Geçtiğimiz yaz Karaburun’da Tarih Vakfı ile “Hayalciler”in birlikte düzenlediği atölye çalışmasının bir bölümünde ilginç bir yöntem izlenmiş. Çalışmaya katılan çocuklara bir dizi fotoğraf verilmiş, bunlardan birini seçmeleri ve onunla ilişkili kurmaca bir metin yazmaları istenmiş. Konu ve fotoğraflar “göç” üzerineymiş. (1)
Bilmiyorum çocuklara verilen fotoğraflar arasında acaba benim çok sevdiğim “tekir kedili kız” fotoğrafı da var mıydı? Tekir kedili kız, 1964 yılında apar topar sınır dışı edilen 12 bin İstanbullu Rum komşumuzdan biri. Fotoğraf sanırım İpsala sınır kapısında çekilmiş. Doğup yaşadığı ülkeyi biraz sonra terk edecek. Kendinden emin görünüyor, ama buruk bir yüz ifadesi var.
Karakaşlı kız deneyimli; kediyi neresinden, nasıl tutacağını biliyor. Kedi de onu besleyen, taşıyan dostuyla birlikte olmaktan huzurlu. Ne Yunan uyruklu, ne Türk, ama biraz sonra o da sınır dışı edilecek. Gittiği yerde ona yine “tekir” derler mi acaba…
Belki bundan sonraki atölye çalışmasında “tekir kedili kız” fotoğrafı üzerinden başka göç öyküleri anlatır çocuklar. Biraz araştırabilseler belki de kurmacaya filan gerek kalmaz, kahramanımızın gerçek yaşam öyküsüne ulaşabilirler. Mutlaka onu bir tanıyan, gören, bilen vardır. Eğer yaşıyorsa, bugünlerde 60 yaşını aşmış olmalı, Çocukları, torunları vardır. Evinin bir köşesinde İstanbul’dan anıları ve tekir kedinin fotoğrafı olmalı. Kedilerden vazgeçilmez, mutlaka bugün de evinde beslediği bir başka tekiri vardır bizim 1964 sürgünü karakaşlı kızın.
Kedili bir başka mübadele öyküsü
Kedi böylesi göç öykülerine çok uygun bir metafor. Yerine yurduna bağlı bir hayvandır. Kendini güvende hissettiği yeri kolay kolay terk etmez. Sevenleri için yaşamın bir parçasıdır…
Kedi üzerinden bir başka göç öyküsüne, Lozan Mübadilleri Vakfı’nın yayınladığı “Mübadele Öyküleri” adlı kitapta rastladım (2). Hakkı İnanç yazmış; “Dora’nın Kedisi”. Öykü aslında Dora’nın kedisine yazdığı bir mektup…
Dora, 1924 Mübadelesi’nde Honaz’dan Yunanistan’a, Kastro’ya gönderilen bir ailenin çocuğudur. Kedisi “Fuska”yı geride bıraktıkları için çok üzgündür. Yerleştirildikleri Kastro’da Mustafa ile karşılaşır. Mustafa da mübadeleye tabi bir ailenin oğludur. Aile, Dora’nın geldiği Honaz’a gönderilmektedir. İki çocuk arkadaş olurlar. Dora, geride bıraktığı “Fuska’yı özlemektedir. Oturur Mustafa ile ona göndermek üzere bir mektup yazar, yolculuklarını ve yeni geldikleri ülkeyi anlatır. Şöyle bitirir mektubunu:
“Bugün Mustafalar Honaz’a gidiyormuş Fuska. Annesi ve ablaları günlerdir ağlıyor… Mustafa memleketinden ayrılmak istemiyor. Ben de istememiştim… Bir gün büyüyeceğim ve o zaman gelip seninle Honaz’da yaşayacağım… Umarım Mustafa bu mektubu sana ulaştırabilir… Ben gelinceye kadar onun kedisi olabilirsin… Yüz yaşına kadar yaşa Fuskacığım.”
1964 üzerine birkaç söz
Yakın tarihi onar yıllık dönemlere ayırarak incelemek çokça izlenen bir yol. Komşumuz Rumlara ve Yunanistan’a ilişkin yaşadıklarımız da böyle bir dönemlemeye çok uygun. 1924 Mübadelesi’nin ardından 1930’larda Venizelos ve İnönü’nün karşılıklı ziyaretleriyle yumuşayan ilişkilerde, 1944 Varlık Vergisi uygulaması ve Aşkale sürgünleri ile yeniden ciddi sorunlar yaşanır. 1955 yılında olanlar bizde “6/7 Eylül Olayları” diye hatırlanır ama yabancı kaynaklarda bu olaylara “pogrom” denilmektedir.
Yine on yıl sonra gerilim iyice yükselmiştir.1964’te Kıbrıs’ta kanlı olaylar yaşanmaktadır. Türkiye’de Yunanistan’a, Rumlara karşı aşırı bir tepki vardır. Ordu Kıbrıs kıyılarından geri döner, hava kuvvetleri Kıbrıs’ta Rum mevzilerini bombalar. Kıbrıs’ta Rumların yaptıklarına misilleme olarak Başbakan İnönü, 1930’da imzaladığı anlaşmanın geçersiz olduğunu duyurur ve İstanbul’da yerleşik Yunanistan pasaportlu 12 bin Rum birkaç gün içinde sınır dışı edilir. Daha sonra Türkiye’yi terk edenlerle birlikte bu rakamın 45 bini bulduğu söylenir.
Böyle bir insan hakları ihlaline o tarihte Türkiye’den, örneğin ilerici kesimlerden bir tepki gelmemesi dikkat çekicidir. Ragıp Zarakolu geçenlerde bir yazısında (3) “Türkiye solunun hâlâ özeleştiri vermediği bir olay var ki, bu da 1964 İstanbul Rumlarının tehciridir. Ki o zaman TİP, solun yükselen partisi idi. Sosyalist basında tek bir eleştiri olsun çıkmadı” diyordu.
Kuşkusuz bugünden geçmişe bakarken fotoğrafı bütünüyle görmek doğru olur. 1964’te TİP kendi varlığını korumaya, ülke çapında örgütlenmesini tamamlamaya çalışıyordu. 1961 Anayasasının güvencelerine karşın soğuk savaş yıllarının antikomünizm histerisi etkindi. Sözlü yazılı saldırı ve polisiye uygulamaların ötesinde partinin toplantıları basılıyor, partililer taşlı sopalı saldırılara uğruyordu. Akhisar ve Bursa’da parti yöneticileri ölümden dönmüşlerdi. Böyle bir ortamda partinin yeni bir cephe açması mümkün değildi.
Öte yandan Türkiye’de sol o tarihlerde ulusalcı bir yaklaşımı temel alıyordu. Dolayısıyla, sol çevrelerin de yükselen Yunanistan ve Rum karşıtlığının etkisinde kaldığı söylenebilir. Örneğin Yön dergisinde Niyazi Berkes’in, Kıbrıs ve Yunanistan ilişkilerine tarihi süreç içinde din kurumları üzerinden bakan, Patrikhaneyi hedef alan bir yazı dizisi yayınlanıyordu. Göreli olarak ilerici kanatta sayabileceğimiz Akis dergisi zaten CHP’nin sözcüsü konumundaydı; derginin Kıbrıs, Yunanistan ve 1964 tehciri konusunda son derece provakatif bir dil kullandığı görülür.
Barış dilini çoğaltmak
Urla’nın geçmişini konuşuyorduk bir grup arkadaşla. “Bu topraklarda kanlı olaylar yaşandı, insanlar birbirini öldürdü” diye lafa girecek oldum. Biri, “Kim kimi öldürmüş?” diye sordu. Belli, konu “Onlar da bizi kesmediler mi, camilere doldurup yakmadılar mı”ya gelecek. Yatıştırdım arkadaşımı, “Kimse kimseyi öldürmesin, kimse kimseyi yüzyıllardır yaşadığı topraklardan sürüp çıkarmasın. Ben bunu söylemek istiyorum” dedim.
Kuşkusuz geçmişe yönelik gerçekçi saptamalar yapmak, yaşanmış olayları nesnel bir yaklaşımla belgelemek gerekir. Önemli olan olup bitenlere tek yanlı bakmamak... Bu, her an kabarmaya hazır şoven duygularla değil, etik bir tarih anlayışıyla yapılacak bir iş.
Daha da önemlisi, geçmişi yeni düşmanlıkların kaynağı olarak görmemek, bugüne ve geleceğe yönelik bir barış dilini geliştirmek gerekiyor. Tarih Vakfı, “Hayalciler”, Lozan Mübadilleri Vakfı öyle yapıyor.
Karaburun atölyesine emek verenler, atölyeye katılanlar geçmişe barışçıl bir yaklaşımla bakmaya çalışıyor. Fotoğraflar üzerinden tarih okuyan, kurmaca öyküler yazan çocuklar; barış, dostluk, kardeşlik dilinin geliştirilmesine katkıda bulunuyor. Ellerine sağlık! (AŞ/AS)
(1) “Sosyal Bilimlerde Eleştirel Okuryazarlık: Karaburun Yaz Atölyesi”, Toplumsal Tarih, sayı 310 (Ekim 2019), s.78-80
(2) Mübadele Öyküleri - Mübadelenin 85. Yılı Öykü Yarışması Seçkisi, Lozan Mübadilleri Vakfı yayını, yayına hazırlayan Müfide Pekin, 2009 (2014)