Biz 80 öncesinde… 80 öncesinde devrimcilik… 80 öncesinde örgüt… diye başlayan cümleleri çokça duymuştur benim gibi 80’den sonra yolu sosyalist mücadeleye düşenler. Muhtemeldir ki farklı mücadele anlayışlarına, politik programlara, örgüt modellerine sahip olsalar da üç aşağı beş yukarı 80 öncesinden bugüne uzanan geleneklerin o yıllardaki kadroları benzer vurgularla benzer hikâyeleri anlatageldiler. Bu anlamıyla Dipnot Yayınları’ndan çıkan “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” dizisinin üçüncü ve dördüncü kitapları Fırtınalı Bir Denizdir İçimiz ve Daha Dinmiş Değil Fırtına aslında sadece Kurtuluş geleneğinin değil dönemin sosyalist hareketinin serencamını da anlatıyor.
Hiç kuşku yok ki gerek dünya ölçeğinde gerekse Türkiye koşullarında yükselen sınıf mücadelesi öğrenci gençlik kadrolarının devrimci harekete katılmasında belirleyici olmuştu. Ancak bu noktada çarpıcı olan benzer sınıfsal aidiyetlere sahip, bugün iktidarda olan siyasal İslamcıların önder kadrolarının da aynı yıllarda politikleşmiş olması. Dönemin toplumsal hareketliliği içinde faşist hareket doğrudan devrimci hareketin ve sınıf hareketinin karşısına çıkarılırken İslamcı hareketin gençlik tabanının belirleyici bir politik güç olarak sahnede yer almadığını da görüyoruz. Belli ki devletle ve sermaye ile uzlaşma -devleti içerden ele geçirme politikası o günlerden bugüne uzanan bir politikanın ilk adımları olmuş. Devletle ve sermaye ile uzlaşmayanların ise nasıl bir politik tarih yazdığını o tarihi yapanların tanıklıklarıyla okuyoruz.
Kitapta söyleşi yapılan isimler esas olarak dönemin gençlik hareketinin, sınıf/sosyalizm mücadelesinin öncü kadroları haline gelişini temsil ediyor. 68’in, Dev-Genç’in, 71’in, yeni kurulan sosyalist örgütlerin Türkiye’nin tarihindeki etkilerini, devrimci hareket içindeki bölünmeleri, dönemin teorik politik tartışmalarını yaşayanların gözünden, bugünden geçmişe bakarak değerlendirmek mümkün oluyor. Küçük esnaf, küçük çiftçi, memur, dar gelirli ailelerin çocuklarının lise/üniversite çağlarında devrimci mücadele ile tanışmalarını ve bir sosyalist örgütün kurucu/öncü kadroları olarak 70’lerin yükselen sınıf mücadelesi içinde yer alışlarını okuyoruz söz konusu iki kitapta.
68 ile başlayan gençlik hareketinin tüm dünyadaki muadillerinden farklı olarak Türkiye’deki sosyalist örgütlerin kuruluşunda, gelişiminde ve etkinleşmesinde ne kadar belirleyici olduğunu görmek açısından çarpıcı bir hikâyeye dönüşüyor anlatılanlar. Gerek Avrupa’da gerekse dönemin devrimci hareketinin çokça ilham aldığı Latin Amerika’da benzer gençlik mücadeleleri ortaya çıkmış olsa da sonrasında neredeyse “bütün devrimci örgütlerin” köklerinin 68 gençlik hareketine uzandığı bir ülke deneyimi neredeyse hiç yok. Dönemin devrimci örgütlerinin çokça sosyalist hareketin uluslararası saflaşmalarından esinlenerek teorik programlarını yazdıkları çokça gerçeklik payı olan bir tez olmasına rağmen söz konusu örgütlerin nerdeyse hepsinin rehber aldıkları sosyalist akımlardan/ülkelerden çok farklı bir kökenden/deneyimden ortaya çıktıkları da bir o kadar gerçek.
Kitaptaki söyleşiler boyunca 80’e nasıl gelindiğini, 12 Eylül’ün etkilerini, örgütlerin toplumsal karşılıklarının, politik kararlarının nasıl sınandığını ve kuşkusuz işkence cezaevleri direniş sürecini bireysel yaşanmışların ötesinde örgütsel ve toplumsal sonuçları bağlamında analiz etmek mümkün oluyor. Bugün için çok genç kabul edilecek yaşlarda sınıf mücadelesine yön veren bu neslin herhangi bir yerli deneyime sahip olmaksızın aynı anda hem devrimci bir hareketi hem sosyalist yapıları hem de anti-faşist mücadeleyi nasıl örgütlediklerini okumak dönemin devrimci ruhunu yakalamayı sağlıyor.
Kitaptaki söyleşilerin Kurtuluş geleneği ve bir bütün olarak dönemin devrimci hareketi açısından nereden nereye gelindiğini görmek için çok önemli olduğu muhakkak. Geleneğin ayırt edici politik kararlarının nasıl alındığını ve sonuçlarını görüyoruz: THKP-C’den kopuş, işçi sınıfı içinde çalışma, Kürt sorunu ve sömürgecilik, sol içi şiddet, 12 Eylül sonrasında geri çekilme kararı gibi. Önemli politik dönemeçlerde alınan kararları dönemin siyasal ruh hali ile birlikte okumak için söyleşiler çok kapsamlı bir çerçeve sunuyor.
Kurtuluş Kendini Anlatıyor kitap dizisi iki kitapla devam edecek. O kitaplarda da eş zamanlı olarak Türkiye’de (kuşkusuz başka devrimci oluşumlarla birlikte) hem devrimci bir hareketin hem de devrimci bir örgütün nasıl inşa edildiğini, işçi sınıfı ve toplum içinde nasıl kök saldığını okumaya devam edeceğiz. Serinin yayımlanacak kitaplarından biri de kadınların Kurtuluş’unu anlatacak. Dizinin yayımlanmış dört kitabı boyunca çok sınırlı bir özeleştiri ile Kurtuluş içindeki erkek egemenliğini ifade eden bu kadroları, dönemin örgütsel ve politik hayatını bir de kadınlardan dinleyecek olmak bir hayli heyecan verici olacak gibi görünüyor…
Fırtınalı Bir Denizdir İçimiz
Kurtuluş Kendini Anlatıyor 3
İsmail Metin Ayçiçek - Seyfi Öngider - Sam Koç
Mustafa Öztürk (Topal) - İzzet Köylüoğlu - Ziya Sümer
Dipnot Yayınları, 416 sayfa, 2017
Daha Dinmiş Değil Fırtına
Kurtuluş Kendini Anlatıyor 4
Doğan Fırtına - Burhan Tanrıverdi - Celal Polat
Haşim Barış - Süleyman Toklu
Dipnot Yayınları, 432 sayfa, 2017