Sedat Göçmen, Karadeniz’de yaşadığı devrimci anılarını bir nehir kitap halinde Ayrıntı Yayınları’nın yöneticisi İlbay Kahraman’a anlatmış.
Fırtınalı Denizin Yolcuları 1970’li yılları anlatıyor. 40 yıl önce Karadeniz illerinde yaptıkları devrimci çalışmalarını, arkadaşlarını, vurulan gençlerin anılarını. Kitabının tanıtım gecesinde ak saçlı devrimciler bir araya gelmişlerdi. Aradan geçen 40 yıllık dönemde heyecanlarını, bağlılıklarını, sevgilerini yitirmeyen eski dostlar.
Kitabı okudukça bu bağların ne kadar derin olduğunu anlıyorsunuz. Anlattığı olaylar 12 Eylül Kenan Evren darbesine doğru ilerleyen zorlu yıllarda yaşananlar. Ben o yıllarda Ankara’da gazetecilik yapıyordum. MC hükümetleri dönemlerini yaşıyorduk. Yani Milliyetçi Cephe. Yani iktidarını bırakmak istemeyen ancak yeterli oy çoğunluğunu da sağlayamayan Süleyman Demirel’in, yanına Erbakan’ı ve Türkeş’i alarak kurduğu hükümetler.
Merkez sağda Demirel’in Adalet Partisi, dinci örgütlenme içindeki Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ve ülkücü gençleri milis gibi kullanan eski 27 Mayıs’çı darbeci albay Alpaslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi. Bu üç partinin oluşturduğu Milliyetçi Cephe.
İktidara bir ucundan yapışan Erbakan ve tayfasının bakanlıklarda hızla örgütlenmesi. İktidara öbür ucundan dişlerini geçiren ülkücülerin de sokaklarda solcu avına çıkması. Demirel’in de “bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz…” diyerek ayyuka çıkan cinayetlerin üstünü ört bas ederek iktidarını uzatmaya çalıştığı yıllar.
1980 öncesi yıllarda sokaklarda 5 bin kadar genç insan öldürüldü. Sol gençlik, büyük kentlerin varoşlarında ve Anadolu’da ülkücülerin saldırılarına karşı sokak sokak, bölge bölge direnmeye çalışıyordu. Ülkücülerin arkasında derin devlet güçleri ve sırt sıvazlayan başkaca güçler vardı.
Yenimahalle’de bir evde vahşice telle boğularak öldürülen Türkiye İşçi Partili (TİP) gençlerin katillerinin bugün bile korunmakta olduğu, aynı şekilde Abdi İpekçi’nin katilinin hapisten çıkar çıkmaz korumaya alındığını gördük ve yaşadık sonraki gelişmelerde.
O yıllarda kendilerine ülkücü adı verilen bu güçlerin, derin devlet tarafından nasıl korunduklarını artık bilmeyen kalmadı. Tıpkı Hrant Dink’in katillerinin de bugün aynı gizli güçler tarafından korunmakta olması gibi..
İşte bu derin güçlere karşı direnen bir örgütlenmenin ne büyük zorluklardan geçtiğini anlatıyor Sedat Göçmen anılarında. Dev Yol’un Karadeniz bölgesindeki örgütlenmesini üstlenmiş o yıllarda. En çok çalışma yaptıkları yer Fatsa. Terzi Fikri [Sönmez] de Fatsalı bir devrimci terzi. Halk seviyor kendisini ve belediye başkanı seçiyor.
Sonra ne oluyor dersiniz? Bugün “sandık sandık” diye kırk biçilenlerin büyük ağabeyleri, o günlerde MC iktidarın ortakları ya. Terzi Fikri’yi yok etmek için üstüne asker ve faşist militanlar salıyorlar.
Belediyeyi ve devrimci örgütlenmeyi yok etmek üzere önce bölgeye bir vali atıyorlar. Sonra saldırıya geçiyorlar. Vali eliyle Fatsa’da çeşitli oyunlar oynanıyor ve Nokta operasyonu ile Fatsa’ya girilip, halkın sevdiği, seçilmiş belediye başkanı indiriliyor ve hapse atılıyor.
Terzi Fikri hapislerde ölüyor. Hani bugün bütün eski davaları karıştıran sözde liberaller, sahte özgürlükçüler ve demokratlar var ya?
Bunlardan biri bile neden “Terzi Fikri’nin de hesabını soralım” demiyor?
İslamcı ideolojinin önünü açmak için din devleti kurmaya çalışanlara ‘bol kepçe’ dağıtılan sahte özgürlük yaklaşımları, neden sol ve halktan yana insanlara karşı ‘çay kaşığı’ ile bile verilmiyor. Tam tersine, soldan gelen tüm özgürlük talepleri, kaş çatma, suçlama ve terörist ithamları ile geri çevriliyor.
Bu anıları okurken, Fatsa’nın çamurunu yok etmek için devrimcilerin verdiği savaş gözlerimi yaşarttı. O dönemde Karadeniz’de ne çok güzel insan kahpe kurşunlara hedef olmuş. Kitap bu devrimci gençlere de bir saygı duruşunda bulunup, o insanların isimlerini yeniden yaşatıyor.
Sedat Göçmen’i kitap tanıtımı gecesinden önce son gördüğüm yer Erzincan Hapishanesi’ydi. Turgut Özal başbakan olmuş ve 12 Eylül döneminde Avrupa’da da çok eleştirilen işkence merkezlerine döndürülmüş cezaevlerinin kapısını basına açmıştı.
Bu cezaevi gezilerinde neredeyse tüm Türkiye’nin tartışmalı cezaevlerini koğuş koğuş gezmiş ve oradaki tutuklu gençlerin yaşamlarını, sorunlarını gazeteme yansıtmıştım. İşte Sedat Göçmen de Karadeniz’deki örgütlenmelerinin ve faşist saldırılara karşı duruşlarının ‘cezasını’ Erzincan’da çekiyordu.
Aradan çok yıllar geçti. O eski devrimcilerin saçlarına aklar düştü. Kimi çoktan toprağa karıştı, kimi eski anılarını anlatıyor artık.
Bu ak saçlı insanlar, gençlik yıllarında, mahallelerinin, sokaklarının faşist çetelerin eline düşmesine karşı direnmenin onurunu yaşıyorlar bu gün. Onları bu zor oyununda kurşunlara hedef gösterenler ise iktidar oyununun sonucunda birer köşede sütten çıkma ak kaşıkmış gibi oturuyorlar.
Ak anıları da var bu ülkenin tarihinin, kara anıları da. İktidarda kalabilmek için, dış ve iç egemen çevrelerin çıkarlarına teslim olup, ülkeyi soymaya çalışanlara çanak tutup, gençleri birbirine kırdıranlar ne kazandı diye düşünüyorum sık sık.
Tarih bu iktidar hırslarının örnekleri ile dolu. İktidar kavgaları hep gençlere ölüm ve zulüm getiriyor. Bugün de aynı oyunlar oynanıyor. Halkın emeğini çalmak için oynanan oyunlar ve bunlara alet olan iktidar düşkünleri… Bu zulme direndiği için, ülkesinin soyulmasına, ağacının, toprağının, suyunun yok edilmesine karşı çıktığı için, direndiği için kurşunlanan gençlik.
Bugünün gençliği de Sedat Göçmen’in anlattığı cesur yürekli gençler gibi direniyor iktidar düşkünlerine.
Sedat Göçmen ve bugün saçları ağırmış ama kor yürekli devrimci arkadaşları kitap için bir araya gelmişlerdi dostlukla sevgiyle. O eski iktidar düşkünleri acaba çevrelerinde böyle dostluklar bulabilirler mi? İktidarlar gelip geçicidir. Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. İşte o ‘seda’yı işittim ben o gün Sedat Göçmen, İlbay Kahraman ve tüm o kuşağın insanlarından.
Bir dönem, insanları faşist saldırılardan koruyan o günün devrimcileri, bugünün o ak saçlı insanlarına selam olsun. (FÖ/HK)