Muhafazakârlar AIDS'i eşcinsellere mahsus bir hastalık olarak görmekle kalmayıp Tanrı’nın laneti mertebesine yükseltmişlerdi. Reagan dönemi ABD'sinde binlerce insanın ölümüne sebep olan bu tavır ilaç endüstrisinin salgından kazanç edinme hırsıyla birleşince ülkenin en karanlık sayfalarından birine imza atılmış oldu.
Tam da bu döneme eğilen Sınırsızlar Kulübü (Dallas Buyers Club) 13.!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin açılışında gösterildi.
117 dakikalık iddialı yapım özellikle maço tavırlı rodeo bahisçisi Ron'u canlandıran Matthew McConaughey ve işveli trans Rayon rolündeki Jared Leto'nun oyunculukları sayesinde ödüllere doymuyor.
Yakında dağıtılacak Oscarlarda da varlık göstermesi beklenen, Kanadalı Jean-Marc Vallée'nin yönettiği biyografik eser !f'in Ankara ve İzmir programında da var, ayrıca pek yakında ülke sathında gösterime girmesi bekleniyor.
Tabii o yıllarda verilen çetin mücadelenin daha gerçekçi ve ayrıntılı bir özetine ihtiyaç duyanlara 2012 yapımı How to Survive a Plague (Kırandan Sağ Çıkmak) adlı belgesel de tavsiye edilebilir.
Dünya çapındaki bazı Batılı ilaç üreticilerinin hükümetleriyle el ele, HIV/AIDS patent tekeline sıkı sıkıya yapışarak, bilhassa gelişmemiş ülkelerde milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet vermeleri ise daha yakın bir tarihe denk geliyor; 2013 yapımı Fire in the Blood (Kandaki Yangın) bu insanlık ayıbını detaylarıyla teşhir etmede yeterince başarılı.
Sınırsızlar kulübü
İlk HIV/AIDS vakalarının ortaya çıkmasıyla gafil avlanan ABD sağlık sistemi çareyi şifa etkinliği tartışılır AZT'yi yan etkilerini fazla kale almadan uygulamakta bulmuş. Özellikle gey toplumu fertlerinin sapır sapır döküldüğü o trajik dönemde hastaları kobay olarak kullanmak suretiyle verilen yüksek dozların faydadan çok zarara yol açtığı anlaşılınca eşcinsel olmasa da mevzubahis musibetten muzdarip Ron Woodroof, esasen başının çaresine bakmak üzere bir sivil toplum kuruluşu gibi işleyen Dallas Buyers Club'ı kurmuş ve bu sayede alternatif ilaç kokteyllerine erişimi başkaları için de kolaylaştırmış.
Meksika, Fransa, Hollanda veya Japonya gibi ülkelerde o zamana kadar geliştirilmiş formüllere uygun ilaçları kaçak olarak ABD'ye sokması tabii ki ülkenin kontrol mekanizmalarının kısa zamanda üzerine çökmesine sebebiyet vermiş. Gerçek bir hikâyeden yola çıkarak sinemaya aktarılan homofobik ve agresif Ron'un macerası yine aynı hastalıkla boğuşmakta olan trans Rayon'la tanışmasıyla keskin bir viraj alıyor ve kaba saba kovboyumuz gey cemaatinin baştacı olana kadar evriliyor...
Kırandan sağ çıkmak
Arsız kapitalizmin iplerini kopardığı yıllar olarak hatırlanan Reagan döneminde ABD gey cemaati hastalıkla boğuşurken sistemin ilgisizliğinden dolayı başının çaresine bakmaya çalışıyor. ACT, UP ve TAG adlı oluşumlarla da hastalığa bir an önce çare bulunması ve ilaca herkesin ulaşabilmesinin bir hak olarak görülmesi için devleti hareket etmeye çağırıyordu. Güvenlik kuvvetlerinin şiddet uygulamaktan çekinmediği protestocular yüzsüz devlet erkânı tarafından adeta lanetleniyor, sonucunda üretim ederi hâlâ tam olarak bilinmemesine rağmen gayet pahalı olan HIV/AIDS ilaçları eczane raflarında yerini alıyordu.
Yüzyılın vebası olarak da anılan hastalığı başından itibaren takip eden gazeteci David France How to Survive a Plague ile dünya çapında birçok ödülün sahibi oldu. 1992 yılında AIDS'e bağlı komplikasyonlardan ölen partnerine adadığı belgeselde o dönemde çekilmiş 700 saatlik malzemeden damıtılmış görüntüler yer alıyor, hayatta kalanlarla etkileyici röportajlar da cabası…
Kandaki yangın
Gelecek ay 16.sı yapılacak Selanik Belgesel Festivali'nde geçen sene seyrettiğim Fire in the Blood'da ise hastalığın ilerlemesini engelleyen ilaçlara sadece varsılların ulaşabildiği 2000'lere uzanıyoruz.
Kârlarından ödün vermek istemeyen dev ilaç şirketlerinin sebep olduğu milyonlarca ölüme odaklanan, Dylan Gray'in yönettiği ve William Hurt'ün seslendirdiği ödüllü yapım saygın uluslararası kuruluşların rolünü de masaya yatırıyor.
Dünya devletlerinin de dahil olduğu inanılmaz pazarlıklar sonucunda elde edilen ve cüzi bir fiyata üretilebilen analog ilaca erişim artık sağlanmış olsa bile özellikle Afrika'da 10 milyonu aşan ölümler dünya tarihine Yüzyılın Suçu olarak kazınmış durumda.
Sağlık hizmetleri bir hak olarak kabul edilmeyip, devletler, çokuluslu şirketler ve ilaç tekelleri tarafından bir çıkar kapısı olarak görüldükçe başımıza gelecekleri kestirmek zor…(MT/NV)