Hırsız diktatör Zeynel Abidin Ben Ali'nin bir halk ayaklanmasıyla iktidardan uzaklaştırıldığı Tunus ekonomisinin kalbinde tam 1250 Fransız şirketi yer alıyor.
Bu şirketler tekstilden ev aletlerine, mikrolektronikten otomobil, havacılık ve hizmetlere kadar ekonominin hemen bütün sektörlerine yayılıyor. Resmi rakamlara göre 2009'da 140 milyar Avroya yaklaşan Fransız yatırımları Fransa'yı bu Magrib ülkesinin baş ekonomik partneri haline getiriyordu.
Bu Fransız şirketlerinin pek çoğunun Ben Ali ailesiyle sıkı bağları var. Örneğin telekomünikasyon operatörü Orange Tunisie'nin yüzde 49'u Fransa devlet tekeli France Telecom'un elinde. Geri kalan yüzde 51'i ise Ben Ali'nin damadı, yolsuzluk suçlamaları altındaki Marvan Mabruk'un sahibi olduğu yatırım şirketine ait.
Tunus'taki bu ekonomik varlık ve Fransız şirketleriyle kokuşmuş rejim arasındaki bu danışıklı dövüş 1987'den bu yana François Mitterrand'dan Nicholas Sarkozy'ye kadar bütün Fransız hükümetlerinin hakkındaki bütün büyük çaplı rüşvet ve yolsuzluk ve insan hakları ihlelleri iddialarına karşın neden Ben Ali'ye kol kanat gerdiğini açıklıyor.
Ben Ali'ye yönelik bu Fransız gönüldeşliği Tunuslu diktatörün 14 Ocak'ta ülkeden kaçışı öncesinde doruğuna varmıştı.
Diktatör ülkesinden kaçmadan sadece iki gün önce, Ben Ali rejiminin halk isyanınını kanla bastırması sonucunda yüzü aşkın insan hayatını kaybederken dışişleri bakanı Michelle Alliot-Marie, Tunus hükümetine ülkeyi "sükuna kavuşturmak" üzere polisiye ve askeri yardım önermişti.
Alliot-Marie gösteri hakkına da güvenlik hakkına eşdeğer saygı duyulması gerektiğini vurguladı ama çeşitli kaynaklara göre, dışişleri bakanı güvenlik yardımı önerisine Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'den acil destek vardı.
Kültürden sorumlu bakan, Frédéric Mitterrand da "Tunus'uın bir diktatörlük olduğunu söylemek abartma olur," dedi. Ama Ben Ali'nin 14 Ocak'ta ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında bu beyanatlar Fransız diplomasi için büyük bir utanç oldu.
Paris Nanterre Üniversitesi siyaset felsefesi emeritus profesörü Etienne Balibar önderliğindeki bir grup Fransız aydını, Fransa dış politika geleneğinin"Tunus'taki diktatörlüğe yönelik onursuz bir gönüldeşlikle karakterize edildiği"ni anımsattılar.
Balibar, Ben Ali'nin devrilmesinden sonra, Fransa'nın görevinin Tunus halkının meşru demokratik taleplerini desteklemek olduğunu söyledi. Balibar geçmişte Tunus diktatörlüğünü, desteklemek adına ileri sürülen, sözüm ona terörle mücadele dâhil bütün gerekçelerin yanlışlığının ortaya çıktığına dikkat çekti.
Nisan 2008'de Tunus'u ziyareti sırasında, Sarkozy Ben Ali'nin İslami muhalefeti ezmesine övgüler düzmüştü. Ben Ali'nin İslami olsun olmasın bütün muhalefeti ezdiği bir gerçekti ama asıl çıplak gerçek şuydu: Radikal İslam hiçbir zaman Tunus için gerçek bir tehdit oluşturmuş değildi.
Günlük Le Monde gazetesine Fransız gizli servislerinden sızan raporlar da bu değerlendirmeyi doğruluyor. Le Monde'a göre Fransız gizli servisleri Tunus'taki radikal İslamcılara "ihtiyatlı bir iyimserlik"le yaklaşıyorlar.
Nijer
Mamadou Tandja yönetiminin Şubat 2010'da bir askeri darbeyle devrildiği Nijer'de de Fransa'nın önemli ekonomik bağlantıları var.
Cunta cumhurbaşkanlığı görevini üçüncü dönem sürdürmek için 2009 sonlarında referandum çağrısında bulunan Tandja'nın anayasayı ihlal ettiğini ve Fransız devlet şirketi Areva'ya verilen uranyum maden arama imtiyazlarından çıkar sağladığını ileri sürüyor.
Uranyum ülkenin toplam ihracatının yüzde 70'ini oluşturuyor. Areva da Nijer'deki en büyük yatırımcı şirket.
Fildişi Sahili
Aynı şekilde, uluslararası gözlemcilere göre 2010 seçimlerini kaybetmiş olan Fildişi Sahili başkanı Laurent Gbagbo'ya karşı Fransa'nın tutumunu da bu ülkedeki Fransız ekonomik ve askeri varlığı belirlemiş olduğunu söylemek mümkün.
Kakao üretim ve ihracatından elde ettikleri muazzam karlardan, altyapı ve telekomünikasyon yatırımlarına kadar Fildişi Sahili ekonomisini, 700 büyük Fransız şirketi kontrol ediyor. Resmi rakamlara göre, ülkedeki toplam vergi gelirinin yaklaşık yüzde 50'sini de Fransız şirketleri sağlıyor.
Gbagbo demokratik olmayan seçimler sonrasında sonlarında göreve geldiği 2000'den beri bu Batı Afrika ülkesinde süre giden huzursuzluğun başlıca sorumlusu olarak görülüyor. Gbagbo ülkede yaşayan yüz binlerce göçmenin medeni haklardan yoksun bırakılması amacıyla anayasaya ırkçı "Fildişili" kavramını sokmasıyla da biliniyor.
Uluslararası gözlemcilere göre geçtiğimiz yıl Kasım'daki seçimleri kazanan ana muhalefet lideri Burkinabe kökenli Alassane Ouattara bir zamanlar "Fildişili" olmadığı gerekçesiyle siyaset dışı bırakılmıştı.
2002'den bu yana, Fildişi Sahilleri pratikte ikiye bölünmüş durumda. Güneybatıda özellikle siyasi başkent Yamoussoukro ve ekonomik merkez Abidjan, Gbagbo'nun denetimindeyken, ülkenin kuzeyi bir silahlı isyancı grubun işgalinde.
Fransız askerlerinin komutasındaki bir BM barış koruma gücü ülkenin bölünmüşlüğünü güvenceye alarak güneybatıda Gabagbo'nun kalelerinin ve hükümetle isyancılar arasındaki kararsız bir uzlaşmanın koruyuculuğunu ve üstlendi.
Ancak 2005 ve daha sonra 2008 seçimleri ertelenerek Gbagbo'nun iktidarını sürdürmesine izin verildi. İşin tuhaf tarafı Fransız şirketleri iç savaşın patlak vermesinden bu yana bu Batı Afrika ülkesine 270 milyar Avroluk yatırım yaptılar.
Hal böyle olunca Gbagbo'nun seçim yenilgisini kabul etmeyişine şaşmamak gerek. Gbagbo'nun iş başında kalmaya devam etmesi dünyada ne kadar öfke doğursa da Fransız ordusu ve şirketlerinin ona verdiği desteğin daha etkili olduğu ortada. (JG/EK)