanları da greve katılacaklarını duyuruyorlar yönetime. Greve katılacakların listeleri hazırlanıyor ve yönetime bildiriliyor. Greve katılım istatistikleri için önemli. Herkes bir günlük maaş kaybını rahatlıkla kabullenmiş durumda.
Bu kanser tedavi merkezinin tarihinde ilk kez karşılaşılıyor böyle bir hareketle. Bunda, son zamanlarda hastanelerde meydana gelen kazalarda, sağlık personelinin üzerine çok gidilmesinin etkisi hiç kuşkusuz var. Sağlık personeli, çalışma koşullarının giderek ağırlaştırılarak haksız yere suçlandıklarını düşünüyor. Ama Sarkozy hükümetinin genel politikalarının yarattığı hoşnutsuzluk hiç kuşkusuz temel neden.
29 Ocak grevi
“Kamu ve özel kesimde iş güvenliği ve alım gücünün arttırılması.” 29 Ocak grev ve gösteri çağrısının ana sloganı bu. Çağrıya katılanların listesi, çok uzun, sendikalardan, Martine Aubry’nin genel sekreter seçilmesiyle birlikte kendi kendisiyle uğraşmaktan çıkan Sosyalist Parti’ye kadar uzanıyor. Perşembe günü, solun, Sarkozy’e muhalefet etmek için ne düzeyde harekete geçebileceğinin ve nereye kadar birleşebileceğinin ilk denemesi olacak.
Hükümet iktidara geldiğinden bu yana bir dizi, hiç de popüler olmayan, can yakıcı reformlara girişti. Bu reformlar kriz öncesinde programlanmıştı ve krize karşın hiç bir değişikliğe uğramadan sürdürülmeye çalışılıyor. Hükümetin krize karşı eylem programı ise “bankaların desteklenmesi ve yatırımların özendirilmesi”le sınırlı. Tüketicinin desteklenmesiyle ilgili hiç bir önlem ufukta görünmüyor. Bu koşullarda, hükümetin reformlara devam sözlerine karşın, perşembe günü eyleminin ulaşacağı boyut, hükümet politikalarında değişikliklere neden olabilir.
Kriz...
Düşüş üç aydır sürüyor ve nerede duracağı belirsiz. Bundan üç ay önce, Dünya Bankası’nın, 2009 yılında kalkınma hızının dünyada ortalama yüzde 2,2 oranında olacağını açıklaması soğuk duş etkisi yapmıştı. Bugün bu oranın sıfıra yakın olacağı belirtiliyor. Avrupa Komisyonunun tahminlerine göre ise yüzde -1,8 olacak. Yani durgunluk bile değil, küçülme. Avrupa’daki işsizlik oranının ise yüzde 10’u bulması bekleniyor (şu anda 7,5).
Bankalara yapılan yoğun yardımlar hala bir sonuç vermiş değil. Ekonomiyi harekete geçirmeyi amaçlayan programlar uygulamaya konulamadı. Sadece geçtiğimiz pazartesi günü, Amerika ve Avrupa’da işten çıkartılanların sayısı 80 bin kişiyi buldu. 2009 şimdiden kaybedildi. 2010’un geleceği ise kuşkulu.
Ekonomistler dünyanın içinde bulunduğu kriz için hemfikirler: Kısa bir süredir küreselleşmekte olan dünyanın karşılaştığı ilk evrensel kriz. 1925–1933 krizleriyle karşılaştırılamasa bile İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana karşılaşılan en sert kriz. Belki de, Amerikalıları Merkez Bankası kurmaya iten 1907 mali krizine daha çok benziyor. Bu krizden yeni bir dünyanın çıkacağını söyleyen çok ama nasıl ve hangi dünya.
Tedavi yöntemleri...
Küresel veya evrensel olarak tanımlanan krize karşı, yine küresel veya evrensel bir yanıt bulunmuş değil. Şimdilik herkes kendi köşesinde sorunlara çözüm arıyor.
Fransa’da yönetim ağırlığını tümüyle işletmelerin desteklenmesine -mali güçlerinin arttırılması, yatırımlar üzerindeki vergilerin kaldırılması, bankalara mali destek- veriyor. Muhalefet ise alım gücünün yükseltilmesine ve tüketimin özendirilmesine ağırlık verilmesini öneriyor.
Almanya, düşük ve orta gelirlilerin üzerindeki vergi yükünü azaltarak, sağlık sigortası üzerindeki kesintileri düşürerek ekonomiyi harekete geçirmeyi planladı. En göze çarpan önlem ise “altyapı” yatırımlarına, eski Doğu Almanya'nın modernleştirilmesi, otoyol, okul, hastane yapımına ağırlık verilmesi. Hükümetin, özellikle otomobil sanayisinin canlandırılmasına yönelik prim uygulamaları eleştiriliyor. Yeşiller, geleceğin teknolojilerine yatırım yapmak yerine, otomobil lobisinin baskısına boyun eğildiğini ileri sürerek, çevrecilik alanında bu günü kadar elde edilen teknolojik üstünlüğün kaybedileceği endişelerini dile getiriyorlar.
İngiltere ise tüm ağırlığı alım gücünün arttırılmasına vermiş durumda. KDV oranları düşürüldü. Asgari emeklilik maaşı, aile ve konut yardımları arttırıldı. Zor durumda olan banka ve işletmelerin devletleştirilmesi ve bankaların sermayelerinin arttırılması ise alınan önlemler arasında. Hükümetin devletleştirme ve bankalara destek politikası ise yaratılan borçların geleceği nasıl etkileyeceği açısından eleştiriliyor.
Amerika Birleşik Devletleri, önlemlerin ağırlığını sağlık, teknoloji ve eğitim üzerine yönlendirmiş durumda. Amerikada tartışma özellikle vergilerin düşürülmesi üzerinden sürdürülüyor. Cumhuriyetçiler, demokratları, daha çok uzun vadeli önlemlere ağırlık vermekle suçluyorlar.(SŞ/EÜ)