Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Zırhlı tugay tarafından kaymakamlığa gönderilen "fişleme" talebi nedir? Nasıl açıklanabilir veya savunulabilir mi? Hukuk mu? Yoksa?..
Geçmiş günlere dönelim. Hukuk devleti savunucularını anımsayalım. Yaşadıklarımızdan ve onların yazdıklarından ders çıkaralım. 12 Eylül günlerinde Ankara Baro başkanı olan Prof. Muammer Aksoy hukuk devletini, demokrasiyi her koşulda yılmadan savundu. 1961 Anayasasının yazımında etkin görevler aldı.
Sayın Aksoy, avukattır. Atatürk devrimlerinden ödün vermeyen, laikliğin simgesi olmuş hukuk savaşçısı, başkanı olduğu "Atatürkçü Düşünce Derneği" toplantısından çıkıp evine giderken 1990 yılının Ocak ayı sonunda öldürüldü.
Apartman girişinde karanlık kurşunların hedefi oldu. Aksoy'un katilleri iz bırakmadan kaçtılar.(!). Silah sesini duyan, olayı gören yok. Failler meçhul... Katiller yok.
Failler meçhul ama Prof. Muammer Aksoy "fişi" var. 12 Mart döneminde ak saçlı Profesör Avukat işlemediği suçlardan dolayı Ankara Mamak Askeri Cezaevinde "Dev-Genç Davası" sanığı olarak yargılandı ve aylarca hapis yatırıldı.
Türk Hukuk Kurumu Başkanı olarak Mülkiyeliler Birliği Vakfı tarafından yayınlanan "Bahri Savcı'ya Armağan" kitabındaki yazısında güvenlik soruşturmasına ve MİT raporlarına değiniyor. Geçmiş yıllardaki "fişleme"lerin örneklerini Sayın Aksoy'un yazısından aktarıyorum...
Fişlere göre, Vietnam savaşının sona erdirilmesini istemek ve bu amaçla 1968 yılında Batı Almanya'da düzenlenen ve Berlin Kilisesi ile Alman Liberal Partisi'nin öncülüğünü yaptığı mitingde konuşmak değil, sadece "hazır bulunmak" suç sayılmıştır.
O nedenle Prof. Muammer Aksoy suçludur. Bu mitinge sadece katılmayı, seyirci olarak hazır bulunmayı suç sayanlar olaydan 3,5 yıl sonra Sıkıyönetim Komutanlığına gönderdiği (6.8.1971) günlü yazılarında; "kanaatlerini" şöyle arz ediyorlardı: "Ankara Sıkı yönetim Komutanlığınca tutuklanmış bulunan Prof. Muammer Aksoy'un 1967 yılında Batı Berlin Üniversitesi'nde misafir Profesör olarak bulunduğu sırada, Şubat 1967 ayında Avrupa'nın muhtelif ülkelerinden Batı Berlin'e gelen Komünistlerin, 'Kuzey Vietnam' için yaptıkları miting ve yürüyüşte, Akşam Gazetesi Dış Politika yazarı Ali Sirmen ile birlikte katıldıklarını gösterir resimler savcıya kaynak, hakime kanaat vermek maksadıyla ilişikte sunulmuştur. Mezkur yürüyüş, Kuzey Vietnamlıların Amerikalılara karşı savaşlarını büyük bir insanlık mücadelesi olarak göstermek Sosyalizmin ve komünizmin Avrupa'da yayılması için gençleri eyleme çağırmak amacı ile düzenlenmiştir. Bilgilerinize arz ederim."
Bu yazının altındaki imza: Nurettin Ersin. Korgeneral. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı" Hatalarla dolu olan, 1968 yılında yapılmış bu miting için 1967 diye yazılan ve sadece suç atan böyle bir yazı Sıkıyönetim dava dosyalarına girince Prof. Aksoy ve gazeteci Sirmen "suçsuzluklarını" kanıtlamak zorunda bırakılmışlardır. Fişler iddianameye, iddianameler davalara dönüşmüştür. İnsanlar tutuklanmış ve aylarca hapis yatırılmıştır. Kanıtlar, fişler ve raporlardır.
Örneğin yine Muammer Aksoy'a ilişkin MİT raporunun 3. sayfasının 6 ıncı bendinde şöyle denilmektedir: "Niyazi Berkes ve Fay Kirby gibi tanınmış aşırı solcularla ahbaplığı olmasına ilaveten Babeuf davasındaki sanıklara fahriyen yardımcı olan ve keza komünizm propagandası yapmaktan sanık "Sosyalist Türkiye ve Gençlik İçin Strateji" adlı kitapların yazarı Ali Faik Cihan'ın savunmasını fahri olarak yapan Muammer Aksoy aynı zamanda aşırı solcu kuruluşlar safında yer alan Toplumcu Avukatlar (yani sosyalist avukatlar) Derneği'nin de kurucu üyeleri arasında yer almıştır."
Prof. Aksoy suç dosyasının kabartılmasına yönelik bu çabalar için verdiği yanıtlarda Ali Faik Cihan'ın "Sosyalist Türkiye" adlı kitabı nedeniyle ya da başka bir davasında avukatlığını yapmadığını söylüyordu.
Hatta Aksoy; "Yapmış olsam en doğal bir anayasal ve yasal hakkımı kullanmış olurdum; ve böyle bir hakkın kullanılmış olması, bir hukuk devletinde, gizli rapora kaydedilecek günahlar arasında yer alamaz. Zaten bir kitabın, arka kapağında da açıkça yazıldığı gibi, kitap ilk kez 1965'te yayınlanmıştır ki, ben 1961'den sonra davanın görüldüğü Trabzon'a hiç gitmedim. Kısacası bu iddia tamamen uydurmadır." diyordu.
Babeuf davası ile ilgili iddiaların ise hayal ürünü olduğunu ve böyle bir davada müdafilik yapma onuruna sahip olamadığını söyleyen Prof. Aksoy'a göre, bu tür davalara girmek, o yıllarda ünlü 141-142'den sanık olanları savunmak başlı başına affedilmez bir günah ve muhakkak cezalandırılması gereken bir suçtur. Fişleyenlerin kanaatleri böyle idi..
Yıllar önce Sayın Muaamer Aksoy hocamızın yazısında dediği gibi; "Resmi doktrinleri "kapalılık (ve gizlilik)" olan toplumlarda (ve rejimlerde) bile, "açıklık (saydamlık) siyaseti"nin çıkar tek yol olduğunun anlaşıldığı ve resmen ilan edildiği bu günlerde dahi, "gizli raporlar ve gizli güvenlik soruşturmaları ile kişilerin kıyılması yöntemini" hala yürürlükte tutan bir toplumda, özgürlükçü, çoğulcu demokrasinin ve Hukuk Devletinin, benimsenmiş gerçek rejim olduğuna, ne Türk Halkını, ne de hür dünyayı inandırabilmek olanaksızdır."
Önce beni fişleyin ... Zaten vardır ama, isterseniz kaymakama söyleyin fişimdeki bilgilere gizli gizli ne isterse yazsın yollasın... Gizli raporlar, fişler ve gizli bilgiler ve gizli güvenlik soruşturmaları ile kişilerin kıyılması yöntemini benimseyerek hukuk devletini kuramazsınız.
Fişle-me yöntemini benimseyen anlayış demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışı ile açıklanamaz.
Nasıl açıklandığı ise tarihteki "izimlerle" bellidir. Ama belki de bu anlayışı benimseyenlerin şahsi sicil fişlerinde; "fa" kelimesi ile sıkı fıkı dostluğunun karşısına "bu müzik notasını çok sever" olarak not düşülmüştür. Bilinmez, bu dahi gizlidir. (Fİ/NM)