Sayın Kılıçdaroğlu, 18-20 Eylül tarihlerinde Ordu-Giresun arasında, özellikle bu iki ildeki fındık üreticilerinin problemlerine dikkat çekmek için gerçekleştirdiğiniz yürüyüşü, bu yürüyüşün yankılarını ve sonunda yapılan açıklamaları hem bir Giresunlu hem de 2000’lerin başından itibaren uygulanan tarım politikalarının etkilerini başka kırsal alanlarda çalışmış bir akademisyen olarak izledim.
Öncelikle ülkemizin eğitim politikaları bir kişinin lafıyla değiştirilirken ve önümüzdeki haftadan itibaren IKBY referandumu yüzünden bir savaşa girmemiz ciddi bir olasılık olarak ortada dururken, bu gündemleri elinizin tersiyle itip, bölgemize gösterdiğiniz ilgiden dolayı çok teşekkür ederim. Keşke bu meseleler hakkındaki fikirlerinizi yol boyunca hem birlikte yürüyüş yaptığınız insanlarla hem de ülkenin geri kalanı ile paylaşıp, tartışsaydınız. Belki böylece, iktidara yakın medya dışında çoğu haber kanalı kapanmış Karadenizliler de olan bitenden sizin sayenizde haberdar olurlar ve farklı konularda fikirlerini de size iletebilme fırsatı bulurlardı.
Giresun’da yaptığınız konuşmada önce “İmralı’da masaya oturdular. Oslo’da, Habur’da oturdular. Bir de 'Çiftçilerle, fındık üreticileri ile masaya oturalım' dediler mi?" demenizi, sonrasında da “Suriyelilere 30 milyar dolar harcadık. Onlar birinci sınıf vatandaş oldu. Karadeniz'dekiler ikinci sınıf vatandaş. Geldiklerinde söyleyin bunu. Bunun hesabını Karadenizli sormak zorunda” demenizi çok ama çok yadırgadığımı belirtmeliyim.
Evet, bu meseleler yani Kürt meselesi ve mültecilerle ilgili tüm ülke genelindeki sorunlar ve çatışmalar Karadenizliler için de çok önemli.
Evet, bunlar can yakıcı meseleler.
Evet, bunlar hakkında Karadenizli çoğu insan tam da sizin belirttiğiniz gibi düşünüyor.
Peki, ama siz neden hükümeti hedef alması gereken bir protestoda, Karadenizlilerin önüne Kürtleri ve mültecileri atıyorsunuz? Devlet zaten 100 sene önce çok kültürlü, çok dinli olan bölgeyi elinden gelen her şekilde, bölge eşrafının da çoğunun katılımı ile zorunlu göçler ve katliamlar ile homojenleştirmiş. İnanmıyorsanız mesela Giresun’da gözünüze hoş gelen binaların tarihçelerini sorun sizi gezdirenlere. Giresun Müzesi’nin binasına bakın, Çocuk Kütüphanesi’nin binasına bakın. Aynı devlete yetmemiş olacak ki kalanlara kalamasınlar ya da en azından kendileri gibi kalamasınlar diye her çeşit baskıyı yapmış. Bölgede uğraşacak kimse kalmayınca, zaten fakirlikle, devamlı bir göçmenlikle uğraşan bölge halkının en manipüle edilebilir olanlarını kendine silah yapmış. Tüm bu toplumsal hafızanın içinden gelişen duyarlılıkları istediği gibi kullanıp nice çocuklardan nice katiller yaratmış. Ve siz sosyal demokrat, insan onuruna saygılı, düşünce özgürlüğünü savunan bir parti olduğunu iddia eden CHP’nin başkanı olarak bölgede yaptığınız ilk protestoda hükümetin 15 yıldır uyguladığı politikaları eleştirmek yerine bu duyarlılıkları kötü bir şekilde kaşıyorsunuz. Mesela hükümetin yaylalara, denize, derelere yaptıklarını eleştireceğinize yabancı düşmanlığını körüklüyorsunuz. Yıllardır AKP’nin üst kadrolarında çalışmış, şimdi de Savunma Bakanı olan ama kendi yaylasını bile altın madenlerine açan Nurettin Canikli’yi eleştireceğinize mevsimlik tarım işçileri ile fındık üreticilerinin güç bela geliştirebildiği, idealden çok da uzak olan ama her şeye rağmen gelişen bir birlikte yaşama pratiğini, bir birbirine değme imkânını dinamitlemeye çalışıyorsunuz.
Hadi bunları söylediniz, bari bu ülkenin Kürt vatandaşlarının neden mevsimlik işçi olarak Karadeniz bölgesine gelmek zorunda kaldığını ya da ülkenin mülteci politikasındaki aksaklıkları vurgulasaydınız. Giresun’da gerçekten şehirdeki Arapça konuşan (ne kadarı mülteci, ne kadarı turist, hangi ülkedenler çoğu insan bilmiyor, hatta yetkililer de bilmiyor) insanlarla ilgili problemler var. Bu insanların çeşitli devlet imkânlarından vatandaşların yararlanamadıkları kadar rahat ve bol bir şekilde yararlandığına dair genel bir kanı var. Şehrin genel havasına, kültürüne uymayacak işler yaptıklarını da düşünüyor çoğu insan. Giresunluların çoğu, tam da sizin dediğinize inanıyor. Bu bakımdan dikkat çektiğiniz nokta, şehirde gittikçe yükselen tansiyon çok önemli; ama keşke bu tansiyonu köpürtmek yerine insanlara bu işin nasıl bu hale geldiğini ve sizin sorumlu bir politikacı olarak bu meseleyi nasıl çözmeyi planladığınızı anlatsaydınız.
Ayrıca, fındık meselesinin genel olarak Türkiye’nin ekonomik meselelerinden ve tarımın geldiği noktadan ayrılamayacağını belirtmek isterim. Herhangi yaşı ya da bilgisi yeten bir Giresunluya sorun şehrin en güzel zamanı ne zamandı diye size büyük ihtimalle 70’ler diyecektir. SEKA Aksu Kâğıt Fabrikası, Giresun Limanı, Fiskobirlik aktif, bir sürü insan istihdam edilmiş, dükkânlar tam hız çalışıyor. Büyük şehirlere, Avrupa’ya ve hatta ABD’ye göç başlamış ama hala şehirde kalan insanlar kendilerini geleceksiz, güvencesiz görmüyorlar. Şehir okumuş çocuklarını geri alabiliyor, onlar da geri gelince mutsuz olmuyorlar henüz. Şimdi bu ekonomik konjonktürden hem dünya ekonomisi hem de onun bağlamında Türkiye ekonomisi çok uzakta. Ama siz bir politikacı olarak Giresun’u, Ordu’yu yeniden yaşanabilir bir hale getirmek istiyorsanız eğitime, sanayileşmeye, yabancı sermayenin ülkeye nasıl gireceğine dair de politika üretmeniz gerekiyor. Örneğin, fındık üreticileri ürettikleri fındığı istedikleri fiyata satmak için, bir yerde güvenli bir şekilde bekletemiyorlar çünkü çalınacağından ve kolluk kuvvetlerinin bu konuda çözüm bulamayacağından düşünüyorlar. Jandarma neredeyse her yaz sonunda köyleri gezip, köylüleri fındık hırsızlığına karşı uyarıyor ama hırsızlık olmasın diye bir önlem almıyor ya da hırsızları yakalayamıyor. Aynı köylüler, hem bu güvenlik zafiyetleri yüzünden, hem de çocuklarının okula başlaması için şehre dönüyorlar, çünkü köylerde okul yok varsa da iyi değil. Yani fındık politikası ya da tarım politikası diğer pek çok şeyle birlikte ele alınması gereken bir mesele. Önce ülkeyi yeniden yaşanabilir bir hale getirme iddiasında olmanız gerekiyor ki buralarda da yaşanabilsin. Bu hem ekonomik olarak hem de politik olarak böyle. O yüzden her şeyi bırakıp Ordu-Giresun arasını yürümeniz biz Karadenizliler için takdire şayan olmakla beraber, tek başına ülkenin geleceği için bir şey ifade etmiyor.
Aslında buradan da en baştaki meseleye geliyoruz: kaşımaya çalıştığınız Kürt meselesine. Fark ettiğiniz gibi Karadeniz’in çoğunda milliyetçi, muhafazakâr bir tutum hâkim. Ama herkes öyle değil, hep de öyle değildik. Karadeniz Ogün Samast’ın ya da Osman Ağa’nın memleketi olduğu kadar Ali Şükrü Bey’in, Fikri Sönmez’in ve Metin Lokumcu’nun da memleketi. Siyasi yelpazenin solunda olduğunu iddia eden bir parti olarak, Karadeniz’deki hâkim sağ siyasetten oy almak için sağa meyletmeniz kadar saçma ve acemice bir şey yok, çünkü kimse bir şeyin aslı varken taklidine bakmaz. Açın televizyonu aslını her yerde konuşurken görürsünüz. Eğer sosyal demokrat bir parti olma iddianızın arkasında durmak istiyorsanız, bu ülkenin tüm vatandaşları için herhangi bir ayrım gözetmeksizin hem ekonomik hem de politik olarak insan onuruna yakışır bir hayat sağlamaya yönelik politikalar üretmeniz gerekiyor. Türlü çeşitli muhafazakâr kesimle yan yana durmaya çalışacağınıza, bölgede kendi kendilerine kalmış çevrecileri, kadın dayanışma örgütlerini, sol grupları destekleseniz daha gerçekçi olmaz mı? Bunların gerçekleşmesi için ülke çapında en gerçekçi müttefikleriniz de çoğu hapishanelere sizin lehte oy verdiğiniz dokunulmazlıkları kaldırma yasası ile giren, bu ülkenin seçilmiş yasal milletvekilleridir. Onların dertlerinin çoğunun sizin de derdiniz olması gerekir; uzattıkları eli tutmanız gerekir. Bunu Karadeniz’de anlatmak kolay iş değil ve riskli ama artık bu riski hep beraber almaktan başka çaremiz olduğunu düşünmüyorum.
Bunca zamandır sağa yanaştınız ve elinize hiçbir şey geçmedi; bir kere de partinizi kendini solcu, özgürlükçü sol, sosyal demokrat, sosyalist, radikal sosyalist olarak tanımlayan insanlara yanaştırın. Bunu yapamıyorsanız, yapmak istemiyorsanız da artık solda olduğunuzu iddia etmeyin, şeridi boşaltın, yolu kapamayın. (İZK/HK)
* Fotoğraf: Gültekin Yetgin - Giresun/AA