Tırmanmaya başlıyorum: Bulunduğum yerden toplama kampının kapladığı devasa yüzölçümü kaydetmenin o an için en mantıklı yolu, kampın tam karşısındaki, yağmurla yumuşamış yüzeyi her adımda değişen tepeye çıkmak. Herhalde yetmiş derece; başkalarının bıraktığı izlere güvenerek ve sigarayı bırakmaya bir kez daha karar vererek tepeye ulaşıyorum.
Gördüğüm şey: 23mm’nin sağladığı kadraja tamamının sığamayacağını o an fark ettiğim, Kuzey Kore hatlarla dizilmiş, onlarca prefabrik bina. Karadeniz’den hiçbir engele uğramadan esen rüzgarda dengede durmaya çalışırken şeyi düşündüğümü hatırlıyorum: Bu kadar uzakta sadece ölünür. Öncesi var.
Kısırkaya Köyü’nün sınır levhası
Bol yokuşlu köyün yüksek tepesinden seçilen manzara: Ortada Kısırkaya Camisi, arka planda Tarihi Kısırkaya Plajı ve sahilden kuzeye uzanan, ağaçsız ve yumuşak topraklı burunun tam üstünde, yapımı büyük ölçüde tamamlanmış Kısırkaya Kampı yer alıyor.
31 Ocak Cumartesi sabahı, saat 9:30 civarı, Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin önü — aynı şehrin başka denize bakan tarafındaki bir köye doğru iki saat sürecek yolun en başı.
Seyrek kalabalıktan bir-iki kişiyle tanışıyorum; evet, onlar da Kısırkaya’daki eylem için buradalar. Hayır, sadece Kuzey Ormanları Savunması değil, diğer birçok grubun çağrısı üzerine gelmişler. Tam listeyi daha sonra Nar Photos’ta görüyorum: Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Sarıyer Kent Dayanışması, Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri (Animal Liberation Front) ve Dört Ayaklı Şehir inisiyatifi, sen-ben.
Önceki gün gönüllü organizatörlerin her birine, katılımlarını haber veren ellinin üzerinde telefon gelmiş. Gruplara eşlik edebileceğimi, bol bol yer olduğunu öğreniyorum. Şişli ve Maltepe Belediyesi’nin araçları var. Sarıyer Belediyesi’ninkilere binenlerle köyde buluşulacak. Ben Kadıköy Belediyesi’nin servisinde ön koltuğa oturuyorum. En son köprüyü geçtiğimizi ve kek ikram eden birine teşekkür ettiğimi hatırlıyorum.
Uyandığımda köyün girişindeyiz: İlk fotoğraflar. Lodosun penceredeki basıncını ittirerek ulaştığımız tepeden Kısırkaya kampını seçebiliyorum. İnşaatın yorduğu toprak ile keskin bir sınırda buluşan güzelim sahilin en ucunda, tam çizgi film kötülüğünde, kasvetli bir şato için oluşmuş gibi duran bir tepenin üstünde bildiğin toplama kampı. Görüntü insana etki ediyor, gerçekten: Burada ne oluyor diyorsun ve hevesli bir merak da değil, çekiniyorsun.
Kısırkaya kampının ana girişinin hemen karşısındaki ağaçlı tepenin yamacında, sayıları ona varan bir grup sokak köpeği dolanıyor. Yalnızca bir kısmının kulakları etiketli. Şüpheci ve temkinli bakışları olsa da, insanlara oldukça alışkınlar.
Kamerayı omzuma asıp, tertemiz havanın içine ışınlanıyorum. Lodos, henüz çamura dönüşmemiş tüm tozu suratımıza fırlatıyor. Kısırkaya kampının araçla üç dakikada katettiğimiz uzunluğunun sonunda, kampın ana giriş kapısının önünde sokak köpekleri var; hemen tabağa dönüşebilen poşetlerin içinde mamalar, diz kapaklarını acıtan kuyruk sallamalar ve kızım/oğlumlu sarılmalar. Biri madem o kadar tesisleri var, neden şu köşedeki yaralı köpeği içeri alıp bakmıyorlar diyor — mantıklı, ama yanıtı hiç kimse bilmiyor. Yakınlarda başka bir barınak daha var, o kapatılacakmış.
Kampın girişinde, İstanbul’da en az bir saat bulunmuş herkesin tanıyacağı o pişkin gülümseme, bu sefer bekçilerde: Hayattaki en büyük korkusu azarlanmak olan emir kulları ve o işlerin öyle olmadığını çok az sayıda kelimeyle anlatıp duran kafaları. Sakin değiller, ne yapacağını kestiremeyen insanlardaki gibi acele adımları ve kısılmış gözleri var; jandarmayı çağırmışlar. Yemin ederim, burada da eylemin temasına uygun rozetler ve düdük satan adamlar var; nereden duydunuz, ne ara ürettiniz.
Pankartlar civar ağaçlara asılıyor, fotoğrafçılar alanı tanımak için dolaşmaya başlıyor; birisi de, bir saat kadar sonra fırtınaya varan rüzgarda denize çakılacak drone’unu kampın üstünde çekim yapmak üzere hazırlıyor. O esnada eylemin nereye varabileceğini tartıyorum: Yürünecek, pankart ve sloganlar işlenip kaydedilecek, yanında keski getiren siyah bayraklı çocuklar kesin bir şeyler yapacak, vesaire. Ama konuşulacak mı, bir ikna pazarlığı sonucu mesela, hayvanseverler tesisi dolaşacak mı — veya oracıkta, kamp faaliyetine tamtamına başlamadan, özgürleştirme eyleminin peşinden kameralarla koşturacak mıyız? Cop mu, biber gazı mı?
Tırmanmayı başarıyorum: Tepedeki sık ağaçların arasında iki kere karşılaştığım, hayvanlarla çok iyi anlaşan halimle beş metreden fazla yaklaşamadığım ve faunanın içinde yok olmayı iyi bilen o seyrek tüylü beyaz köpeği unutmayacağım. Tepedeki insanların yanına dönüyorum.
Bir yandan eylem hakkında muhabbet edenleri arka plan müziği yapıp, diğer yandan kampa bakıyorum. Gerçekten de yapmışlar, devasa. Burak Özgüner’in bianet’te Kısırkaya Hayvan Hapishanesi başlığıyla yazdığı yazıda kaydettiği sayısız detayın aktardığı üzere, genel hukuksuzluğun gereklerini harfiyen yerine getirerek, yine yapmışlar.
En iyi ihtimalle, şehir sokaklarının hayvansızlaştırılması ve insanlarla yaşamak üzere evcilleştirilmiş hayvanlar için acımasız bir tecrit anlamına gelen bu yeri, bir şekilde, büyük ihtimalle ne yaptıklarıyla ilgili hiçbir fikirleri olmadan, sadece duymak istediklerini söyleyecek dernekler ve hayvanseverlerle konuşup kurmuşlar. Tek eksik tam da buymuş ve apar topar yapılması, halledilmesi gerekiyormuş gibi.
Daha önce beş köpeği bir arada görmüş her normal insanın aklında sadece bir kabus senaryosu oluşturacak 20 bin köpek kapasitesi bilgisi bir yana, huzursuzluğun miladı talancılıkla da alakalı. Fundanur Öztürk’ün Radikal’de Kısırkaya’da Sular Durulmuyor başlığıyla aktardığı, 4 Eylül 2014 tarihli haberindeki anahtar kelime: Bahane. Çünkü, lütfen, bu sahile hala bir otel veya esaslı bir otopark yapılmamış olması sadece bir mucize.
Üçüncü köprü inşaatından hafriyat taşıyan kamyonların uğrağı, bakımsız ve çamurlu yolun kenarındaki vahşi otlar
Kısırkaya kampı karşıtı yaşlı bir eylemci, toprağa sapladığı şemsiyesinin yanında bekliyor.
Herkesin gözleri önünde, bir Haziran boyu öldürdükleri çocuklarla ilgili tek bir laf etmemiş; öte yandan, kendi çocukları ve çıkarları, sırları ile dolu pişkin kelleleri kurtarmak için ülke rejimini değiştirmiş bu korkunç yığın tam olarak neden Kısırkaya’yla ilgili kontra propagandaya çıkıyor; insan merak ediyor.
Mesela, Twitter’da Kısırkaya Gerçekleri diye aratınca, belli ki robotlara ve fanatiklere beslettirilmiş onlarca kalıp savunma ile karşılaşılabiliyor. Veya Bianet’in haberine göre, İstanbul Metrosu’ndaki ekranlarda yine bu gerçekler gelip geçene, konuyu hiç duymamış uzak semtlerin insanlarına bile gösteriliyor. Hatta, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Twitter’da Kısırkaya’yla ilgili muhabbeti aktif olarak takip ediyor ve konuya dair basın açıklamasını hiç üşenmeden vatandaşın ayağına götürüyor. Bizim Haziran’daki Gezi Gerçekleri kitapçıkları gibi, neredeyse.
Hayatının yarısını Ak Parti iktidarında yaşamış gayrimüslim bir Türk olarak, bu açıklamacılık gayretine çok, çok şaşırıyorum. Çünkü her sokak başına ayrı bir kutuplaşma ve zamansız ölüm bahşettikleri bu ülkeyi iyice yaşanmaz kılarken hiç kimseye henüz hesap filan vermediler, hatırladığım kadarıyla.
Tellerin diğer tarafında sadece erkekler var, hiç kadın görmüyorum. Belki haftaiçi orada çalışanlar vardır. Ve orada bulunduğum dört saat boyunca, içeride sadece bir köpekle karşılaşıyorum. Gerçi o da bir bekçi köpeği olduğu için, dışarı çıkıp diğer sokak köpekleriyle oynayıp dolaşabiliyor.
Bekçi köpeğini fotoğraflarken bir kadın içeridekilerle konuşuyor; kartını göstererek veteriner olduğunu ve tesisi dolaşmak istediğini söylüyor. Birkaç amir gelgitinden sonra, tamam diyorlar; kalabalık biraz dağıldıktan sonra. Ama akıbetini bilmiyorum çünkü gruplar buluşma noktasına hareket ediyor, onlara eşlik etmek üzere köy yönüne doğru ayrılıyorum.
Belediye çalışanları için de çok büyük ihtimalle bir sürgün yeri olan bu kampın içine girmeyi başarmış birinin yazısına sonra denk geliyorum: Korsan Parti’nin blogunda Umutcan Öner’in Kısırkaya Toplama Kampı İzlenimleri başlığıyla yazdığı yazısında bahsettiği kötü haberleri halen kafamda işliyorum: Kısırkaya sahilinin komşusu bu çok kötü fikir, tam da göründüğü gibi. Ücra, soğuk, çamurlu.
Eylemciler, otobüsler ve özel araçlarla Kısırkaya’ya ulaşan diğer gruplarla buluşup toplanmak üzere kamptan uzaklaşıyor.
Kalabalık az değil, hem de hiç: Kadıköy’den tıkabasa gelen dört servisten daha fazlası da 12:00'da başlayacak eylem alanına ulaşıyor. Kalabalıkların sayısını tahmin etmekte fena sayılmam, Kısırkaya’da 300'den fazla eylemcinin olduğuna eminim. Ve buraya bir noktada, başka bir eylemi izlemek üzere tekrar uğrayacağıma da ikna oluyorum. Çünkü konu, hayvan özgürlükçüsü aktivistlerin peşini asla bırakmayacakları bir ciddiyette: Sivriada’nın, bu şehrin geçmişindeki lanetini engelleyebileceğinizi hayal edin, neredeyse denk.
Hayvan özgürlükçüsü eylemci grup, 31 Ocak 2015'te Marmara bölgesini etkileyen şiddetli lodosta bayrak ve pankartlarıyla eylem için toplanıyor.
Bir eylemci, kampın karşısında yer alan bir levhaya hayvan haklarını savunan mesajlar stencil’lıyor.
Genç ağaçların hızını asla kesemediği lodosun savurduğu pankart ve bayraklar ile asıl yürüyüş başlıyor: Kararlı bir kalabalık, şaşırılmadan söylenen sloganlar; ağaca, hayvana, yeryüzüne özgürlük talep edeni seviyorum. Çevreci ve hayvan hakları savunucusu inisiyatiflerin yanında Çarşı da eyleme iştirak ediyor. Kısırkaya’ya ulaşmak için takip edilen rotada seçilebilen üçüncü köprü inşaatının izleri, yürüyüşün gerçekleşeceği yolda da kendini gösteriyor: Ardarda onlarca kamyon, ormanların bulunduğu yönden, artık orman olmayan bir yöne doğru sürekli geçiyor.
Eylemciler; pankartlar, anarşizm (siyah) ve yeşil anarşizm (yeşil-siyah) bayraklarıyla kitleler halinde Kısırkaya'ya yürüyor.
Kalın lastik izlerinde çamura batıp çıkan adımlar, İstanbul’un köpekleri için yürüyor. Neşeli eylemler vardır, konu muhakkak kötüdür ama eylemciler gülerler; sloganlar da otoriteyi yeren, alaycı cinstendir. Bu sefer, pek değil. Kızgınlığın ağır bastığı, agresyonun iç tartışmalarla grupları birbirinden ayırdığı o gergin eylemlerden biri olmasa da, kesinlikle konusuyla ve kitlesiyle son derece ciddi. Tam olarak bugün, burada bulunmanın anlamına inanan ve değiştirmeye istekli insanları izliyorum.
Eylemciler, harflerin boyandığı yelekleriyle, Kısırkaya kampının önünde yan yana durarak ‘Ölüm kampına hayır’ mesajını oluşturuyor.
İstanbul’un eylemlerinde insanlar fotograflarının çekilmesine genelde itiraz etmezler — özellikle silahlı veya örgütlü gruplar, zaten maskeleri olduğu için fotograflanmaya gönüllüdür, çünkü pankartları/mesajları odur. Ama mesajdan çok aksiyon almaya kararlı eylemlerde, insanlar kamerayı gördüklerinde kafalarını eğerler. Kalabalığın tansiyonunu okumaya çalıştığımda çok net olarak ayrılmış ama birlikte olmaktan asla kaçınmayan iki kızgın grubu seçebiliyorum: Olup bitenin yanlışlığının iletişimini yüklenen, diyalog kurmaya hazır ve eylemi belirleyenler; basın açıklamasını okuyanlar. Ve diğer taraftaysa, söylediklerini yapanlar.
İstanbul’un eylemleri, basın açıklaması okunduktan sonra ya yenilmişlik hissiyle dağılır ya da en ufak kıvılcımı bile havai fişeğe dönüştürerek gerçekten başlar. Kısırkaya’daki tellerin yıkılışı, laf dalaşı veya herhangi bir gerginliğin tetiklediği bir tepki değil, tamamıyla direkt aksiyonun sonucu. Yönteme katılmayanlar, ortamı yatıştırmak için çağrıda bulunuyor; işe yarıyor çünkü oradaki herkes, ortak bir mesaj ve amaç için birlikte. Kampın bekçileri ve o gün orada bulunan çalışanları ise sırıtışlarını kaybedip, arka planda çıt çıkarmamak deyimine kapak görseli hazırlıyorlar. Jandarma, kampın yıkılan tellerinin yerine geçiyor. Cop veya gaz yok. Hiç kimse gerçekten içeri girmiyor. Çünkü eylem, sadece bir uyarı.
Eylemcilerin Kısırkaya kampına girişini engellemek üzere pozisyon alan jandarma birlikleri, yıkılan çitlerin önünde bekliyor.
Hayvan hakları sicili büyük utançlarla dolu bir ülkede, çitlerin yıkıldığına şahit oluyorum — ama sadece zamanın yanıtlayabileceği sorular eşliğinde: Mesela, Kısırkaya kampına ne olacak? En yöntemli düşüneni bile çaresiz, yanıtsız bırakan saçmalıklar ile yaşadığımızın epey farkındayım. Günde dört kere ciddi başlıklarla değişen gündem akışının içinde, bu eylemin hafızanın hangi köşesine sığışabileceğinden emin değilim. Kısırkaya halkının artık daima gündeminde olacağı kesin, peki ya sonra?
Popülerleşen ve milatlaşan eylemler var; nadir de olsa kazanılan direnişler: Örneğin, İztuzu. Büyükada’ya 30 Ağustos 2014'te çevik kuvveti çıkaran fayton karşıtı eylemin mesajı, geniş bir yayılıma ulaşmış olabilir. Öte yandan, toplumda uyandırdığı karşılığından çok emin değilim. Çözümü sağlayacak iletişimin kurulup kurulmadığını, alternatiflerin değerlendirilip değerlendirilmediğini, iknanın denenip denenmediğini ve büyük söz sahibi olması gereken Büyükada halkının dinlenip dinlenmediğini bilmiyorum. Ben dinlemiştim; duyduklarıma verecek bir yanıtım yoktu, belki de bu yüzden.
Kısırkaya’daki kalabalığın varlığı, bana umut verdiği gibi, umutlanmamayı da temkinliyor. Çünkü şehir hayatında kötüye doğru dönüşen her şey ve katiyen engellenemeyen yıkıcı gücün karşısında alışmak ve devam etmekten fazlasının sergilendiğine şahit olmadım. Bir istisna: Gezi Parkı. Büyük ihtimalle hepsi, nelerle yaşamaya, ne kadar katlanabileceğimizle alakalı. Yaz geldiğinde faytonlar adalarda turist taşımaya devam edebilir veya Kısırkaya toplama kampı, sokak hayvanlarıyla ilişkimizi sonsuza dek değiştirebilir. Veya hiçbiri. Hayvanlar gerçekten özgürleşebilir.
Hayvan özgürlükçüsü bir eylemci, Kısırkaya kampının tahtalarla sabitlenmiş tel örgülerini yıkıyor. Arka planda jandarma birlikleri olay yerine yaklaşıyor.
Çocukluğumdan beri bana eşlik eden bir laf, şimdi bunları yazarken aklıma geliyor — iyi bir kapanış cümlesi olacak: Yaşam bir yolunu bulur. (CD/ÇT)