Eşcinseller arasındaki gizli buluşmaların karanlık parklarda gerçekleştiği bir dönemde başlıyor Tom of Finland'ın hikâyesi. Polis, parkları sık sık basıp eşcinsellere azılı suçlu muamelesi yapmakta, yakaladıklarına hunharca dayak atıp tutuklamaktadır. Aynı şey evlerde yapılan, kapalı perdeler arkasındaki toplantılar için de geçerlidir. Aile fertleri dahil tüm yakınlarınız tarafından lanetlenmeniz ihtimali bile yüksektir.
Eşcinsellik iyileştirilmesi gereken bir hastalık olarak görülmekte, savaş bitmiş olmasına rağmen Naziler’in onları kamplara kapatıp fırınlarda yok etmesinin arkasındaki zihniyet geçerliliğini korumaktadır.
Sonradan Tom of Finland adını alacak olan Touko Laaksonen asker üniforması giymesine rağmen savaşmak istemeyen, insan öldürmüş olmanın ağırlığını ruhunda taşıyan ince ruhlu bir sanatçı adayıdır; piyano çalmak, resimle iştigal etmek istemektedir, fakat çizmekten en çok zevk aldığı erotik erkek resimleri hapse girmesine sebep olacak kadar cüretkârdır. Toplumun ve siyasi iradenin baskılarıyla geçmiş uzun dönemlerden sonra gey dünyasının popüler çizeri olmayı başaracaktır.
Gey filmleri konusunda ana akım sinemada yaşanan bereketli 2017'den yönetmenliğini Dome Karukoski'nin üstlendiği Tom of Finland dünya prömiyerini Göteborg Film Festivalinde yapmıştı. !f İstanbul'un programında yer alan 115 dakikalık film dünya festivallerini gezmeye devam ediyor, Hollanda, Mart ayında genel gösterime gireceği ülkelerden.
Günümüz teknolojileri geylerin iletişim ve buluşmalarını başka platformlara taşımış olsa da, eşcinselliğin belirli bir konsensüsle üstü örtülü yaşandığı coğrafyalarda geçerliliğini koruyan mesajlarla dolu bir film Tom of Finland.
Gey filmlerinde 2017'nin güzelliği
Eşcinsel ilişkinin herkes tarafından kabul edilip, baş kahramanın ebeveyni tarafından da takdis edildiği bir aşka dahil etmişti bizi Call Me By Your Name (Beni Adınla Çağır). Tüm dünyada büyük ilgi görmüş, Filmekimi programında yer almış başarılı film yakında Türkiye'de genel gösterime girecek gibi görünüyor.
Oyunculuğuyla bir anda dünyayı fetheden bol ödüllü Timothée Chalamet'nin, aydın aileden ergen Elio'ya ait, küçük zorluklarla bezeli ayrıcalıklı dünyayı başarıyla yansıttığı tartışılmaz. Luca Guadagnino'nun yönettiği, André Aciman'ın kendi kitabından yola çıkarak James Ivory ile senaryosunu yazdığı, keyifli olduğu kadar romantik film, arkadaşlık, ilişki veya aşklarını mücadeleyle yaşamaya alışkın eşcinsellere "Ohh be!" dedirtmişti.
Babanızın sizi karşısına alıp ne kadar yüce bir şey yaşadığınızı, değerini bilmeniz gerektiğini şefkatle söylediğini düşünsenize!
Vur kaç
Birleşik Krallık kırsalındaki eşcinselliğe eğilen God's Own Country (Tanrı'nın Unuttuğu Yer) ise daha bildik bir başlangıca sahipti. Maço tavırlı genç çoban Johnny Saxby eşcinselliği kaçamaklarla yaşamaya alışmıştır; geyliği üzerine kondurmamak için hoyratça seks yaptığı kişilerden gündelik hayatında özenle uzak durmaktadır.
Derken günün birinde karşısına ona dokunmayı, okşamayı, öpüşmeyi öğreten Romanyalı göçmen Gheorghe Ionescu çıkar; eşcinselliği sadece seksle bağdaştıran Saxby sevgiyi, şefkati, aşkı, sevişmeyi, hatta sadakati özümsemeye başlayacaktır.
Dünya prömiyerini yaptığı Sundance'ten sonra Berlinale ve İstanbul Film Festivaline uğramış film başarılı yolculuğuna hızla devam ediyor, Türkiye'de genel gösterime girdi de haberim mi yok acaba!
Gayet iyi bildiği bir coğrafyayı filminde bize doya doya yaşatan yönetmen ve senaryo yazarı Francis Lee'nin başarısı bir yana, aktörlüğü çeşitli ödüllerle taçlandırılmış sert erkek rolündeki Josh O'Connor'ın imana gelmiş hali, "ibneliği" inkâra ve riyaya alışkın toplumlardaki seyirciye ümit vermişti.
Acıların adamı Tom
Gerçek bir hikâyeyi sinemaya uyarlamanın zorluklarını çeşitli ayrıntılarında gördüğümüz Tom of Finland'da ise daha çok eşcinselliğin nasıl lanetlendiğini, eşcinsellerin maruz kaldığı ayrımcılığı, haksızlıkları ve acımasızlıkları özümsüyoruz.
Muhafazakâr bir Finlandiya, hatta Avrupa'da yıllar süren bir mücadeleden günümüzdeki serbestiye ulaşmış olmamız bir mucize gibi görünüyor. Tabii bunda '68 sonrası ABD'de yaşanmış gey devriminin payı büyük. Fakat Pekka Strang'ın canlandırdığı kötümser Tom'un AIDS'in sorumlusu ilan edilmesine ne demeli!
Asker, polis, gardiyan gibi güvenlik kuvvetlerinin üniformaları, motosiklet sevdalılarının deri kıyafetleri, denizcilere has geniş omuzlar, çıkık kıçlar, gelişkin göğüs kasları, ereksiyon halindeki büyük cinsel uzuvlar Tom'un abartılı çizimlerine ilham vermiştir; telif hakları ödenmemiş desenleri yıllardır elden ele dolaşmış, Gey Baharı'nın adeta itici gücü olmuştur. AIDS patlayınca Tom'un lanetlenmesi gecikmeyecektir; aldığı bu son darbeden toparlanıp fazlasıyla girişken kahramanlarını prezervatifle resmetmeye başlaması vicdanını bir nebze rahatlatır.
Dünya çapında tanınan bir çizerin iyi ilişkiler içinde olduğu kız kardeşi tarafından bile bayağılık ve müstehcenlikle suçlandığı, toplumdan cinsel kimliğini saklamak için paravan evliliklerin yapıldığı, perdeleri açık evlerin, sokakta el ele tutuşarak yürümenin özlemini yansıtan bir film Tom of Finland.
Çağdışı gibi görünse de fazlasıyla güncel bir mevzu; film keşke daha kısa tutulsa, temposuna dinamizm kazandırılsa ve bilhassa makyaja biraz daha fazla özen gösterilseydi.
Yüzyıllar boyunca işgal edilmiş, yokluktan çıkmış ve gezegenin en gelişkin ülkeleri ve toplumlarından biri haline gelmiş Finlandiya'yı ve sinemasını yine de takdir etmek boynumuzun borcu. (RL/EKN)