Majör film festivallerimiz, sükseli yapımlara kendi bünyesinde gala yapması ve yeni sezonu kendi yarışmaları ile başlatmasıyla konuşuluyordu yakın zamana kadar. Festivallerde ödül alan yapımların bunu hak edip etmediği uzun uzadıya tartışılıyor; yurt dışı muadilleriyle kıyaslanıyordu. Bir süredir festivallerle ilgili başlıca tartışma konumuz ise sansür, ertelemeler ve iptaller.
Bu sene festivaller adına ve festival takipçleri için kötü geçiyor...
Aslında bugün bu noktaya gelişimize neden olan süreç geçen sene başlamıştı. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gündem sansürdü. Daha önce Documentarist'te ödül alan, İstanbul Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali'nde gösterilen Gezi belgeseli “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ön jüri belgesel yarışmasına seçmesine rağmen, TCK’nın 125. ve 299. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle ulusal belgesel yarışmasından çıkartıldı.
Ön jüri tarafından açıklanan bu durum sinema yazarları, belgesel jürisi ve sinemacılar tarafından protesto edildi. Bunun üzerine festival, belgeseli Altın Portakal’a davet etti ama İngilizce çevirisindeki küfrün silinmesi şartıyla...
Farklı dallardaki 10 jüri üyesinin görevinden çekilmesine, sansüre uğrayan yapım ile birlikte yarışan belgesellerden 13’ünün yarışmadan çekilmesine ve çoğu sinema yazarının film orijinal haliyle gösterilmez ise festivale katılmayacağını açıklamasına rağmen neticede değişen bir şey olmadı. Festival yönetimi belgesel yarışmasını iptal etti.
Sansür krizi bu yıl başka bir belgesel ile 34. İstanbul Film Festivali’nde devam etti. PKK kamplarını anlatan “Bakur/Kuzey” adlı belgeselin gösterimi, Kültür Bakanlığı’nın eser işletme belgeleri olmayan yerli filmlerin festivalde gösterilemeyeceğini bildirmesi üzerine, festival yönetimi tarafından iptal edildi.
Halbuki eser işletme belgesi olmayan bazı yerli filmler aynı festivalde sorunsuzca gösterilmişti. Yarışma filmleri ve jüri üyeleri sansürü poretesto edince festivaldeki tüm yarışmalar, yerli filmlerin gala gösterimi ve festivalin kapanış töreni iptal edildi. Bu olayın ardından ulusal yarışma filmlerinin yönetmenleri, festival yönetimini eleştiren bir bildiri/şikayet metni yayınladı. Yakın zaman önce İKSV’de yaşanan görev değişiminde bu krizin bir şekilde etkili olduğu dillendirildi.
Eser işletme belgesi diğer festivallerde başka yapımların da başını yiyecek mi, diye endişelenirken, iptal mekanizması farklı bir boyut kazandı. 22. Adana Altın Koza Film Festivali neredeyse tümüyle iptal edildi. Gerekçesi, son dönemdeki “terör olayları” ve her gün gelen ölüm haberleriydi. Aslında Adana’nın festival tarihinde “terör” gerekçesiyle yaşanan ilk ‘sekte’ bu değildi. Haziran ayında gerçekleşen Altın Koza Film Festivali, 2010’da Mavi Marmara baskını ve İskenderun'daki saldırı nedeniyle Eylül ayına ertelenmişti. Bu tehir, festival için ‘küllerinden doğuş’ gibi oldu. Sezon sonu festivali niteliğindeki Altın Koza, Eylül ayında düzenlenmesiyle beraber sezonu başlatan festival oldu; yerli ve yabancı filmlerin Türkiye prömiyerini programına alarak ‘majör’ konuma geçti.
Gelelim bu seneki Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne... Geçen seneki festival komitesi değişti ve yeni bir vakıf kurularak çalışmalara başlandı. Festivalin isminden Altın Portakal’ın çıkarılmasından, ulusal yarışma yerine yerli filmlerin yabancı filmlerle yarıştırılmasına kadar çok radikal değişikliklerden söz edilmekte. Bununla birlikte Antalya’dan da bir erteleme haberi geldi. 1 Kasım seçimleri ve Kasım’da G20 Liderler Zirvesi'nin Antalya'da yapılacak olması gerekçeleriyle ertelendi festival. Yıllardır Ekim olarak benimsenen gösterim ayı, Kasım sonu-Aralık başına kaydırıldı. Bu ertelemede festival konuklarına yönelik, ‘film izlemeye değil, denize girmeye gidiyorlar’ eleştirisi etkili oldu mu, bilinmiyor. Ancak sektörde ‘Antalya bu sene yapılacak mı, yapılmayacak mı?’ sorusu hâlâ netliğe kavuşmadı. Zira CHP’den AKP’ye geçen belediyenin festivale kendi damgasını vurma isteğinden sıkça söz edilmekte.
Neden iptal?
Adana Altın Koza Film Festivali ekibinin, yaşanan savaş ortamına karşı takındığı duyarlı tavır için kimsenin eleştiri getirmeyeceği muhakkak. Yalnız şimdiye kadar pek şahit olmadığımız bir yöntem söz konusu bu sefer: Önce sadece açılış-kapanış törenlerinin iptal edildiği duyuruldu.
Sonra tüm organizasyonların iptal edildiği ama yarışma sürecinin devam etmekte olduğu. Buna göre yarışma filmleri sadece jüriye gösterilecek ve ödül alan yapımlar basın yoluyla ilan edilecekti. En sonunda da ulusal yarışmadaki uzun ve kısa metraj yapımların halka gösterileceği haberi geldi.
Peki, ödüller niye iptal edilmedi? Altın Koza için yarışan filmlerin önemli bir bölümü İstanbul Film Festivali’nde ulusal yarışma için seçilmiş yapımlardı ve sansür krizi nedeniyle gösterimleri iptal edilmişti. Bu filmleri ve ekiplerini bir kez daha mağdur etmemek adına
Adana böyle bir yöntem izledi büyük ihtimalle. Halka gösterim yapılması sevindirici bir karar elbette.
Ancak son tahlilde de cezalandırılan, basın mensupları ve sinema yazarları oldu. Bu yazı kaleme alındıktan sonra yeni bir karar alınacak mı, net olarak bilinmiyor? Belki de en sağlıklı yöntem, baştan festivalin tümüyle ertelenmesi olmalıydı. Böylece hem terör lanetlenmiş, hem güvenlik sağlanmış hem de bunca karar değişikliğine gerek kalmamış olacaktı.
İptal bir çözüm mü?
Festivallerin sansür benzeri sorunlarda veya toplumsal krizlerde apar topar gösterim iptaline gitmeleri ne kadar doğru? Sansürün ortadan kaldırılması için üzerine gitmek, daha kat’i bir yöntem değil mi? Sorunları halının altına süpürerek daha ne kadar sağlıklı yol alabiliriz?
Salon güvenliği sorunu bir yana, gösterimlerin hatta festivallerin iptal edilmesi, yaşama çok ciddi bir sekte vuruyor. Terörün amacının sindirme ve korkutma olduğu düşünüldüğünde iptallerin, hayatın normal akışını durdurma anlamına geldiği aşikar. Festivallerin eğlence olarak genel kabul gördüğü de...
Ancak şu bir gerçek ki, eğlence zannedilen o festivallerde gösterilen sanat eserlerinin seyirciyi uyandırma, silkeleme, bilinçlendirme misyonu var. Kieslowski’nin dediği gibi, ‘Sinema hiçbir şeyi değiştirmez; ama insanların birçok şeyi anlamasını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.’ Hele ki Adana’da Abluka ve Sarmaşık gibi esaslı sistem eleştirisi yapan filmlerin prömiyeri var iken… O filmleri birilerinin izleme ihtimali, o kişilerin kendini ve ülkesini iyileştirme ihtimalini de güçlendiriyor elbette.
Önümüzde Filmekimi ve daha nice festival var. ‘Tehdit sembolü’ olarak kenarda bekleyen eser işletme belgesi, tırmanan terör olayları ve festival-eğlence kavramlarının birbirine karıştırılması, festivallerinin geleceğini olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Umalım ki bu puslu ortamda sağduyu ve bilinç galip gelsin. (MI/HK)