5 Nisan günü başlayan 33. İstanbul Film Festivali, dün sona erdi. Festival maratonunda izleme şansı bulduğum filmlerin dökümünün son bölümünde altı film bulunuyor.
Karabasan / The Babadook
Çocukken yatağınızın altında saklanan canavarla inanır mıydınız? Ya bu canavarlar gerçekse? Ve hatta size düşündüğünüzden çok daha yakınsa?
Festivalin Geceyarısı kuşağının ilgi çekici filmi “Karabasan” İngiliz yönetmen Jennifer Kent'in ilk uzun metraj denemesi. Çoğunluğu bir evin içinde ve sadece iki kişiyle geçen bu korku-gerilim örneği hem oyuncularının başarılı performansları hem gerilimi arttıran mekan ve çekimleriyle ilgiyle izleniyor. Basit bir korku denemesinin ötesine geçen dramatik yapısı da cabası. Canavarın dışarıda değil de içerde hatta içimizde olduğu fikriyse ziyadesiyle rahatsız edici ve ürkütücü. Tek başınıza izlemeyin!
Frank
Geçen yılki festivalin Altın Lale ödüllü yönetmeni Lenny Abrahamson, Sundance festivalinden övgülerle dönen yeni filmi "Frank"le bu yıl yine uluslararası yarışmanın konuğu oldu.
Frank Sidebottom takma adıyla sahne ve televizyon şovları yapan Chris Sievey'den esinlenen "Frank", her biri tımarhane kaçkını olan bir grup tuhaf müzisyenin peşine takılıp onlarla birlikte yollara düşen, bunu yaparken bir yandan da kendi hayallerini kovalayan Jon'un büyüme ve değişme hikâyesi aslında. Bir yandan hayran olduğu, kafasında tuhaf bir maskeyle dolaşan Frank'e öykünen Jon diğer yandan da kendini grubun diğer üyelerine kabul ettirmeye çalışıyor ve bir nevi var oluş sınavından geçiyor. Sosyal medyayı senaryosuna yedirişiyle, tuhaf müzisyenleri ve müzikleriyle, bazı bölümlerinde iç burkan bazılarında da gülümseten yol hikâyesiyle Frank bu yılın en ilginç filmlerinden biri olmaya aday.
Club Sandwich / Club Sandwich
Antidepresan bölümünün en başarılı filmlerinden olan Fernando Eimbcke’nin “Club Sandwich”i ergenliğiyle boğuşan oğlu Hector'la tatile giden Paloma'nın küçük, iddiasız ama çok keyifle izlenen, tadı damakta kalan hikâyesi.
Ucuz olduğu için ölü sezonda gittikleri otelde tek müşterilerken günlerini sakin ve biraz da sıkılarak geçiren Paloma ve Hector'un tatili otelin yeni misafirlerinin Hector'la yaşıt kızları Jazmin'in de aralarına katılmasıyla renklenir ve karmaşıklaşır. Aslında eğlenceli ve kafa dengi bir anne olan Paloma oğlunun ilgisi başka bir kadına (bu kadın 16 yaşında bir kız çocuğu olsa da) kayınca birden kıskanç ve oyunbozan bir insana dönüşüverir. Anne-oğul ilişkisini çok gerçekçi ve sempatik biçimde aktaran Club Sandwich, hele de çocuk sahibi olan ve olmayı düşünenler için daha da eğlenceli ve düşündürücü bir "gelecekteki halimiz bu mu olacak?" deneyimi olacaktır.
Trans X İstanbul
Sinemada İnsan Hakları bölümünde gösterilen “Trans X İstanbul” için ne yazacağını bilemiyor insan. Maria Binder'in hem yazıp hem yönettiği film Trans birey Ebru'nun gözünden trans bireylerin yaşadıkları yerlerden sürülmesinden tutun da uğradıkları şiddete, nefret cinayetlerine,yaşadıkları sağlık sorunlarından, Gezi'ye verdikleri desteğe, onur yürüyüşlerine, açmaya çalıştıkları trans birey huzurevine, haklarının peşinde olan mücadelelerine kadar hemen her konuyu anlatan ve yaşananları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bir belgesel.
Filmi izledikten sonra duyduğum bazı şeyleri not almaya çalıştım; onlar anlatsın size durumu: "Penis ve vajina dışında kimlikler de var". "Nefret öldürüyor, devlet onu koruyor". "Fuhuş bahane, rant şahane". Bunlar sloganların bazıları. Bir de orta yaşını geçmiş bir trans bireyin ağzından dökülen şu cümle var ki insan ne diyeceğini bilemiyor: "Böyle de yaşanıyor be. Ama ben güzel yaşamak istiyorum." Filmi izlemek ve mücadelelerine destek olmak boynumuzun borcu olsun.
Sesime Gel / Were Dengê Min
Hüseyin Karabey'in Altın Lale adayı filmi “Sesime Gel”, köylerindeki bütün erkekler asker tarafından silah bulundurmak suçuyla tutuklanınca bir başlarına kalan Berfe Ana ve torunu Jiyan'ın öyküsü.
Berfe'nin oğlu, Jiyan'ın da babası olan Temo hapse düşünce ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kimsesiz kader ortağı gerçekte olmayan silahları var etmeye ve Temo'yu kurtarmak için askerlere götürmeye karar verince çetin yollara düşerler ve başlarına gelmedik kalmaz… Gözleri görmeyen ama gönül gözlerini açabilmiş üç Dengbejin de yardımıyla karşılarına çıkan engelleri aşan Berfe ve Jiyan seyirciyi kâh üzecek kâh da tatlı tatlı gülümsetecekler film boyunca. Berfe Ana'nın sıcaklığına ve doğallığına dikkat.
Stranger by the Lake / Göldeki Yabancı
Mavi En Sıcak Renktir'in yakaladığı başarının ardından yine bir LGBT filmi Cannes'dan ödülle döndü. Yönetmeni Alain Guiraudie'e Eşcinsel Palmiye bölümünde en iyi yönetmen ödülü kazandıran “Göldeki Yabancı”, eşcinsel erkeklerin buluşmak ve sevişmek için seçtiği bir göl kenarında geçen ve bir cinayet ekseninde düğümlenen bir film.
Tek mekanda geçen ve gizemini sonuna kadar koruyan film yönetmenlik açısından gerçekten başarılı. Homofobik olmayanlar ve homofobisini yenmek isteyenlere tavsiye olunur. (GÖ/HK)