Çocuklarla aram iyidir.
Çok çabuk ısınabiliyoruz birbirimize.
Çocuklarla hapisliği paylaşıyor olmak onlarla kurduğum ilişkiyi çok daha özel hale getiriyor.
Arda, Kıvanç, Robin! ...
Üç tatlı velet.
Her birinin ayrı bir yeri var.
Gebze Hapishanesi A-8 sakinlerinden Arda ilk göz ağrımdı... Onu sokaklara göndereli yıllar geçmiş olsa da, yüreğimdeki sevgisi hala eskisi gibi. Ve hala bir başka!
Özlemi sık sık yürek kapımı çalıyor.
Onu hatırlatacak en ufak bir söz, bir durum Arda'lı anılarıma yolculuğa çıkmam için yeterli oluyor.
Ya Kıvo? !
Uzun kıvırcık kirpikleri, sık sık dışarı gitmek isteğiyle ha bire ağlayan, yan yana her gelişlerinde Arda'nın hışmına uğrasa da, yine de "arkadaş" diye peşinden koşturan, Gebze Hapishanesi'nin A-9 sakinlerinden yatamayan mapusum benim...
Bugün bile her "nöbetçi" kelimesinin geçtiği yerde, Kıvo'nun eline geçirdiği bir ayakkabı ile koğuş kapısına vurup; "öbetçi, öbetçi A dokuş" diye bağırıp gardiyana seslenişini hatırlamam için yeterli.
Robin!
Kankam benim... Geçtiğimiz yaz bir aylığına annesiyle kalmaya geldiğinde tanıştık. Ve onun önerisiyle de kanka olduk.
Robin yaş olarak Arda'dan da, Kıvanç'tan da büyük. Dört yaşını burada doldurdu. Ayrıca Arda ve Kıvanç gibi koğuşun daimi sakinlerinden de değil. Bir bakıma Arda ve Kıvanç'tan biraz daha "şanslı."
Robin'e buranın bir fabrika olduğu ve babası tarafından yapıldığı... Anne ve babasının da para kazanmak için bu fabrikada çalıştığı söylense de.
Kankacığım yutmamış! Ama yutmuş gibi yapmış!
Bir gün sohbet ederken "Buraya fabrika deyiyolar. Ama ben buranın cezaevi olduğunu biliyom" dedi.
Akıllı çocuk!
Büyüklerin yalanına inanmasa da, inanmış gibi davranıyor. Arada bir kapalı kalmaktan canı sıkıldığı zamanlarda, yüksek sesle babasının bu fabrikayı çok kötü yaptığını, durmadan kafasını ranzalara çarpıp canını acıttığını söyleyip, sitem ediyordu kendince.
Değişik zamanlarda tanışarak tutsaklığı paylaştığım her üç çocuğa da, Edip Akbayram'ın Nazım ustanın dizelerinden bestelediği "Güzel günler göreceğiz çocuklar" ezgisini öğretmiştim.
Özellikle şarkının alkışlar eşliğinde söylenen "lay, lay,la,lay..." nakaratının ritmi çok hoşlarına gidiyordu.
Bu ezginin hapishanede söylendiği en güzel yer de tabii ki havalandırmaydı.
Voltaya çıktığımızda şayet şarkı-türkü söyleniyorsa topluca... Çocukların ilk talebi bu şarkı oluyordu.
Gebze Hapishanesi'nde Kıvanç'ın 2. yaş gününde Özgür Radyo'ya faks çekip, bu ezgiyi istemiştim.
Kıvanç radyodan adını duyup, ardından da çok sevdiği bu şarkının çalınmasına nasıl da şaşırıp, sevinmişti.
Robin Arda ve Kıvanç'tan daha büyük olduğu için onunla işi biraz daha geliştirdik.
Havalandırmada el ele tutuşup, sözlere uygun el hareketleriyle yürüyüp, nakarat kısmında da el çırpıp, tek ayak üzerinde sekerek koşuyorduk.
Robin şarkıyı tümüyle öğrendikten sonra da, bu keyfimize diğer koğuş sakinlerini de ortak ettik.
Havalandırma kapıları kapanmadan önce bütün koğuş sakinlerini havalandırmada topluyor. Sonra da kapı kapanıncaya kadar, kırık plak misali, nefes nefese kalıncaya kadar bizi el ele tutuşup, ortamıza da kendi girerek şarkıyı söyletiyordu.
Nakarat kısmında da bir adım öne çıkıp, ayağına büyük gelen terlikleriyle sekerek şarkıyı söylemesi, bütün kanımı kaynatmaya fazlasıyla yetiyordu.
Gördüğünüz fotoğrafı yazın bir ay boyunca Robin'le yaşadığımız anı dondurmak için çektirmiştik.
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'nden Bedri Adanır'dan aldığım bir mektupta:
Bulunduğu hapishanede tutuklu ve hükümlü öğrenciler olduğunu, onlar için de bianet'e yazma önerisini okuyunca...
Otomatikman küçük dostlarımı ve onlara öğrettiğim ezgi aklıma düştü.
Elliyi aşkın Dicle Üniversitesi öğrencisi Diyarbakır D Tipi Hapishanesinde tutsakmış!
Bunlardan 13'ü matematik bölümü öğrencisiymiş. Üstelik bir kısmı da birkaç duruşmada hüküm giymiş ve Bafra, Gümüşhane ve Antep hapishanelerine sürgün sevkle gönderilmişler.
Bedri'nin isimlerini hatırlayabildikleri, Sinan Kaplan, Talat Uçar, İsmet Akan, Halit Aktaş, Sedat Uysal, Harun Turan, H. Basri Bozdenir, Umut Deniz Erten, Songül Sıcakyüz, Zeynep Altınkaynak, Yoldaş Fırat ve Abdullah Nas...
Bu gençlerden de bir kaçı dışında hepsi hüküm giymiş!
Suçları mı? !
Ya yasadışı örgüt üyeliği... Ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek... Ya da yasadışı örgüt propagandası yapmak...
Bütün bu istenen ve verilen cezaların kanıtı mı?
Okul boykotuna katılmak!
2009 yılında katledilen arkadaşları Aydın Erdem ve Mahsun Karaoğlan'ı anmak, katledilmelerini protesto etmek!
Terörle Mücadele Yasası (TMY) özel yetkili ACM'lere gençleri tutuklama ve ceza verme olanağını böyle veriyor.
Ve ne yazık ki yıllardan beri KCK operasyonları adı altın da belediye başkanlarından, siyasetçisine, gazetecisinden, öğrencisine, avukatına,
Kürtlerle dayanışma içerisinde olan aydınlara yönelik gözaltı ve tutuklama terörü nedeniyle; bu öğrencilerin durumları gündeme bile gelmeden yıllara varan hapis cezalarına çarptırılmışlar, bir kısmının yargılanması da sürüyor.
Diyeceğim, daha fazla geç kalmadan bölge illerindeki tutuklu öğrencilerin durumlarıyla da ilgilenilmesi gerekiyor.
Tutsak öğrencilerin dışarıdaki arkadaşlarına ve Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifine de küçük bir önerim olacak:
Tutsak arkadaşlarınız için duruşma günlerinde özel yetkili ACM'ler önünde yapacağınız basın açıklamaların da; hepimizin yerine el çırparak
"Güzel günler göreceğiz çocuklar" şarkısını adalet ve özgürlük talebinize katıp, gökyüzüne salar mısınız?
Son bir nokta...
Bu yazıyı Nazım Hikmet'in dizeleriyle noktalamazsam, eksik kalacak gibime geliyor.
"Kardeşlerim,/ağrılar, sızılar dinecek / yumuşak, ılık/ bir yaz akşamı gibi inecek/ ağır, yeşil dalların arkasından rahatlık /biraz daha sabır, biraz daha inat./ kapının arkasından bekleyen ölüm değil/ hayat/kapın arkasında dünya,/ dünya cıvıl cıvıl/kalkacaksınız yatağınızdan,/ gideceksiniz./ tuzun ekmeğin, güneşin tadını/ yeni baştan keşfedeceksiniz. /çok şükür biliriz./ umudumuzu ilacımız katmasın./ 'yaşamak gerek!'/ diyerek ayak direyip dayatmasını.
Katledilişinin 5. yılında Hrant Dink'i sevgiyle anıyorum...
Duruşmanın sonucuna dair söylenmesi gerekenler söylendi... Ve bu tartışma daha uzun süre devam edecek!
Burada esas mesele katillerin peşini bırakmamak ve davanın takipçisi olmaktır.
O muhteşem sessiz çığlık, yüreklerinizdeki öfkenin sesi oldu!
Umutlarımızı büyüttü!
Umutla... Dirençle...
* Füsun Erdoğan 21 Ocak 2012, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane.