İsrail’in yerleşimci sömürge rejimi, Filistin topraklarında yalnızca insanları, sınırları ve kaynakları değil; iletişimi, bilgiyi ve dijital altyapıyı da doğrudan denetim altında tutmaya çalışıyor. “Üretici Güçten Yıkıcı Güce: Filistin’de Dijital Sömürgecilik” başlıklı bir önceki yazımızda, dijital sömürgeci bu yapının nasıl işlediğini üç temel düzlemde incelemiştik: iletişim altyapısının İsrail denetiminde tutulması, gözetim teknolojilerinin Filistinliler üzerinde sistematik biçimde kullanılması ve çevrimiçi ifade alanlarının daraltılması.
Okuyacağınız bu yazı ise dijital sömürgeciliğe karşı geliştirilen farklı direniş biçimlerine odaklanıyor.[1] Elbette, yerleşimci sömürgecilik ve apartheid rejimi tamamen son bulmadan bahsedeceğimiz bu pratiklerin etkisi de sınırlı. Ancak yerleşimci sömürgeciliğin duvarlarında açılan her bir gedik mücadele zeminini genişletmeye devam ediyor.

Filistin İçin Teknoloji
1) Dijital ablukada alternatif erişim mücadeleleri
Filistin’de dijital sömürgeciliğe karşı mücadele, donanım ve iletişim altyapısı söz konusu olduğunda en çetin hâlini alıyor. İsrail, Filistin topraklarındaki telekomünikasyon ve internet ağlarını sıkı biçimde denetimi altında tutuyor. Oslo Anlaşmaları’yla 1990’larda bazı yetkiler kısmen Filistin Yönetimi’ne devredilmiş olsa da İsrail altyapının kritik unsurları üzerindeki denetimini hiçbir zaman bırakmadı. Bu durum, Filistin’de bağımsız bir dijital ağın gelişmesini engelledi; İsrail’e ise kitlesel gözetim uygulamalarını sürdürme ve Filistinlilerin dijital haklarını kısıtlama olanağı sağladı. Altyapı üzerindeki bu tahakküm, Filistin topraklarının farklı bölgelerinde farklı biçimlerde işliyor.
Gazze: Kesinti, direniş ve alternatif bağlantılar
Gazze’de İsrail, iletişim altyapısını hem teknik hem de siyasal yollarla denetliyor; bu altyapı, aynı zamanda saldırıların doğrudan hedefi hâline geliyor. Ekim 2023’te başlayan saldırı süreciyle birlikte bu müdahaleler daha da yoğunlaştı: Elektrik santralleri, baz istasyonları, fiber hatlar ve medya merkezleri sistemli biçimde vuruldu. Gazeteciler de bu saldırılarda özellikle hedef hâline getirildi. Access Now’ın Kasım 2023’te yayımladığı analizde de bölgedeki internet bağlantısının yüzde 80’in üzerinde azaldığı raporlanırken, Associated Press’e göre Ağustos 2024 itibarıyla Gazze’deki toplam telekom altyapısının en az yüzde 70’i tahrip olmuş durumdaydı.[2][3]
Tüm bu yıkıma rağmen, Gazze’de yaşayanlar uzun süredir iletişim üzerindeki bu ablukayı aşmak için yeni yöntemler geliştiriyor. Ekim 2023 sonrasındaki ağır saldırı koşullarında bile bu direniş kesilmedi: eSIM bağış kampanyaları, taşınabilir hotspot cihazları, telsiz sistemleri ve komşu ülkelerden yakalanan mobil sinyallerle yeniden bağlantı kurulmaya çalışıldı.
İnternet kesintilerine karşı eSIM dayanışması
Ekim 2023’teki büyük iletişim kesintisinin hemen ardından Gazze’yi dünyaya yeniden bağlamak için uluslararası bir kampanya doğdu. Mısır’dan Lübnan’a, Avrupa’dan Amerika’ya uzanan gönüllüler, eSIM teknolojisi üzerinden Gazze’deki insanlara internet erişimi sağlamak için seferber oldular.[4] Diasporadaki Filistinliler ve dünyadaki destekçiler kendi ülkelerindeki operatörlerden eSIM paketleri satın alıp QR kodlarını Gazze’ye ulaştırdılar. Bu dayanışmanın en görünür örneklerinden biri Kahire merkezli gazeteci Mirna El Helbawi’nin başlattığı #ConnectingGaza kampanyası oldu. El Helbawi, 28 Ekim’de X üzerinden yaptığı çağrıyla, bireyleri eSIM paketleri satın alarak bunlara ait QR kodları Gazze’deki insanlarla paylaşmaya davet etti.[5]
Kampanya kısa sürede küresel bir dayanışma hareketine dönüştü. El Helbawi’nin açıklamalarına göre Aralık 2023 ortası itibarıyla 94 farklı ülkeden gelen bağışlarla 1,25 milyon dolar değerinde eSIM gönderildi; bu sayede 50.000’den fazla Gazzeli yeniden internete bağlanabildi.[6] Bağışçılar, kendi ülkelerindeki mobil operatörlerden eSIM paketleri satın alıyor, bu paketlere ait QR kodları El Helbawi’ye e-posta veya mesaj yoluyla iletiyordu. El Helbawi ve gönüllü ekibi bu kodları Gazze’de internete hâlâ sınırlı erişimi olan kişilere ulaştırıyor, ardından bu kişiler kodları kullanarak çevrelerindeki telefonlara da bağlantı sağlıyordu.
*Mirna El Helbawi’nin X üzerinden eSIM çağrısı.
الغذاء والدواء والتواصل هم حقوق أساسية من حقوق الإنسان. نحن كفريق عمل الحملة فخورين كوننا جزء من دعم غزة بتمكين مئات الآلاف من سكان قطاع غزة؛ شماله ووسطه وجنوبه، من التواصل مع بعضهم البعض ومع المستشفيات ومع الإعلام ومع العالم الخارجي.
— Mirna El Helbawi (@Mirna_elhelbawi) November 24, 2023
قطع الإتصالات والإنترنت هو سلاح قوي وفعّال… pic.twitter.com/nCCRnATlGS
#ConnectingGaza kampanyasının yanı sıra başka inisiyatifler de gelişti. Ürdün merkezli Gaza Online gönüllü grubu, bağışlanan eSIM’leri doğrudan ihtiyaç sahibi ailelerle eşleştiriyor ve WhatsApp üzerinden teknik destek sağlıyor. Ayrıca dijital hak örgütü 7amleh gibi kuruluşların da katılımıyla oluşturulan #ReconnectGaza kampanyası, yalnızca eSIM bağışlarını değil; uydu interneti, acil iletişim istasyonları ve mobil bağlantı çözümlerinin Gazze’ye ulaştırılması için uluslararası baskı çağrıları yapmayı sürdürüyor.
“Ağ ağaçları” ile yerel erişim noktaları
Gazze’de internet bağlantısını yeniden kurmaya yönelik en önemli çabalardan biri, İtalya merkezli Associazione di Cooperazione e Solidarietà (ACS) tarafından yürütülen GazaWeb projesinin geliştirdiği “ağ ağaçları” oldu.
Bu sistemin çalışma prensibi basit ama etkili: Sınır bölgelerinde hâlâ çekim gücü bulunan İsrail veya Mısır’a ait baz istasyonlarının sinyalleri, eSIM yüklü akıllı telefonlar aracılığıyla yakalanıyor. Bu telefonlar, sinyalin en güçlü olduğu binaların çatılarına veya yüksek direklere, su geçirmez kaplar içinde powerbanklerle birlikte yerleştiriliyor ve hotspot özelliğiyle çevreye kablosuz internet (Wi-Fi) sağlıyor. Böylece ortaya çıkan yapılar, halk arasında mecazî biçimde “ağaç” olarak adlandırılıyor; bu sistemleri kuran ve bakımını yapan gönüllüler ise “bahçıvanlar” olarak anılıyor.
2024 yılı başından itibaren GazaWeb ekibi, Gazze Şehri, Refah, Deyr el-Balah ve Cibaliye gibi farklı bölgelerde en az 15 erişim noktası kurmayı başardı. Ancak bu noktaların inşası ciddi güvenlik riskleri taşıyordu. Sinyalin güçlü olduğu bölgelerde çok sayıda kişinin aynı anda bağlanmaya çalışması, İsrail güçleri tarafından “şüpheli kalabalık” olarak görülerek saldırı gerekçesi addedilebiliyordu. 26 Haziran 2024’te Cibaliye mülteci kampında bir ağ ağacının yakınında toplanan sivillerin üzerine bomba atıldı; en az sekiz kişi yaşamını yitirdi. Euronews’a konuşan ACS proje koordinatörü Manolo Luppichini, bunun benzer nitelikteki üçüncü saldırı olduğunu ve Gazze’de internet bağlantısı kurmaya çalışırken hayatını kaybedenlerin sayısının 20’yi geçtiğini belirtti.[7]

Tüm bu saldırılara rağmen GazaWeb gönüllüleri çalışmalarını sürdürmekte kararlı. Son dönemde, insanların açık alanda hedef olmasını önlemek için “ağaç” sistemleri ev içine taşınmaya başlandı. Özellikle kadınlar ve çocukların sokaklara çıkmadan bağlantıya erişebilmesi amacıyla telefonlar balkonlardan ya da pencerelerden sarkıtılıyor; bu sayede 2-3 kilometre menzilli sinyaller iç mekânlara ulaştırılabiliyor.
Batı Şeria: Kısıtlı erişim koşullarında alternatif iletişim
Batı Şeria’da internet altyapısı Gazze kadar fiziksel olarak tahrip edilmemiş olsa da, dijital hareket alanı ağır biçimde kısıtlanmış durumda. İsrail, telekomünikasyon ağının tüm kritik bileşenlerini -frekans tahsisi, omurga erişimi, cihaz izinleri vb.- doğrudan denetimi altında tutuyor. Bu yapısal bağımlılık, Filistinli operatörlerin kendi ağlarını geliştirmesini engellediği gibi, kullanıcıları da sansürü aşmak ve bağlantıda kalmak için alternatif yollar aramaya zorluyor.
En yaygın yöntemlerden biri, İsrail operatörlerine ait SIM kartların kullanımı. Kapsama alanı ve bağlantı hızı açısından çok daha avantajlı olan bu kartlar, Batı Şeria’da yüz binlerce kişi tarafından tercih ediliyor. Reuters’ın verilerine göre 2016-2018 yıllarında bölgede 370.000 ila 500.000 arasında İsrail SIM kartı kullanıldı.[8] Bu durum, hem ekonomik hem de siyasi açıdan çelişkili bir tablo yaratıyor: Filistinliler, sömürgeci denetimin dayattığı kısıtlamaları aşmak için aynı denetim ağının ürünlerine başvurmak zorunda kalıyorlar.
Benzer biçimde, sınır bölgelerinde yaşayanlar da Ürdün şebekesinin sinyal taşmasından (“spillage”) yararlanarak alternatif bağlantılar kuruyor. Özellikle Eriha ve Şeria Vadisi çevresinde Ürdün mobil operatörlerinin sinyalleri zaman zaman Batı Şeria topraklarına ulaşıyor ve bu bölgelerde Ürdün SIM kartlarıyla bağlantı kurulabiliyor.[9]
Bölgedeki internet erişimi sistemli biçimde kısıtlanmış olsa da, radyo ve internet radyosu gibi alternatif iletişim araçları Filistinliler tarafından aktif biçimde kullanılıyor. Örneğin Ajyal Radio Network, Batı Şeria’nın farklı noktalarında 22 farklı frekansta yayın yapıyor: Ramallah’ta 103.4 MHz, Cenin’de 92.8 MHz, Eriha ve Ürdün Vadisi’nde ise 100.4 MHz üzerinden yayınlar sürüyor. Bu dağılım, coğrafi olarak erişim sınırlarına takılan topluluklar arasında radyo aracılığıyla iletişimi mümkün kılıyor. Bir diğer önemli örnek, kadınların sesi olmayı hedefleyen Radio Nisaa. Nisaa, kadın muhabir ağlarıyla haber akışını sağlıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kadınların sözünü büyütüyor.[10]
Radyo yayıncıları yalnızca geleneksel FM/AM bandında değil, internet tabanlı platformlar aracılığıyla da faaliyet gösteriyor. Örneğin Mart 2020’de Beytüllahim’de kurulan Radio Alhara, “marjinal” seslere alan açan bir internet radyosu olarak öne çıkıyor. COVID-19 döneminde “Sonic Liberation Front” başlığıyla 72 saatlik canlı yayınlar düzenleyerek uluslararası dayanışma ağlarıyla bağlantı kurdu.[11][12] Bu tür internet radyoları, bant genişliğinin sınırlı olduğu bölgelerde düşük hızlı bağlantılar üzerinden erişim sağlayarak iletişim sürekliliğini mümkün kılıyor.
Radyo ve internet yayıncılığı, dijital altyapının bilinçli olarak zayıf bırakıldığı sömürgeci denetim koşulları altında bilginin dolaşımını sürdürebilmek için geliştirilen esnek iletişim pratikleri olarak öne çıkıyor. Bağlantının kesildiği, mobil şebekelerin gözetim ya da frekans kısıtları nedeniyle kullanılamadığı anlarda, radyo hâlâ en güvenilir “ulaştırıcı” araç olmaya devam ediyor.

2) Gözetim teknolojilerini bertaraf etmek
İşgal altındaki Filistin’de gözetim, gündelik hayatın her alanına sızmış bir denetim biçimi anlamına geliyor. İnsanlar, sürekli kayıt altında olduklarını bildikleri için sokakta sosyalleşmekten ya da kameraların gözetiminde protesto etmekten çekinir hâle geliyorlar.[13] Dijital hak örgütlerinin raporlarına göre Doğu Kudüs, El Halil ve Nablus, bugün dünyanın en yoğun kamera ağlarından bazılarına sahip durumda.[14]
Filistinliler, bu yaygın gözetimi boşa çıkarmak için hem teknik hem de yaratıcı yöntemler geliştiriyor. Yüz tanıma sistemlerini yanıltmak amacıyla maskeler, kefiyeler ve ışık yansıtıcı gözlükler kullanmak; kameraların kör noktalarını sprey boyayla veya lazer işaretçilerle geçici olarak kapatmak en sık başvurulan pratikler arasında yer alıyor.
Bir diğer strateji ise dijital mahremiyet araçlarına yönelmek. Gözetim risklerinin arttığı koşullarda birçok Filistinli, Meta’ya ait uygulamalardan uzaklaşıp uçtan uca şifreleme sağlayan alternatif mesajlaşma servislerine geçiyor. Saha gözlemleri, özellikle genç kullanıcıların Tor tarayıcı, VPN ve benzeri kimlik gizleyici araçları günlük yaşamlarının parçası hâline getirdiğini gösteriyor. Pek çok haber ve rapor Batı Şeria’da dijital hak savunucularının büyük bölümünün artık bu araçları “gündelik yaşam pratiği” hâline getirdiğini belirtiliyor.
Gözetim yalnızca veri trafiğiyle sınırlı değil. 2021 yılında, aralarında insan hakları örgütü çalışanlarının da bulunduğu çok sayıda kişinin telefonunda İsrailli NSO Group tarafından geliştirilen Pegasus casus yazılımı tespit edildi.[15] Bu vakalar, Filistinli sivil toplumun doğrudan hedef alındığını ve işgalin dijital boyutunun ulaştığı derinliği gözler önüne serdi.
İsrail ordusunun sahada kullandığı Blue Wolf ve Red Wolf adlı yüz tanıma uygulamaları, işgal altındaki şehirlerdeki nüfusun fotoğraflarını toplayarak devasa bir biyometrik veri tabanı oluşturuyor. Askerler, bu uygulamalar sayesinde kontrol noktalarında kişilerin kimliğini birkaç saniyede tarayabiliyor; uygulamalar “kırmızı”, “sarı” ve “yeşil” kodlarla kimin geçebileceğini ya da gözaltına alınacağını belirliyor. Buna karşılık Filistinliler, karşı-haritalama pratikleri geliştirerek gözetim sistemlerini tersine çevirmeye çalışıyorlar. Telegram kanalları üzerinden asker devriyelerinin konumları paylaşılıyor, kontrol noktaları işaretleniyor ve sürücüler alternatif güzergâhlara yönlendiriliyor.[16] El Halil ve Nablus çevresinde “kamera tespit” grupları, yeni yerleştirilen gözetim kameralarını fotoğraflayarak sivil toplum örgütlerine bildiriyor; bu veriler daha sonra açık kaynak haritalara işleniyor.
Uluslararası düzeyde de bu gözetim teknolojilerini sağlayan şirketlerden hesap sorma çabaları artıyor. Çin menşeli Hikvision ve Hollanda merkezli TKH Security gibi firmalar, Doğu Kudüs ve El Halil’deki yüz tanıma destekli gözetim ağlarının altyapısında yer alıyor.[17] İsrail’le bağlantılı bu şirketler, itibar kaybını önlemek için “insan haklarına duyarlı gözetim teknolojisi” gibi pazarlama söylemlerine ve yeniden markalaşma stratejilerine başvuruyor. Ancak pek çok dijital hak örgütü bu yaklaşımı “teknolojik aklama” olarak nitelendiriyor.[18]
3) Özgür Filistin anlatısını kurmak
Özgür Filistin anlatısını kurma mücadelesi, dijital sömürgeciliğe karşı geliştirilen en önemli direniş biçimlerinden birini temsil ediyor. Önceki bölümlerde aktardığımız gibi, Filistinliler bir yandan iletişim altyapısının sistemli biçimde yok edilmesine, diğer yandan gözetim teknolojileriyle kuşatılmalarına rağmen kendi ağlarını, kendi kelimelerini ve kendi hakikat rejimlerini inşa ediyorlar. Bu çabanın özü, yalnızca “bağlı kalmak” değil; aynı zamanda kimin, neyi, nasıl anlatacağına dair bir mücadele yürütmek. Gazze’den Ramallah’a, diaspora kolektiflerinden uluslararası dayanışma ağlarına kadar uzanan bu çaba, sansürün ve algoritmik sessizliğin ortasında kendi karşı-anlatısını üretmeye yöneliyor.
Sosyal medyada mücadele vermek
Filistin’in dijital varlığı uzun yıllardır sistematik biçimde bastırılıyor. Meta, X (eski Twitter), TikTok ve YouTube gibi platformlar, Filistinli kullanıcıların içeriklerini sıklıkla “şiddet içerikli” veya “terörist faaliyet” bağlantılı olarak işaretleyip kaldırıyor, görünürlüklerini azaltıyor ya da hesaplarını kapatıyor. 7amleh’in 2024 tarihli “Erased and Suppressed: Palestinian Testimonies of Meta’s Censorship” adlı raporu, 2023 sonrasında özellikle Gazze’yle ilgili içeriklerin silinmesi ve hesapların askıya alınmasıyla ilgili ciddi vakaları belgeliyor. Benzer biçimde, Sada Social’un dijital izleme raporları da, sosyal medya şirketlerinin yalnızca içerik kaldırmakla kalmayıp algoritmalar aracılığıyla Filistin lehine konuşan hesapları görünmez kılma -yani “gölge yasaklama” (shadow banning)- yöntemine başvurduğunu gösteriyor.

Bu koşullar altında Filistinli kullanıcılar, sosyal medyada “var olabilmek” için hem teknik hem kültürel stratejiler geliştiriyor. Platformların Filistin’le ilgili içerikleri orantısız biçimde kaldırdığına dair raporların ardından, kullanıcılar algoritmik sansürü aşmak için yaratıcı “algospeak” biçimleri kullanmaya başladılar.[19] Arapça ve İngilizceyi bilinçli biçimde karıştırmak, noktalama işaretlerini kaldırmak ya da kelimeleri bozarak yazmak (örneğin “Gazze” yerine “Gzz”, “Palestine” yerine “Plestn”) bu pratiklerin en yaygın örnekleri arasında. Big Data & Society dergisinde yayımlanan bir çalışma bu tür dilsel oyunları “algoritmik direniş”, yani dijital sömürgeciliğin dil düzeyindeki ihlallerine karşı bir karşı-yazım pratiği olarak tanımlıyor.[20] Bu bozuk yazımlar, yalnızca filtreleri atlatma aracı değil; aynı zamanda kimliği silinmek istenen bir halkın dijital varoluşunu sürdürme biçimi olarak da okunuyor.[21]
Taktiksel direnişin ötesinde, kurumsal düzeyde de karşı-sansür mekanizmaları oluşturuluyor. 7amleh tarafından geliştirilen “7or” adlı dijital hak ihlalleri gözlemevi, kullanıcıların maruz kaldığı sansür vakalarını sistematik biçimde belgeliyor. Her raporlanan içerik, hem istatistiksel hem de hukuki savunuculuk malzemesine dönüşüyor; bireysel deneyimler kolektif bir veri tabanına bağlanıyor. Sada Social da benzer biçimde sosyal medya şirketleriyle doğrudan iletişime geçerek haksız yere kaldırılan sayfaların yeniden açılmasını sağlıyor.
7amleh, Access Now ve SMEX gibi oluşumlar, teknoloji şirketlerinin uyguladığı sansür ve gözetim politikalarına karşı ortak açıklamalar yaparak Meta, Google ve Amazon gibi şirketleri şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda sorumlu tutuyor. Örneğin, artan kamuoyu baskısının ardından Meta, 2023 sonunda Filistin’le ilgili içeriklerin hatalı biçimde kaldırıldığını kabul etmek zorunda kaldı ve politikalarını “daha adil ve şeffaf hâle getirme” sözü verdi.[22]
Sahadaki gazeteciler ve yurttaşlar da bu dijital anlatının kilit aktörleri hâline geliyor. Eye on Palestine adlı bağımsız haber hesabı, 2014’ten bu yana Instagram ve X üzerinden sahadan içerikler yayımlıyor; milyonlarca takipçili bu hesap defalarca askıya alınarak sansürün doğrudan hedefi oldu. Institute for Middle East Understanding (IMEU) ise Filistinli gazetecilerden gelen görüntüleri doğrulayıp İngilizce infografiklerle küresel medyaya servis ediyor. Öte yandan, Filistinli doğrulama çabası Kashif, WhatsApp ve Facebook üzerinden yanlış bilgiyle mücadele eden bir Arapça doğrulama platformu olarak, dezenformasyona karşı “içeriden denetim” ağı kuruyor.
Sosyal medya mücadelesinin bir diğer boyutu, platformların doğrudan hedef alınmasıydı. 2021’de Şeyh Cerrah mahallesindeki zorla tahliyeler sırasında Filistinli kullanıcılar, Facebook ve Instagram’ın sansür uygulamalarına tepki olarak kitlesel bir kampanya başlattılar. On binlerce kişi bu uygulamalara bir yıldız vererek App Store ve Google Play’de puanlarını düşürdü; bu eylem, dijital sansürün küresel ölçekte görünür olmasını sağladı.[23]
Tüm bu örnekler, sosyal medyanın yalnızca bir propaganda alanı değil; aynı zamanda bir veri adaleti mücadelesinin cephesi hâline geldiğini gösteriyor. Filistinli dijital hak örgütleri, “dijital adalet” kavramını öne çıkararak ifade özgürlüğünü teknik şeffaflık ve hesap verebilirlik talepleriyle birleştiriyor.
Delil merkezli karşı-anlatı: İfşa, doğrulama ve adli görselleştirme
Filistinlilerin anlatı mücadelesi yalnızca görünürlük elde etmeye değil, aynı zamanda hakikatin nasıl kanıtlandığına dair yürütülen bir bilgi savaşına dayanıyor. İsrail’in yüksek teknolojiyle görünmez kılmaya çalıştığı ihlalleri belgelemek, hem araştırmacı gazetecilik hem de dijital adli analiz yöntemleriyle mümkün hâle geliyor.
Bu hattın en önemli örneklerinden biri, araştırmacı gazeteci Yuval Abraham’ın +972 Magazine’da yayımladığı, bizim de hem çok faydalandığımız hem de bir kısmını Türkçeye çevirdiğimiz araştırmalar diyebiliriz. Abraham’ın ortaya çıkardığı “Lavender” ve “Habsora” adlı yapay zekâ destekli sistemler, İsrail ordusunun hedefleme süreçlerinde otomatikleştirilmiş ölüm kararları verdiğini belgeledi. Abraham’ın, Filistin’e yönelik dijital savaş altyapısını deşifre eden çalışmaları yalnızca bu iki sistemle sınırlı değil. Bu bağlamda Abraham İsrail’in teknoloji stratejilerinde dev şirketlerle kurduğu ilişkileri de ortaya koyan bir dizi ifşaya imza attı. Yine yaptığı araştırmalar, Microsoft’un İsrail istihbarat birimi Birim 8200’ün altyapısına hizmet sağladığını ve bu işbirliği kapsamında Filistinlilere ait büyük çaplı verilerin analiz için depolandığını ortaya koydu. Abraham, aynı zamanda Amazon’un da İsrail Savunma Bakanlığı’yla ortak projeler geliştirdiğini ve Filistinlilerin gözetiminde rol oynayan platformlar arasında yer aldığını belgeledi.
Bu hattın adli-uzamsal ayağını güçlendiren en önemli kolektiflerden biri Forensic Architecture (FA). Londra’daki Goldsmiths Üniversitesi bünyesinde kurulan FA, uydu görüntüleri, açık kaynak videolar, 3B modelleme, akustik analiz ve zaman-mekân eşleştirmesi gibi yöntemleri bir araya getirerek Gazze’deki saldırıları ve diğer pek çok vakayı kanıta dayalı biçimde çözümlüyor.
FA’nın 2024 tarihli “Gazze’de İnsani Şiddet” raporu, İsrail ordusunun “güvenli bölge” ve “tahliye koridoru” söylemlerini sivilleri yeniden konumlandırma aracı olarak kullandığını ortaya koyuyor. Uydu görüntüleri, kuzeyden güneye zorla yönlendirilen nüfusun kısa süre içinde aynı bölgelerdeki bombardımanlarla hedef alındığını açık biçimde gösteriyor. FA’nın “Gazze’de Sağlık Altyapısının Yok Edilmesi” başlıklı çalışması da 28 hastanenin sistemli biçimde vurulduğunu belgeleyerek bu saldırıların “tali zarar” değil, sağlık sistemini çökertmeyi hedefleyen planlı bir strateji olduğunu ortaya koyuyor. Bir diğer çalışmaları “Yaşam İzi Yok: Gazze’de İsrail’in Ekokırımı (2023-2024)”, tarım alanlarının, seraların ve balıkçı barınaklarının sistematik biçimde hedef alındığını kanıtlıyor; ekolojik yıkımı Filistinlilerin yaşam koşullarının imhasıyla ilişkilendiriyor.

Bu çalışmaların bir devamı niteliğindeki FA incelemesi, Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) Ocak 2024’te görülen Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı “soykırım” davası sırasında sunulan görsel materyalleri mercek altına aldı. İsrail savunma heyetinin, Gazze’deki saldırılarını meşrulaştırmak için mahkemeye sunduğu harita, fotoğraf ve videolardan oluşan materyallerin çoğu “Hamas’ın sivil alanları askeri amaçlarla kullandığı” iddiasını desteklemek üzere hazırlanmıştı. Ancak FA’nın analizi, bu görsellerin önemli bir bölümünün manipüle edildiğini ortaya koydu: “roket rampası” olarak sunulan bazı alanların aslında bombardıman kraterleri olduğu, “militan faaliyeti” olarak gösterilen bölgelerin ise okul ve hastanelere ait sivil yapılar olduğu tespit edildi.
Kolektiften Júlia Nueno’nun ifadesiyle, Forensic Architecture “devletin hakikati nasıl inşa ettiğini sorgulayan” bir araştırma pratiği yürütüyor. Bu yaklaşım, delilin iktidar ilişkilerinden bağımsız olamayacağını hatırlatıyor; mimarlık bilgisini yalnızca teknik bir analiz değil, adalet arayışının ve siyasi tanıklığın bir aracı olarak yeniden tanımlıyor.[24] FA’nın çalışmaları, yalnızca suçun delilini görünür kılmakla kalmıyor; aynı zamanda hakikatin kamusal biçimde yeniden kurulmasına katkı sunuyor.
Bu hattın işitsel düzlemdeki uzantısını ise Earshot kolektifi temsil ediyor. FA çizgisinde çalışan Londra merkezli bu bağımsız grup, sesin adli kapasitesine odaklanıyor. Earshot, Gazze ve Batı Şeria’daki insan hakları ihlallerini ses kayıtları, videolar ve tanıklık anlatıları üzerinden inceliyor. “Filistin’de Gazetecilere Yönelik Beş Saldırı” ve “Layan Hamada ile Hind Rajab’ın Öldürülmesi” başlıklı araştırmalarında, bombardıman ve ateş açma anlarına ait ses verilerini analiz ederek İsrail ordusunun saldırı modellerini ortaya koydu.
*Ameen Sameer Khalifa’nın Gazze İnsani Yardım Vakfı (GHF) Yardım Sahasında öldürülmesi ile ilgili Earshot kolektifinin analiz çalışması.
Kolektifin bir diğer çalışması olan “22 Şubat 2023 Nablus Baskını” ise Batı Şeria’da bir operasyon sırasında kaydedilen silah sesleri, çığlıklar ve araç hareketleri gibi çevresel sesleri konum ve zaman bilgileriyle eşleştiriyor. Bu sayede, görsel malzemenin bulunmadığı koşullarda bile akustik tanıklık haritaları oluşturuluyor.
Earshot’ın bu yaklaşımı, adli görselleştirmenin sınırlarını genişletiyor: delil yalnızca görülen değil, duyulan bir şeye dönüşüyor. Böylece tanıklık, mekânsal olduğu kadar duyusal bir boyut da kazanıyor.
Filistin anlatısını görselleştirme
Görsellik, Filistin anlatısında giderek daha merkezi bir rol oynuyor. Haritalar, infografikler, dijital arşivler ve oyunlar, işgalin karmaşık yapısını sade biçimlerde aktararak hem belge üretiminin hem de politik iletişimin araçlarına dönüşüyor. Bu hattın en bilinen temsilcilerinden biri, 2012’de kurulan Visualizing Palestine (VP) kolektifi. “Adaleti veriyle anlatmak” ilkesinden hareket eden VP, insan hakları ihlallerini istatistikler, haritalar ve anlatısal grafiklerle görünür kılıyor.
VP’nin öne çıkan projelerinden “Who’s Complicit?”, İsrail’in yerleşim politikalarına dolaylı destek veren çokuluslu şirketleri ağ haritalarıyla gösteriyor; şirketler, taşeronlar ve araştırma kurumları arasındaki bağlantıları açığa çıkararak işgal ekonomisinin küresel boyutunu görünür kılıyor. “Stop Killer Robots” adlı projede ise İsrail’in yapay zekâ tabanlı hedefleme sistemleri analiz ediliyor; savaş teknolojilerinin sivil ölümler üzerindeki etkileri, veriye dayalı grafiklerle ortaya konuyor. VP’nin yaklaşımı, veriyi yalnızca bir bilgi kaynağı değil, hikâye anlatımının siyasi bir zemini olarak konumlandırıyor. Çocuk tutukluluğu, ev yıkımları ya da su kaynaklarının gaspı gibi konular, sayısal verilerle kişisel hikâyeleri birleştiren grafiklerle sunuluyor; böylece soyut rakamlar yerine, yaşanmış bir deneyimin mekânsal ve insani bağlamı izleyiciye aktarılıyor.

Visualizing Palestine ayrıca çok dilli üretim yapıyor: Arapça, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca gibi farklı dillerde versiyonlar üreterek farklı topluluklara erişiyor. Görsellerde kullanılan veri setleri ve kaynaklar kamusal olarak paylaşılıyor; bu sayede araştırmacılar, gazeteciler ve eylemciler bu verileri kendi çalışmalarında yeniden kullanabiliyor. VP’nin üretimleri, görselliği hem belge hem anlatı biçimi olarak kullanarak Filistin hikâyesinin küresel dolaşımına katkı sunuyor.
Bu görsel-politik hattın bir uzantısı olarak dijital haritalama ve arşiv projeleri, sömürgeci mekânsal silmeye karşı bir karşı-hafıza pratiği geliştiriyor. İsrail, Google Maps ve Apple Maps gibi platformlarda yüzlerce Filistin köyünün adını silerek veya belirli bölgelerde yüksek çözünürlüklü görüntülere erişimi kısıtlayarak coğrafyayı yeniden yazıyor.
Buna karşı verilen en önemli çabalardan biri, Palestine Open Maps (POM) projesi. POM, İngiliz Mandası dönemine (1920-1948) ait yüzlerce haritayı dijitalleştirerek açık erişime sunuyor. Platform, 1948 Nekbe öncesine ait köyleri, yolları ve yer adlarını bugünün uydu görüntüleriyle üst üste getiriyor; böylece kullanıcılar yıkılmış köylerin yerini ve mekânsal hafızasını yeniden görebiliyor. Ramallah ve Beyrut’ta düzenlenen “mapathon” etkinliklerinde gönüllüler, kaybolmuş köylerin adlarını ve tanıklıklarını bu dijital haritalara işleyerek, arşivi yaşayan bir toplumsal hafıza atlasına dönüştürüyor.

Benzer bir hat, Lübnan’daki Amerikan Üniversitesi bünyesinde yürütülen Palestinian Oral History Archive (POHA) projesinde sürüyor. Issam Fares Institute for Public Policy and International Affairs (IFI), Nakba Archive ve Arab Resource Center for Popular Arts (AL-JANA) işbirliğiyle hazırlanan bu dijital arşiv, 1948 Nekbe’sine tanıklık eden 1.000’in üzerinde sözlü tarih kaydını dijitalleştirerek açık erişime sunuyor. POHA, sürgün ve yerinden edilme deneyimlerini yalnızca akademik değil, kamusal bir hafıza pratiği hâline getiriyor.
Dijital sömürgeciliğe karşı geliştirilen en özgün karşı-anlatı biçimlerinden biri de bilgisayar oyunları. Bu konuda uzunca bir süredir pek çok çalışma var. Filistinli oyun tasarımcısı Rasheed Abueideh, 2016’da yayımladığı mobil oyun Liyla and the Shadows of War’da, 2014 Gazze Savaşı sırasında bir babanın küçük kızını bombardımandan kurtarma çabasını konu almıştı. Apple Store’un oyunu başlangıçta “siyasi içerik” gerekçesiyle reddetmesi, Filistinlilerin dijital alanda da maruz kaldığı sansürün sembolik bir örneğine dönüştü. Liyla, kısa sürede milyonlarca kullanıcıya ulaştı ve oyun mekânının da politikleşebileceğini gösterdi. Abueideh’in yeni projesi Dreams on a Pillow, 1948 Nekbe’sini merkeze alan bir “oyun-hafıza” çalışması olarak, gerçek tanıklıklar ve aile arşivleri üzerinden sürgünün duygusal topografyasını yeniden kurmayı amaçlıyor.[25]

Bu üretim hattı bireysel çabalarla sınırlı değil. Palestinian Voices in Games platformu, Filistinli oyun geliştiricileri küresel endüstride görünür kılmak ve kaynak paylaşımını kolaylaştırmak için 2024’te kuruldu. Platform, geliştiricilerin deneyimlerini ve projelerini bir araya getirerek hem Batı merkezli oyun sektörünün sömürgeci temsillerine karşı bir ağ hem de kolektif dijital üretim alanı işlevi görüyor. Platformun desteklediği, Filistinli tasarımcı Yasmine Batniji’nin geliştirdiği Pomegranates adlı oyun, Gazze’de geçen ve geçmişle geleceği buluşturarak topluluk bağlarını yeniden kurmayı hedefleyen deneysel bir çalışma. Oyuncuların parçalanmış bir hafızayı nesneler ve mekânlar üzerinden yeniden bir araya getirmesini sağlayan bu proje, “haritaya geri dönme” fikrini sanatsal bir direniş biçimine dönüştürüyor.
4) Mücadeleyi sınır aşırı örgütlemek
İsrail’in işgal ve saldırı politikaları, yalnızca devletlerin değil, büyük ölçüde ABD merkezli küresel teknoloji şirketlerinin de aktif desteğiyle sürdürülüyor. Bulut altyapıları, yapay zekâ sistemleri ve büyük veri hizmetleri, Filistinlilerin yerinden edilmesi ve imhası politikalarının asli bileşenleri hâline geliyor. Böylece dijital sömürgecilik, teknik ya da ekonomik bir mesele olmanın ötesine geçerek, küresel düzeyde meşrulaştırılmış bir tahakküm düzeni olarak yerleşiyor. Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’in raporlarında da vurgulandığı gibi, dijital altyapının denetiminden gözetim teknolojilerine ve medya anlatısına kadar uzanan baskı, ulusötesi şirketler ve müttefik devletler eliyle sürdürülüyor.[26] Bu nedenle, dijital sömürgeciliğe karşı mücadele tek bir cepheyle sınırlı olamaz; farklı ölçeklerde, farklı alanlarda gelişen eşzamanlı dayanışmaları gerektiriyor.
Dijital sömürgeciliğe karşı direniş, yalnızca ifade özgürlüğü talebi değil; aynı zamanda üretici güçler üzerinde yeniden kolektif denetim kurma mücadelesidir. Bu mücadelenin temel adımları, spektrumun, altyapının ve verinin kamusal yarar için siyasallaştırılması; platform tekellerine karşı demokratik denetimin güçlendirilmesi; akademi, sendikalar ve teknoloji emekçilerinin ise sömürgeci projelerden kurumsal kopuşu (boykot, ifşa, sözleşme iptali) örgütlemesidir. Filistin direnişinin dijital cephede büyümesi, yerel mücadelelerin uluslararası kampanyalarla birleşmesini ve emperyalizme karşı sınır aşırı örgütlenmeyi zorunlu kılıyor.
Bir mücadele yöntemi olarak boykot
Filistin mücadelesinin sınırları aşan en etkili çabalarından biri, 2005’te doğan Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketidir. Güney Afrika’daki apartheid karşıtı boykotlardan esinlenen BDS, İsrail’in işgal, baskı ve apartheid politikalarına karşı küresel halk desteğini sonlandırmayı ve İsrail’i uluslararası hukuka uymaya zorlamayı hedefliyor. Hareket, tüketici boykotlarından şirketlerin yatırımlarını çekmesine, akademik ve kültürel işbirliklerinin reddinden devletlere yönelik yaptırım çağrılarına kadar uzanan geniş bir eylem repertuarına sahip. Böylece Filistin halkının özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesine küresel bir zemin kazandırırken, İsrail’in ekonomik ve siyasi izolasyonunu amaçlıyor.
İsrail’in dijital sömürgeciliğinin küresel ölçekte genişlediği günümüzde BDS, teknoloji sektörünü giderek daha fazla odağına alıyor. BDS Ulusal Komitesi’ne göre, silah sanayisinden sonra teknoloji şirketleri, İsrail’in işgal rejimi ve Gazze’deki suçlarının en büyük destekçileri arasında yer alıyor. Bu nedenle hareket, bilgi ve iletişim teknolojileri alanında İsrail ordusuna hizmet veren şirketlere karşı boykot çağrıları yürütüyor. Hewlett Packard (HP), İsrail’in biyometrik kimlik sistemlerine ve işgal altyapısına sağladığı destek nedeniyle uzun süredir kampanyaların hedefinde. Benzer şekilde, Microsoft da bulut hizmetleri ve yapay zekâ alanındaki işbirlikleri nedeniyle eleştiriliyor. Şirketin Filistinlilere yönelik gözetim faaliyetlerine sağladığı teknolojiler ifşa edilince, Filistinli gruplar ve destekçileri Microsoft ürünlerini boykot etmeye başladı; BDS de şirketi resmi boykot listesine ekledi ve Xbox oyun konsolu gibi ürünlerin boykot edilmesi için #BoycottXbox etiketiyle kampanyalar başlattı.
.@Microsoft is a new BDS priority target. Here's why you should boycott @Xbox and pressure your institutions to exclude Microsoft from its contracts. #BoycottXbox pic.twitter.com/I0ee3xikEs
— BDS movement (@BDSmovement) April 9, 2025
Hareketin odaklandığı bir diğer kritik örnek, Amazon ve Google’ın İsrail hükümetiyle yürüttüğü milyar dolarlık Project Nimbus anlaşmasıydı. Bu sözleşme, iki şirketin bulut bilişim altyapısını İsrail ordusunun kullanımına açmasını öngörüyordu. BDS ve No Tech for Apartheid gibi inisiyatifler, bu projeye karşı küresel çapta protestolar düzenleyerek sözleşmenin iptalini talep etti. Böylece boykot hattı yalnızca İsrail devletini değil, onun baskı mekanizmalarını besleyen küresel teknoloji şirketlerini de hedef alarak teknoloji tedarik zincirine karşı stratejik bir mücadele biçimine dönüştü.[27] Kampanyalar kapsamında Dell, Cisco, IBM ve Oracle gibi şirketlerin İsrail ordusuna sağladığı destekler de ifşa edildi. Bu firmalar, hissedar baskısı, sözleşme iptalleri ve kamuoyu boykotlarıyla karşı karşıya kaldı.
BDS’nin en önemli kazanımlarından biri, küresel şirketlerin itibarını Filistin’deki suç ortaklıkları nedeniyle sarsabilme gücünü göstermesi oldu. Hareketin savunucularının da vurguladığı gibi, “kapitalist dünyada şirketlerin tek hassasiyeti kâr ve itibardır; onları etkilemenin yolu, ırkçı ve sömürgeci rejimleri desteklemenin ekonomik bedelini göstermektir.” BDS bu stratejiyle, küresel ekonomi ve medya alanında İsrail’e koşulsuz desteğin maliyetini yükseltiyor ve dijital sömürgeciliğe karşı evrensel bir hesap verebilirlik zemini inşa ediyor.
Teknoloji emekçileri ayağa kalkıyor: Filistin’le dayanışma cephesi
Küresel boykot kampanyalarının yanı sıra, teknoloji emekçilerinin örgütlü çabaları da Filistin için yeni bir mücadele cephesi açtı. Özellikle Silikon Vadisi merkezli dev şirketlerin İsrail’le derin işbirlikleri, artık bizzat bu şirketlerin çalışanları tarafından sorgulanıyor.
2021 yılında imzalanan Nimbus Projesi anlaşmasının haberi, Mayıs 2021’deki Gazze bombardımanlarıyla aynı dönemde gündeme geldi. Google ve Amazon’un İsrail ordusuna milyar dolarlık bulut bilişim altyapısı sağlayacağını ortaya koyan bu proje, iki şirkette de yoğun tepkilere yol açtı. Aynı yılın Ekim ayında The Guardian’da yayımlanan anonim açık mektupta, “vicdan sahibi Google ve Amazon çalışanları” olarak kendini tanımlayan imzacılar, teknoloji üretimlerinin insanları “her yerde” gözetmesi gerektiğini vurgulayarak şirket yönetimlerini Nimbus Projesi’nden çekilmeye ve İsrail ordusuyla tüm bağları kesmeye çağırdı; metinde, misilleme korkusu nedeniyle anonim kalındığı ve mektubun şirket içi imzacı sayısının Google’da 90’dan ve Amazon’da 300’den fazla olduğu bilgisi yer aldı.[28] Bu mektubun ardından, ABD ve diğer ülkelerdeki 40’tan fazla sivil toplum örgütünün desteğiyle No Tech for Apartheid (NT4A) kampanyası kuruldu. Google ve Amazon çalışanlarının öncülük ettiği bu taban inisiyatifi, kısa sürede Microsoft, Apple ve Meta gibi şirketlerden de destekçiler kazanarak büyüdü. Kampanyanın hedefi, teknoloji ürün ve hizmetlerinin İsrail’in yerleşimci sömürgeci ve apartheid politikalarına alet edilmesini engellemekti.
NT4A’nın örgütlediği eylemler, ABD’de klasik sendikal yapıların ötesine geçen yeni bir dayanışma biçimini ortaya koydu. 16 Nisan 2024’te Google çalışanları, Nimbus Projesi sözleşmesine karşı on saat süren bir oturma eylemi düzenlediler; protestolar New York, Sunnyvale ve Seattle ofislerinde eşzamanlı olarak gerçekleştirildi. Eylemler, Google’ın İsrail’le yaptığı 1,2 milyar dolarlık anlaşmayı protesto eden bugüne kadarki en geniş katılımlı işyeri direnişi oldu. Protestoların ardından “Nimbus Dokuzlusu” olarak anılan dokuz Google çalışanı, şirketin çağrısı üzerine polis tarafından gözaltına alındı. NT4A, açıklamasında Google yönetiminin bu gözaltıları doğrudan organize ettiğini, protestocuların ise şirketin güvenlik kameraları ve kimlik kayıtları aracılığıyla tespit edildiğini bildirdi.[29]
Bu olayların hemen ardından Google yönetimi, aralarında eylemlere doğrudan katılmayanların da bulunduğu toplam 28 çalışanı işten çıkardı. Şirket, kararı “politika ihlali” gerekçesiyle savunsa da NT4A ve sendika temsilcileri bunu açık bir misilleme ve gözdağı hamlesi olarak nitelendirdi. NT4A’nın aynı gün yayımladığı bildiride bu tutum, “Google’ın, soykırımcı İsrail hükümeti ve ordusuyla yaptığı 1,2 milyar dolarlık sözleşmeyi, kendi çalışanlarından daha çok önemsediğinin açık bir göstergesi” olarak değerlendirildi.[30] Bildiride ayrıca, “Nimbus Projesi’ne karşı üç yıldır örgütlenmemize rağmen, tek bir yönetici bile endişelerimize yanıt vermedi. Yöneticilerimiz bizden korkuyor, çünkü bir araya gelip hesap sormamız onları rahatsız ediyor” ifadeleri yer aldı. Aynı açıklamada CEO Sundar Pichai ile Bulut Hizmetleri Başkanı Thomas Kurian, “soykırımdan kâr elde edenler” olarak tanımlandı. The Guardian ise 27 Nisan 2024 tarihli haberinde, NT4A’nın açıklamalarını aktararak işten çıkarmaların Google’ın Nimbus Projesi’ni eleştiren çalışanlara karşı yürüttüğü sistematik misilleme politikasının bir parçası hâline geldiğini yazdı.[31]

Zelda Montes: Teknoloji işçileri, kendi emekleri üzerinde söz sahibi olmalı
Google’ın baskılarına rağmen NT4A, Amazon ve Google ofisleri önünde protestolar düzenlemeyi sürdürdü, şirket hissedar toplantılarında söz alarak Filistin’deki ihlalleri gündeme taşıdı ve ABD Kongresi nezdinde Nimbus Projesi’nin insan haklarıyla bağdaşmadığı yönünde lobi faaliyetleri yürüttü.
Eylül 2025’te, Microsoft’un bir bulut projesinde İsrail ordusunun siber istihbarat birimi Birim 8200’ün gözetim verilerini depoladığı ortaya çıkınca NT4A ve benzeri grupların çağrısıyla başlatılan boykot kampanyası, Microsoft’u geri adım atmaya zorladı. Bu gelişme, teknoloji çalışanlarının ve tüm destekçilerin küresel dayanışmasının somut bir başarısı olarak kayda geçti.
Teknoloji tekellerinin Filistin’deki suç ortaklığına meydan okuyan bir diğer oluşum, Apple çalışanları ve dijital adalet savunucularının oluşturduğu “Apples Against Apartheid” (Apartheid’a Karşı Apple Emekçileri) inisiyatifi. Kampanya, 2023 sonlarında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sürerken Apple’ın sessiz kalmasını protesto etmek amacıyla doğdu. 2024’ün ilk aylarında, Apple içinden yüzlerce çalışanın imzaladığı “Apples4Ceasefire” adlı açık mektup yayımlandı; Apple CEO’su Tim Cook’a hitaben kaleme alınan mektupta, “sessizliğin suç ortaklığı” olduğu vurgulandı ve şirket ateşkes çağrısına destek vermeye davet edildi. Ardından, Eylül 2024’te, yeni iPhone lansmanı haftasında kampanya “Apple Accountability Day” (Apple Hesap Verme Günü) adını verdikleri küresel bir eylem düzenledi. New York, San Francisco, Londra, Paris, Berlin ve Sidney dahil 10’dan fazla ülkede Apple mağazaları önünde protestolar yapıldı; eylemciler alışverişe gelenlere Apple’ın İsrail işgaline dolaylı desteğini anlatan broşürler dağıttılar. Kampanyanın sözcülerinden Tarık Rauf, Apple’ın İsrail’de ofisler açarak “bu tartışmanın parçası hâline geldiğini” vurguladı; “Apple, 2012 yılında İsrail’de kapılarını açarak Filistin/İsrail tartışmasının tam ortasına adım atmış oldu ve ne yaparlarsa yapsınlar bu konudan sonsuza kadar kaçamazlar” diyerek şirketin sessizliğini bozması için kamuoyu baskısının artırılacağını belirtti. Apples Against Apartheid, Apple içindeki korku ve misilleme kültürünü kırmayı, daha fazla çalışanın şirketin Filistin politikasına karşı açıkça konuşmasını sağlamayı amaçladığını ifade ediyor.[32]

Teknoloji çalışanlarının öne çıkan inisiyatiflerinden biri de Tech For Palestine (Filistin İçin Teknoloji) hareketi. 2023 Aralık ayında bir grup yazılımcı, mühendis ve teknoloji çalışanı tarafından kurulan bu oluşum, teknolojiyi Filistin halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışma içinde kullanmayı hedefliyor. Hareketin kurucularından Paul Biggar, Gazze’ye yönelik saldırılar sırasında kaleme aldığı “I Can’t Sleep” (Uyuyamıyorum) başlıklı blog yazısının kısa sürede viral hâle gelmesiyle dünyanın dört bir yanından geliştiricilerin kendisiyle iletişime geçtiğini anlatıyor; bu kişiler “Filistin hareketine yardımcı olacak projelerde yer almak istiyoruz” diyerek harekete katılmışlar[33] Kısa sürede 40’tan fazla bilişimci bir araya gelmiş, çağrı kamuoyuna açıldığında ise binlerce gönüllü Tech For Palestine ağına dâhil olmuş. Bugün hareket farklı ülkelerden katılımcılarıyla Filistin davasını destekleyen dijital araçlar ve altyapılar geliştiren açık bir platform gibi işliyor. Tech For Palestine’ın öncülük ettiği projeler arasında, İsrail bağlantılı şirketlerin ürünlerini tespit etmeyi kolaylaştıran Boycat uygulaması ile aynı ekip tarafından geliştirilen BuycatVPN gibi güvenli bağlantı araçları bulunuyor. Ayrıca son dönemde, alternatif sosyal medya platformu UpScrolled ve protesto güvenliği için tasarlanan etkileşimli harita uygulaması JayWalk gibi çabalar da harekete bağlı geliştiriciler tarafından hayata geçirildi. Bu projeler, hem Filistin dayanışma ağlarını dijital alanda güçlendirmeyi hem de teknoloji çalışanlarının etik ve politik sorumluluk bilinciyle hareket ettiği yeni bir dayanışma modeli kurmayı amaçlıyor.
5) Filistin’in dijital sömürgeciliğe karşı direnişi: Ortak bir mücadeleye çağrı
İsrail’in dijital teknolojiler üzerindeki denetimi, Filistinlilerin yalnızca iletişim kanallarını değil, aynı zamanda var olma biçimlerini de hedef alıyor. Bilgiye erişimden görünürlük hakkına, ağların mülkiyetinden veri denetimine kadar her alan, yerleşimci sömürgeciliğin dijital uzantılarıyla çevrilmiş durumda. Bulut hizmetleri, yüz tanıma sistemleri, içerik sansürü ve gözetim ağları, iletişimi bir hak olmaktan çıkarıp bir denetim aracına dönüştürüyor.
Bu kuşatma koşullarında gelişen eSIM dayanışmaları, VPN ağları, yerel erişim noktaları, radyo yayıncılığı, algoritmik sansürü aşan dil pratikleri, açık arşivler ve adli analizler yalnızca teknik çözümler değil. Filistinliler bu araçlarla kolektif hafızayı koruyor, kendi sözlerini kuruyor ve kamusal alanı yeniden inşa ediyor. Dijital pratikler, mülksüzleştirmeye karşı verilen bugünkü yanıtlar kadar, uzun bir direniş geleneğinin de devamı.
Bu direniş hattı yerelin sınırlarını aştıkça da güç kazanıyor. BDS, No Tech for Apartheid ve Tech For Palestine gibi inisiyatifler, dijital sömürgeciliğin küresel mimarisini görünür kılarak tartışmayı ürünlerden tedarik zincirlerine, sözleşmelere ve kurumsal işleyişlere taşıyor. Büyük teknoloji şirketlerinin işgal rejimindeki payını açığa çıkaran bu hat, “teknolojiyi kamusallaştırma” iddiasını sözleşmelerin iptali, şeffaflık, bağımsız denetim ve emekçilerin söz hakkı gibi somut taleplerle buluşturuyor.
Dijital karşı-pratikler, sahadaki siyasal mücadeleler, dayanışma ağları, kadın örgütlerinin bakım ve güvenlik hatları, ekolojik direniş ve kültürel üretimlerle birleştiğinde, çok katmanlı bir direniş dokusu ortaya çıkıyor. Burada amaç yalnızca “bağlantıyı sürdürmek” değil; adil ve özgür bir geleceği birlikte kurmanın araçlarını paylaşmak.
Filistin’de dijital sömürgeciliğe karşı atılan her adım, süregiden özgürlük mücadelesinin bugünkü biçimini oluşturuyor. Bu pratikler sokakla, kurumlarla ve ağlarla kesiştiğinde yalnızca görünürlük kazanmıyor; somut, dönüştürücü bir siyasal güce dönüşüyor. Görevimiz bu deneyimleri izlemekle yetinmemek, onlarla birlikte üretmek, çoğaltmak ve emek örgütlerinden akademiye, meslek birliklerinden yerel topluluklara kadar her alanda mücadeleyi ortaklaştırmak.
Bugün özgürlükten yana söz kuran herkes için somut bir çağrı var: Bağlantıyı mümkün kılan yerel girişimleri desteklemek; sansüre karşı arşiv ve doğrulama ağlarına omuz vermek; çalıştığımız kurumlarda sözleşmeleri, yatırımları ve tedarik zincirlerini sorgulamak; boykot ve hesap verebilirlik mekanizmalarını büyütmek. Çünkü Filistin’in özgürlüğü için, dijitalden sokağa, işyerlerinden uluslararası dayanışma kanallarına uzanan hatta yapılacak çok şey var ve o hattı bulunduğumuz her yerde şimdi büyütmenin tam zamanı.
Dipnotlar:
[1] Şüphesiz ki bizim burada bahsettiklerimiz verilen mücadelelerin sadece bir kısmını oluşturuyor. Takip ettikçe ve araştırdıkça karşımıza yeni örnekler çıkıyor.
[2] Marwa Fatafta, Ali Sibai, Zach Rosson, Kassem Mnejja, Hanna Kreitem, Sage Cheng, “Palestine unplugged: how Israel disrupts Gaza’s internet”, Access Now, 10 Kasım 2023.
[3] Fatma Khaled “Internet and phone outage in much of Gaza disrupts humanitarian operations and deepens isolation”, AP, 20 Haziran 2025.
[4] eSIM, fiziksel SIM kart yerine telefonda gömülü olarak uzaktan aktive edilebilen bir dijital SIM kartı.
[5] Heather Landy ve Yasmin Shabana, “Tens of thousands of Palestinians in Gaza are staying connected to the world via donated eSIMs”, Quartz, 20 Mart 2024.
[6] Rasha Aly, “Palestinians in Gaza using eSim cards to get around communications blackout”, The Guardian, 17 Aralık 2023.
[7] Roberto Ferrer, “‘Network trees’: This Italian NGO helps keep Gaza connected to the Internet amid”. Euronews, 2 Temmuz 2024.
[8] Nidal Al-Mughrabi, “Hamas clamps down on Gaza’s ‘insecure’ Israeli SIM cards”, Reuters, 17 Kasım 2016.
[9] World Bank, “West Bank and Gaza Telecommunications Sector Note”, 2008.
[10] Womanity, “Let’s Hear The Woman”.
[11] Elias & Yousef Anastas, “A Sonic Liberation Front from Palestine with Radio Alhara”, The Funambulist, 2 Kasım 2021.
[12] Xerxes Cook, “The Sound of Solidarity”, Atmos, 6 Haziran 2022.
[13] 7amleh, “Erased and Suppressed: The Impact of Digital Rights Violations on Palestinian Narratives Online”, 18 Aralık 2024.
[14] Ali Abdel-Wahab, “Gaza’s Telecommunications: Occupied and Destroyed”, Al-Shabaka, 4 Şubat 2025.
[15] Frontline Defenders, “Six Palestinian human rights defenders hacked with NSO Group’s Pegasus Spyware”, 8 Kasım 2021.
[16] Paresh Dave, “How Google Maps Makes It Harder for Palestinians to Navigate the West Bank”, The Wired, 23 Aralık 2024 (Türkçesi: “Google Haritalar, Filistinlilerin Batı Şeria’da seyahat etmesini nasıl zorlaştırıyor?”, çev. Diyar Saraçoğlu, bianet, 29 Aralık 2024).
[17] Amnesty International, “Israel/OPT: Israeli authorities are using facial recognition technology to entrench apartheid”, 2 Mayıs 2023.
[18] Asa Winstanley, “Israel tech site paying “interns” to covertly plant stories in social media”, Electronic Intifada, 29 Ağustos 2014.
[19] 7amleh, “The Palestinian Digital Rights Situation Since October 7th, 2023”, 1 Kasım 2023. Adele Walton, “Social media users are bypassing censorship on Palestine, New Internationalist, 31 Ocak 2024.
[20] Reham Hosny, Mohamed Nasef, “Lexical algorithmic resistance: Tactics of deceiving Arabic content moderation algorithms on Facebook”, Big Data & Society, 2025.
[21] Naomi Nix, “Pro-Palestinian creators use secret spellings, code words to evade social media algorithms”, The Washington Post, 20 Ekim 2023.
[22] Human Rights Watch, “Meta’s Broken Promises: Systemic Censorship of Palestine Content”, 21 Aralık 2023, Richard Luscombe, “Meta accused of censoring pro-Palestinian posts on Instagram and Facebook,”, The Guardian, 21 Aralık 2023.
[23] Elizabeth Dwoskin, Gerrit De Vynck, “Facebook’s AI treats Palestinian activists like it treats American Black activists. It blocks them”, The Washinton Post, 28 Mayıs 2021.
[24] Diyar Saraçoğlu, “Júlia Nueno: Devletin ‘hakikat’ inşasını sorguluyoruz”, bianet, 20 Nisan 2025.
[25] Biz de Rasheed Abueideh ile de konuşarak Dreams on a Pillow üzerine yazmıştık: “Bir bilgisayar oyunu ile Nakba hafızasını geri çağırmak”, bianet, 7 Ocak 2025.
[26] Francesca Albanese, “From economy of occupation to economy of genocide”, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 59. Oturum, 2 Temmuz 2025.
[27] BDS, “No Tech for Oppression, Apartheid or Genocide”.
[28] Anonim Google ve Amazon İşçileri, “We are Google and Amazon workers. We condemn Project Nimbus”, The Guardian, 12 Ekim 2021.
[29] No Tech for Apartheid, “No Tech For Apartheid Statement from ‘Nimbus 9’ Arrestees”, 17 Nisan 2024.
[30] No Tech for Apartheid, “STATEMENT from Google workers with the No Tech for Apartheid campaign on Google’s mass, retaliatory firings of workers”, 18 Nisan 2024.
[31] Michael Sainato, “Workers accuse Google of ‘tantrum’ after 50 fired over Israel contract protest”, The Guardian, 27 Nisan 2024.
[32] Diyar Saraçoğlu, “Tarık Rauf: Apple’ın soykırımdaki suç ortaklığını anlatıyoruz”, bianet, 5 Ekim 2024.
[33] Diyar Saraçoğlu, “‘Filistin İçin Teknoloji’ oluşumunun kurucularından Paul Biggar ile söyleşi”, bianet, 6 Ağustos 2024.
(DS/VC)








