"Heqê xwe helal ke!" dedi içimizden biri. "Helal bike!" diye yanıtladık bir ağızdan.
Erciş'te Mazlum Doğan'ın cenazesindeydik. Depremden 50 saat sonraydı ve yağmur sicim gibi yağıyordu. Aramızdan biri merhum için helallik istedi. Biz de hepi topu 20-30 kişilik cemaat olarak hakkımızı helal ettik.
İmam yoktu. Cenaze namazı kılınmış mıydı, bilahare gıyaben mi kılınacaktı, emin olamadım. Tabut güç bela bulunmuştu ve merhumu tabuttan çıkarır çıkarmaz, bir grup 'acılı yüz' yanaşmış ve tabutu 'Allah rızası için' istemiş, sonra da hayır duaları ederek alıp götürmüştü.
Dün Seyit Muhammet Mezarlığı'nda defnettiğimiz Mazlum Doğan bundan 29 yıl önce 1982'de bir Newroz günü üç kibrit ateşi eşliğinde hayatına son veren PKK kurucularından Mazlum Doğan değildi.
Onun ölümünden yaklaşık 10 yıl sonra doğan ve muhtemelen adını ondan alan henüz 20 yaşında yoksul bir fırın işçisiydi. Aslen Ağrı Diyadinliydi. Deprem olurken fırında çalışıyordu. İki gün sonra bulundu. İki saat sonra defnedildi.
Ben mezarlığa vardığımda henüz yağmur başlamamıştı ve bu büyük mezarlığın görebildiğim kısmında beş farklı grup vardı. Beş mezarın başında beş farklı cemaattiler. Yağmurla beraber azaldılar. Görevlerini hızlıca ifa edip dağıldılar. Sonra bizimle beraber defin işlemini henüz tamamına erdirememiş iki grup kaldı.
Erciş'te (öğrenebildiğim) beş mezarlık var. Ben yalnızca Seyit Muhammet Mezarlığı'nın Seyit Muhammet Camii'ne bakan yanını gördüm. Yan yana irili ufaklı en az 50 yeni mezar saydım. Ve Erciş'te, daha cesetlerin çok azının çıkarıldığı söyleniyor. Yalnızca Kulüpler Sokağı'nda enkaz altında en az 500-600 kişi var, deniyor.
Hükümet Konağı'nın hemen karşısındaki Kulüpler sokağında karşılıklı oyun salonları vardı: Bobi Bilardo, Memurlar Lokali, Şeker Lokali, Saçıbeyaz (Armağan'ın yeri), Okto'nun (Oktay) Kahvesi. Şimdi hepsi enkaz halinde.
Depremin olduğu pazar günü öğle saatleri neredeyse bütün genç ve orta yaşlı erkeklerin artık kahveye gittiği saat. İnsanlar, bütün kahvelerin tıklım tıklım olduğunu söylüyor: Memurlar, öğretmenler, avukatlar, esnaflar, öğrenciler, neredeyse herkes orada Pazar günü öğle vakti.
Bu kulüpler altı yedi katlı binaların alt katları, her biri birkaç katlı işletmeler ve sokakta yerle bir olanlar yalnızca bu binalar: En alt katları işleten bu oyun salonlarının birkaç bilardo ya da oyun masası daha yerleştirmek için kolonlarla oynadığında şüphe eden var mı? Binaların sağlam olduğunu söylemek zor ama ben ticari amaçlı bir 'kolon operasyonu'ndan da bir an bile şüphe etmedim.
Kulüpler Sokağı'nın hemen ardındaki park Erciş'in eski meydanıymış; adı Eski Meydan. Deprem saatinde bu kahvelerde olan yakınlarından haber almak için bekleyen Erciş'in dört bir yanından insanlar bu meydanda ateşler yakmış bekliyorlar. Kurtarma ekipleri sağ ya da ölü bir kurban çıkardıklarında enkazlara doğru bir hareket oluyor.
Kulüpler Sokağı'nda bir adam yıkıntıların arasında kardeşini görüyor, kendini yerler atıyor, haykırıyor: "Üç gündür torpağın altında vay balam!" Kaldırıyorlar, duramıyor, yine atıyor kendini yere: "Üç gündür soğuk taşın içinde vay bana!" Enkazın aşağısında adamlar birbirlerine sarılıp sessizce ağlıyorlar. O kadar sessizler ki, sanki sarıldıkları yerde artık kimseler yokmuş gibi.
Enkazın kenarında bekleyen ince uzun kadınlar rüzgarda salınan sazlar gibiler. Burunları ve yanakları soğuktan kızarmış, gözleri gözyaşından, yürekleri acıdan. Onlar acılarını sızdırabiliyorlar. Gözyaşlarıyla ve ağıtlarıyla. Ağıtları bütün kalabalığın canını dağlıyor.
Kaya gibi genç bir adam o soğuk taşların arasında kardeşinin cesedini buluyor. Cesedi sarabileceği bir battaniye almak için enkazın yanına indiğinde annesinin elini tutuyor, acı haberi veriyor. Anası düşmemek için (yere mi, boşluğa mı) oğluna tutunuyor: Hayata tutunur gibi tutunuyor oğluna.
Birkaç dakika sonra, acısını azıcık bile sızdırmayan oğlu bana itiraf ediyor: "Başı ezilmiş, şimdi çıkaramam, kadınlar görürse kötü olur. Daha iki kardeşim var bu enkazda"
Oğulun bileklerinde onda hayata tutunan anasının tırnak izleri var.
Eski Meydan'da karanlığın içinde ateşlerin başında analar, babalar, oğullar, kardeşler bekliyorlar. Bir haber geliyor: Eskiyorlar. Eski analar, eski babalar, eski oğullar, eski kardeşlere dönüşüyorlar. Umutların karardığı yerde acılar yeşeriyor.
Eskimek bu kadar ucuz olmamalı, acılar böyle kolay yeşermemeli... (BK/HK)