Psikolojik araştırmalar "bakma" eyleminin hislerimizi tetiklediğini söyler. Çünkü gözler beyin ve sinir sistemiyle doğrudan bağlantılıdır. Durağan bir resim olan fotoğrafa bakmak da bu nedenle sadece gözümüzle değil beyin ve kalbimizle gerçekleştirdiğimiz bir eylemdir. Erotik bir resmin cinsellik, şirin bir bebek resmininse annenlik duygularını canlandırması bu yüzdendir.
Bazen yıllar önce bu dünyadan göçüp gitmiş birisi gülümser bize, albüm sayfasını çevirdiğimizde. Fotoğrafı çekilmemişse çocuğumuzun ilk gülüşünü, ilk adımını hatırlamamız çok zordur. Ya da lise yıllarında ne kadar komik, evlenirken ne kadar mutlu göründüğümüzü. Hafızası iyi olmayan toplumlara, birbirleriyle bağlarını koparmış ailelere, geçmişini unutan insanlara da nereden geldiğini hatırlatır fotoğraflar.
Çıplak gözle fark edemeyeceği anları dondurup önümüze koyar fotoğraf. Video da anı kaydeder ama, bir surat ifadesini, bir bakıştaki heyecanı en güzel fotoğraflar belgeler. Bir kuşun kanat çırpışı, bir damlanın suya düşüşü ve ya bir futbolcunun topu havada kavrayışına hayran kalırız. Bu kadar mekanik ve teknik bir eylemin bu kadar sanatsal ve duygusal ürün verebilmesi ne kadar da garip.
Fotoğraf ayrıca birbirinden binlerce kilometre uzaklıkta yaşayan farklı kültürler arasında empati oluşturabilir. Çarpıcı bir fotoğrafı yoksa bazı felaketlerin yaşanmakta olduğunu idrak etmemekte direnir bazen "dünyanın geri kalanı". Güney Afrikalı haber fotoğrafçısı Kevin Carter'a 1994 Pulitzer Ödülü'nü getiren "Akbaba ve Çocuk" (Starving Child and Vulture) fotoğrafını görmeden Sudan'da açlık olduğunun, Nick Ut'un, 1972'de çektiği napalm bombasından kaçan çocukları görmeden de Vietnam savaşının acımasızlığının fark edilmemesi gibi.
Fotoğraf aslında bir işaret sistemidir ve medyada mesaj iletmek için kullanılır. En etkili sublime mesajlar fotoğraflar aracılığıyla verilir. Bazen hiç bir slogan, hatta tek bir kelime kullanmadan sadece fotoğrafla en etkili reklam afişleri hazırlanabilir.
Fotoğraf o kadar güçlü bir araçtır ki, bazen de tek bir kare temel bir yargıyı kökten değiştirebilir, ya da yıllar boyunca inşa edilmiş bir itibarı yerle bir edebilir. Bu yüzden, örneğin Başbakan'ın attan düşmesi gibi, haber değeri yüksek olduğu halde estetik olmayan fotoğraf kareleri Türkiye'nin anaakım medyasında yayınlanmaz. Es kaza bir kere yayınlanmışsa, bir daha tekrar edilmez.
O kadar da masum değildir fotoğraflar; değiştirilebilir, üzerinde, oynama yapılabilir, hatta bunun için özel bilgisayar programları bile geliştirilmiştir. Bugün "Fotoğrafın Gerçekliği" artık bir efsane olsa da, biz gene de fotoğrafın yalan söylemeyeceğine inanırız gene de. Özellikle poz verilmeden çekilmiş estetik olmayan otantik ve orijinal fotoğraflar her zaman çok "gerçekçi"dir, yalan söylüyor olamazlar.
Siyah-beyaz fotoğraf zamanında sadece statüyü ve nasıl görünüldüğünü belgelemek amaçlı, objektife gülümsemeden poz veren insan fotoğrafları çekilmez bugün. Fotoğraf makinasına poz verirken olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi bakıyoruz artık. Yanımızdaki kişiden nefret etsek bile sarılıyor, o an üzgün olsak bile gülümsüyoruz fotoğrafı çekene. Yani fotoğraf bazen de hiç yaşanmamış bir gerçekliği belgeliyor.
Susan Sontag 2003 yılında günümüzün "society of spectacle" devri olduğunu söylemişti. Yani sürekli kan, çıplaklık vb. içeren çarpıcı ve daha önce karşılaşılmamış sahneleri görmek isteyen insanlar. Ama bu görüntülere o kadar çok maruz kaldık ki, pek tepki göstermiyoruz artık, çünkü kanıksadık. Bugün belki de eksikliğini çektiğimiz, bize insan olduğumuzu hissettirecek, daha masum duyguları aktaran fotoğraflardır.
Günlük hayatta en çok karşılaştığımız gazete fotoğrafları sanatsal amaçla değil, habere dikkat uyandırmak ve gerçeklik kazandırmak için çekilir. Ama tarihte o kadar güzel haber fotoğrafları çekilmiştir ki, bazen haberin kendisi olmuştur.
Göçmen Anne
1930’lu yıllar Amerika'da "Büyük Bunalım" olarak anılan kuraklık ve yoksulluk dönemidir. Bir çok insan açlığın sınırına gelmiş, intiharlar artmış. Ülkede sefaleti en çok yaşayanlar ise göçmen olarak yaşayıp, rast geldikleri tarlalarda ürün toplayan tarım işçileri.
Durumu iyileştirmek isteyen yeni seçilmiş Amerikan Başkanı Roosevelt 1936 yılında Kolombia Üniversitesi'nden bir iyileştirme çalışması yapmasını istiyor. Bu proje kapsamında yoksulluğu belgelemek için yollara düşen fotoğrafçı Dorothea Lange (1895-1965), Şubat ayında bir ay süren fotoğraf çekimlerinden dönerken Kaliforniya/Nipomo'da önünden geçtiği bir bezelye tarlasına 20 dakika sonra geri dönüyor ve orarda karşılaştığı bir kadın ve çocuklarının önce uzaktan sonra kadının müsadesiyle yakından toplam altı fotoğrafını çekip, biraz da bilgi topladıktan sonra kamptan ayrılıyor.
Lange'ın fotoğrafladığı bu kadın 32 yaşındaki, yedi çocuklu bezelye işçisi Florence Owens Thompson'dur (1903-1983). Kirli ve eski elbiseleriyle tipik bir işçi kadını olan Thompson'ın istemsizce çenesine götürdüğü sağ eli, yorgun vücudu, kırışıklarla dolu yüzü, çaresizlik ve mecburiyetin çok net okunabildiği ümitsiz, yorgun ve dalgın bakışları, kucağında uyuyan bebeği ve utandıkları için fotoğrafçıya bakmayıp annelerine sığınmış iki çocuğuyla oluşturduğu bu kompozisyon, zamanın Amerikalılarının görmek istediği her duyguyu barındırıyordu içinde: fakirlik, hayatta kalma çabası, sebat, tahammül ve cesaret.
* Fotoğraf: Migrant Mother," 1936 (Dorothea Lange). Library of Congress FSA/OWI Collection. |
Bir gurup insanın çektiği sıkıntıları, ismi bilinmeyen sıradan bir kadının yüzünde yansıtan bu fotoğraf ülkenin kalanının orada ne olduğunu anlamasına ve bir ulusun ortak hareket etmesine sebep oluyor. Ayrıca "Meryem Ana ve İsa" tablosuyla da benzerlikler taşıyan bu fotoğrafın kahramanı anne bir ikon figür haline dönüşüyor.
Bu fotoğraflar ilk olara Mart 1936'da San Francisco News gazetesinde, Lange'ın topladığı, biraz da abartılı bilgilerle basılıyor. Haberin hemen ardından kampa bir sıra yardım götürülüyor ve kimse açlıktan ölmüyor. Devlet ayrıca göçmen tarım işçileri için yeni kamplar kuruyor. Gerçi Thompson ve ailesi yardım gelmeden o kamptan ayrılıp başka bir tarlaya doğru yola çıkmıştı ama onlar da o günden sonra daha iyi şartlarda yaşamaya başlıyorlar. Pek fark edilmese de bu fotoğrafta da bile bir rötuş vardır. Çerçevenin sağ alt köşesinde görünen kadının baş parmağını silinmiş ve resmin kompozisyonun daha düzgün olması sağlanmıştır.
John Steinbeck’in Gazap Üzümleri adlı romanında Lange’ın fotoğraflarının adeta düz yazı ile betimlendiği bilinmektedir.
1970lere kadar kim olduğu bilinmeyen Florence Owens Thompson'un Göçmen Anne (Migrant Mother) olarak bilinen bu fotoğrafı dünyanın en iyi belgesel fotoğrafçılığı örneklerinden kabul edilir. (DAH/EKN)