Türkiye'de, bir yıl içinde elliye yakın fotoğraf yarışması düzenlendiğini ve söz konusu yarışmalar için bir(er) servet harcandığını biliyor musunuz?
Yeri gelmişken bu yarışmaların bir sektöre dönüştüğünü, reklâm ve tanıtım mecralarında kullanılacak fotoğrafların kimi zaman bu yöntemle elde edildiğini de hatırlatalım. İçinde çeşitli sıkıntılar barınan bu yarışmaların fotoğraf çevrelerinin gündemine oturması ise cabası.
Ancak üzerinde durmak istediğimiz, öyle ya da böyle görsel belleğimizi oluşturan bir yöntemin, yani bir kentin, bir yerleşmenin, bir köşenin tanıtımında veya arşivlenmesinde yahut kayıt altına alınması gereken değerlerin belgelenmesinde fotoğraf yarışmalarına başvurulması ve bu yolun ne kadar muteber olup olmadığıdır.
Devirdiğimiz yıl Amasya, Kemaliye, Pınarbaşı, Gölcük, Manisa, Nevşehir, Trabzon, Gaziantep, Kocaeli, Keşan, Safranbolu, Kızılcahamam, Karşıyaka, Gölcük ve Üsküdar Belediyesi, Giresun Valiliği bu maksatla yarışma düzenleyen kurumlardan bazılarıydı. Hemen hepsinin ortak amacı, kent ya da ilçelerinin tanıtımına katkıda bulunmak, belge ve arşiv oluşturmak ve fotoğraf sanatına katkıda bulunmaktı.
Gelin, yarışmaya katılan 4 bine yakın fotoğrafla rekoru elinde tutan yarışmayı mercek altına alarak konuyu açalım.
Geçen yıllarda Küçükçekmece Belediyesi'nin düzenlediği söz konusu yarışma fotoğraf sanatına ve "Küçükçekmece'nin tanıtımına katkıda bulunmak" amacını taşıyordu.
Bu yarışmanın fotoğrafa sağladığı katkı fluydu, ancak Küçükçekmece'nin tanıtımı için böylesi bir yönteme başvurulması tartışılırdı. Çünkü fotoğrafçılar yarışmalara, -kanımca en makul gerekçesi budur ki- çoğunluk iştah kabartan ödül(ler) nedeniyle katılır. Dolayısı ile fotoğraflar ya eskilere dayanan arşivden seçilmiş ya da yalnızca o yarışma için "hafta sonu" çekilmiş görüntülerdir.
Hal böyle olunca istisnalar olsa da doğal olarak bunlar eskizden, kaba birer kayıttan öte değildirler. Ancak buna karşın valilik, belediye, kültür müdürlükleri, odalar ve benzerleri, tanıtım ve daha çok envanter oluşturmak maksadıyla ve bu niyetlerini açıkça beyan ederek yarışma düzenlemeye devam ediyor.
Ve buradan elde edilen fotoğraflar, tanıtım broşürlerinden internet sitelerine, yayın organlarından albümlere dek birçok alanda kullanılarak maalesef ülkemizi temsil ediyor.
Üst satırda andığımız "Küçükçekmece'de Hayat" başlıklı bu yarışmada toplam 24 fotoğraf dereceye girdi. Fotoğrafçıların ve ilgili kurumların arşivlerinde bulunan bu afili albümden izlemek mümkün olan bu görüntülerden yarıya yakını, herhangi bir yerde çekilmiş izlenimi verdiği gibi Küçükçekmece'yi tanımlayan imgelerden uzaktı.
Diğer yarısı ise ne tesadüftür ki hepsi de gecenin yapay ışıklarıyla çekilmiş, hepsi de -ilçe sınırları içinde yer alan Mimar Sinan Köprüsü'nü gösteren-siluet fotoğraflardı.
Oysa sokaklardan, caddelerden, gecekondu mahallelerinden ve yaşamdan görüntüler yoktu.
Bu fotoğraflarla ve böylesi bir çabayla nüfusu 1 milyonu aşmış, yığınlarca işsizi, gecekonduları, alt yapıdan çevreye çeşitli sorunları, ucun ucun kirlenen gölü, yaşamı ve insanıyla Küçükçekmece'yi anlatmak, gerçekliğini ortaya koymak ne kadar mümkündü?
Oysa yılların birikimiyle pişmiş, fotoğrafı meslek edinmiş veya akademilerin fotoğraf bölümlerinden mezun onca işsiz fotoğrafçı var. Bunlara geçici de olsa istihdam yaratılabilir. Gerekli araştırmaların ardından etraflıca bir çalışma hayata geçirilebilir, ancak böylesi bir yolla Küçükçekmece daha doğru anlatılabilirdi.
Lakin söylediklerimizi, herhangi bir anlatımı ve öznesini bertaraf eden "güzel" ve "kiç" fotoğraflar daha sonra birçok alanda kullanılmak üzere belediyenin belgeliğine kaldırılmıştı.
Yine geçen yıllarda düzenlenen SKF Türk'ün düzenlediği "Evler" konulu yarışma ile konuyu irdelemeye devam edelim. Malum amacı ve "bir kültür değeri olarak evlerimizi belgelemek" niyeti taşıyan bu yarışmada da ödül alan fotoğraflar, az önce andığımız yarışmanın fotoğrafları ile benzer kaderi paylaşıyordu.
Evler, bir ülkenin tarihinden kültürüne, mimarisinden sosyolojisine dek önemli izler, ipuçları taşırken yarışma sonucu elde edilen -ki kataloglardan izlediğimiz- söz konusu fotoğraflar, maalesef bunlara dair bir şey içermiyordu.
Özellikle birinci ve ikinci seçilen fotoğraf, bırakın evlere dair herhangi bir anlatımı, konuyla dahi ilişkisi yoktu.
Evet, konu evlerdi ama birincilik alan fotoğraf, minyatür sanatıylazaviyeli camilerin resmedildiği bir afiş önünden geçen kadın görüntüsüydü. İkinci fotoğrafta ise konu sanki buluttu.
Ancak haksızlık etmeyelim, söz konusu yapılara dair bir söylemi olmasa da espas içinde küçük bir alan kaplayan bir ev vardı.
Şimdi soralım, çok geniş bir yelpaze çizen evleri bir fotoğraf yarışması ile belgelemeye kalkışmak ne kadar mümkündü? Bu yolun işin kolayına kaçmaktan beyhude bir çabadan ibaret olduğunu söylemekne kadar iddialıydı?
Makbul olup olmadığı tartışmaya açık söz konusu yönteme başvurulmasının nedeni, ortada referans olacak veya ölçüt oluşturacak bir çalışmanın olmaması, yarışmaların bir modaya dönüşmesi veya işin kolayına kaçılması olabilir. Ama görünen o ki asıl neden, pek de iç açıcı olmayan ülkemiz fotoğrafının çizdiği manzaradır.
Maalesef kavramsal ve kuramsal düşünceleri içeren, sosyal ve siyasal açıdan da değerlendirilmiş, bilimsel bilgi ve belge oluşturacak" fotoğraf tarihi" yazılmamış ülkemiz fotoğrafının en büyük handikabı, "güzel fotoğraf" anlayışının günbegün palazlanmasıdır.
Fotoğrafın ne olduğu enikonu tartışılmadığı gibi bir "dil" olduğunun çoğu zaman atlanmasıdır. Ülkesine batılı gözüyle bakan, dolayısıyla kendi gerçekliğine ve değerlerine yabancılaşan bir fotoğrafçı kitlesinin boy vermesidir.
Bugün bu anlayış, ülkemiz gerçekliğine ait herhangi bir fotoğrafı, "alt sosyal görüntü" olarak istihza ile anıyor ve bu tür görüntülerin itibarımızı zedelediğini düşünüyor.
Hal böyle olunca ortaya çıkan görüntüler, herhangi bir anlatıma gitmeyi bertaraf eden "biçimci" kaygılardan pek öteye geçemiyor. Bırakın tarih, sosyoloji ve felsefe gibi bilimsel alanlarla ilişkisini, kendisine konu olan öznesinin gerçekliğini dahi, istisnalar dışında çoğu zaman içermiyor...
Bugün, -elbet istisnalar dışında- en gözde yarışmalarda görev alan fotoğrafçıların, hayata ve çağa dönük, yeni bir görüş ve duruş sergileyen işlerine pek rastlanmıyor. Dişe dokunur bir şey söylediklerine ve yazdıklarına da.
Ancak buna mukabil, hatta kimi zaman hiç görmediği bir kentin fotoğraflarını değerlendirmek üzere jürilerde yer alıyor.
Dolayısı ile yarışmalarda, yarışma konusunun hakkını veren fotoğrafların seçilip seçilemeyeceği de tartışma konusu. Dahası, zamanı ve koşulları sınırlı bir yarışmada doğru fotoğrafların seçilmesi de pek olanaklı görünmüyor.
Yarışma jürilerinde sık sık görev alan bir öğretim görevlisi, meseleyi adeta özetler gibi şu cümleyi kuruyor:"Yarışmalar, birer piyangodan ibarettir"...
Son olarak, hem ülkemiz fotoğrafının nerede olduğunu hem de asıl konumuzu açık eden, Trabzon'un tanıtılması ve kültürel değerlerinin arşivlenmesi amacıyla düzenlenen "Trabzon'da Yaşam" konulu yarışmaya göz atalım.
Bu arada, atlanıp gitmesin, unutulmasın diye geçmiş yıllara ait yarışmaları bilinçli olarak seçtiğimizi hatırlatıp konumuza dönelim. Trabzon Belediyesi'nin İnternet sitesinden ulaşacağınız ilk üçe giren ve mansiyon alan fotoğraflara dikkatlice bakın.
Bu fotoğrafların, bilimsel bir yöntem veya kanıtla yahut görsel bir dille Trabzon'a ait olduğu ispat edilemez. Yalnızca fotoğrafta yer alan insanların Trabzon'da yaşadığı tespit edilerek bu fotoğrafların Trabzon'a ait olduğu söylenebilir. Ancak öte yandan, ödül alan tüm fotoğraflar, Karadeniz Bölgesi'nin herhangi bir ilini rahatlıkla temsil edebilir.
Oryantalist veya batılı bir bakışın ürünü olan, her şeyi tek bir düzleme indiren, ayrıntıları atlayan, görsel bir imgenin çok önemli kanıtlar içerdiğini görmezlikten gelen bu biçimci anlayış, maalesef şimdilik, ülkemiz fotoğrafının anlayışıyla örtüşüyor.
Oysa belediye, Trabzon'u tanıtmak amacıyla yarışma düzenlemek yerine üç fotoğrafçıyı konuk edebilirdi iline. Ve fotoğrafçılar, uzmanlar gözetiminde, hem de gerekli araştırmaların ardından dört yana dağılabilirdi. Didik didik edilebilirdi her köşe. Dört mevsimi fotoğraflanabilirdi Trabzon'un. Ortaya çıkan görüntüler; Trabzon'u daha doğru anlatmaz mıydı? Böylesi bir yöntem, fotoğrafa ve fotoğrafçılara daha anlamlı bir katkı sağlamaz mıydı?
Dünyanın neredeyse en zengin tarihsel ve kültürel mirasına sahip ülkemizin görsel belleği, sağlıklı olarak ancak böylesi yöntemlerle oluşturulabilir. Aksi yöntemler, hakkını veremeyeceği gibi muteber olmayanlar olarak kalacaktır yarına... (EK/BB)