"Toplama kamplarının adsız kurbanları, doğmaya çabalayan insanlığın simgeleridir. Bu insanların
kendi sesleri zorbalığın darbeleriyle susturulmuş olsa da, felsefenin görevi, onların yaptıklarını
işitilebilecek sözlere dönüştürmektir."
Horkheimer, Akıl Tutulması.
Yahudi Soykırımı, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında, birçok edebi anlatı, araştırma, felsefe çalışmalarıyla yoğun bir biçimde sorgulandı. Bu eleştirel sorgulamada kuşkusuz birbirinden farklı motivasyonlar rol oynamış olabilir. Ancak bunların arasında, Auschwitz'den dersler çıkarmak ve eğer yeni bir insanlık kurulacaksa onun erdemli bir topluluk olmasına yol açmak gibi bir motif de vardı.
Buna göre, daha iyi bir insanlığa giden yolun Yahudilerin tikel deneyimlerinin içinden geçmesi gerekiyordu. Bu anlayışın bize öğrettiği, özgürleşmeci bir politikanın işe özgül olanla başlaması ve onun içinden geçerek yol alması gerektiğiydi.
Evrenselin çelişkili tabiatı
Fakat yine de, evrensel bir düşüncenin şaheserleri olarak büyük bir tecessüsle okuduğumuz birçok yazarın deneyimlerinin aslında bu seferberlik içinde ete kemiğe büründüğünü görmeye nedense razı olmayız ya da bunu fark etmeyiz bile.
Oysa "Kafkaesk dünya" olarak bildiğimiz ve araçsal rasyonelliğin korkunç tabiatını sergileyen sahneler, Kafka'nın tikelliği (ya da Orta Avrupa'nın tedirgin topluluğu Yahudilerin yaşadığı deneyimler) dikkate alınmaksızın kavranamaz.
Adorno'nun (Popper'ın Nazizm'in felsefi kökeni olarak gördüğü) Hegelci diyalektiğin totaliter yanını ifşa eden "negatif diyalektik"i, Arendt'in "totalitarizmin kaynakları"nı arama cehdi ve liberal insan haklarının zayıflığını göstererek onu aşma yönündeki girişimleri, Levinas'ın ahlâk felsefesinde bir devrim yapan "öteki etiği" ve Derrida'nın Batı metafiziğini "beyaz mitolojiler" olarak sorunsallaştırması benzer bir girişimin en tanınmış örnekleridir.
Buradan çıkarmamız gereken sonuç, sağ düşüncenin ilkel reflekslerindeki gibi, Marx'ın külliyatını Yahudi kimliğinin yansımasına indirgemek değildir. Mesele evrenselliğin çelişkili tabiatında düğümlenmektedir: Evrensellik, eğer varsayılacaksa, tarihsel ve ucu açık olmak zorundadır. Aksi halde, tarihin ortaya koyduğu yeni problemleri (tikellikleri) bütünleyemeyecek ve eksik bir evrensellik olmaya mahkûm olacaktır. Evrensellikten kuşku duyanların onun "güç istemi" olduğunu düşündüğü nokta burasıdır.
Ezilenler ve evrensellik
İsrail Devleti'nin Holokost'tan meşruiyet üreterek kurulması ve günümüze dek sürecek vahşi işgallerinin başlamasından sonra anlaşıldı ki, ezilmek, adalet davası adına ortadan kaldırılması gereken bir durumdur ama bu önerme, ezilmenin kendinden menkul bir adalet kaynağı olduğunu kanıtlamaz.
Yirminci yüzyıl tarihi, ezilenler kategorisinin zorunlu olarak kutsal bir kategori olmadığını gösterdi. Güçlü bir adalet talebini dile getiren bazı gruplar, Bosnalı bilge Aliya İzzetbegoviç gibi "düşmanlarımıza tek borcumuz adalettir" diyemedi.
Ya da "yeryüzündeki her başkaldırı sarsar bizi... alırız birer yudum yeryüzündeki her bahçeden... yeter ki seslensin koşarız yardımına yeryüzündeki her yetimin" diyerek ezilenlerin geleneklerini eklemlemeye çalışan büyük Filistinli şair Mahmud Derviş gibi enternasyonalist olamadı.
O halde, ezilenlerin, ancak daha yüksek bir iyiyi hedeflediklerinde ve deneyimlerini başkalarıyla ilişkilendirdiklerinde, bir potansiyelin harekete geçtiğinden söz edilebilir. Bu ilişkilendirme işlemi, sürekli yeniden girişilmesi gereken bir çaba, bitimsiz bir tercüme faaliyeti ya da hermenötik bir politik etkinliktir.
Daha dar gibi görünen politik hedeflerin (örneğin ulusal özgürleşme) daha genel ahlâki amaçlarla (örneğin insanlığın yabancılaşmadan kurtarılması) bağdaştırılması gibi temel boyutları vardır. Bunun yanında, kolektif eylemliliğin akıcılığını entelektüel eylemin zenginliğine dönüştürmek gibi hedeflere de sahip olmalıdır.
Tutkuyu devrime kazanmak
Özgür Filistin'e inanan çoğu kişi, artık bir dönüm noktasında bulunduğumuzu düşünüyor. Elbette şunu unutmamak kaydıyla: Gerçekten "hiçbir şey eskisi gibi olmayacaksa" bu heyecanın aklın kuvvetleriyle tamamlanması elzemdir. Müslüman, Katolik, ateist, Marksist, sosyal demokrat, yeşil solcu ve her kim kendini bu ittifaka eklemek isterse, bir şeyi acilen düşünmesi gerek: Adalet tutkumuzu aklın eleştirel güçleriyle tamamlamazsak, gerçekleşmesi gereken devrimi "sarhoşluğa kaptırırız."
Buna karşı, Walter Benjamin'in "sarhoşluğun gücünü devrime kazanmak" ya da "şiirsel politika" olarak tanımladığı imkân, özgür Filistin idealini taşıyanların önünde bir görev olarak durmaktadır. Özgür bir Filistin, politikanın şiirsel rengini gün yüzüne çıkaracaktır ama haklı isyanımız potansiyel olarak devrime kazanılabilirse.
Entelektüel mücadelenin zorlukları
Bu mücadelenin bir ayağı belki en zayıf yönlerimizden biri sayılabilecek olan teorik mücadelede. Sıra haklı bir davayı daha sofistike bir dile kavuşturmak, onu soyutlamak, bağlantılar kurmak ve entelektüel bir mesele haline getirmeye geldiğinde bazı sorunlarımız olduğunu hepimiz söyleriz.
Bunların bir bölümünün Batı-merkezcilikten kaynaklanan sorunlar olduğu düşünülebilir. Mesela, az önce söylediğim gibi, Kafka, Adorno, Arendt, Levinas ve Derrida gibi yazarların kendiliğinden evrensel olduğunu sorgulamaksızın kabul etme eğilimindeyiz. (Oysa tikellikle dolayımlanmamış, kendiliğinden evrensel kategorisi bir boşluktur; yok hükmündedir.)
Buna karşın, Edward Said'in projesinin motivasyonlarını tespit etmekte hiç tereddüt etmeyiz. (O Filistinlidir vs...) Bunun nedeni belki de evrensele ulaşamayacak saf bir tikellik olarak görülmesidir. Herhalde insan Filistinli olunca, evrenselliği zora giriyor ve bunun için ekstra mücadele vermesi gerekiyor!
Oysa Said, hayatı boyunca Filistin'in özgürlüğünü genel bir özgürleşme pratiğinin parçası olarak ortaya koymuş; onu diğer mücadelelerle birleştirmeye uğraşmış ve Siyonizmle lekelenen çarpık evrenselciliğin tamamlanması olarak görmüş; kendi tikelliğini soyutlayıp evrenselleştirmek istemişti.
Said: Yeni bir evrenselciliğe doğru
Said'in Filistinliler'i "kurbanların kurbanı", kendisini de "son Yahudi entelektüel" olarak tanımlaması önemli bir ipucu veriyor. Bunun anlamı, onun Fanon'u yeniden yorumlama girişiminden çıkarılabilir: Fanon, bir taraftan, klasik hümanizmin Batıcı-emperyalistik temellerinin radikal bir eleştirisine yönelirken, diğer yandan Hegelci diyalektik aşma (aufhebung) kavramına bağlı kalarak yeni bir insanlığın üretilmesinin gerekliliğinden söz eder.
Filistinlilerin kurbanların kurbanı olması demek, mazlumluğun Yahudiler örneğinde yeni insanlığın müjdecisi olamadığını, bunun eksik bir evrenselcilik olarak kaldığını söylemek demektir.
Said, oryantalizmin temellerini araştırırken bu tarihin anti-semitizmin tarihiyle kesiştiğini gördü ama reel Yahudiliğin yeni bir insanlığın oluşturulması için eksik kaldığını söyledi. Dolayısıyla yapılması gereken, Yahudiliği (onun ezilme deneyiminin örüntülerini) koruyarak aşmaktır.
Filistin'in uluslararası alanda tanınmış iki büyük yazarı olan Derviş ve Said, yurtlarının özgürleşmesini hiçbir zaman dar tikelci amaçlar açısından görmediler; ulusal bencilliklerin ayartıcılığına kapılmadılar. En güzel şiirlerinden birinde, "biz kaybettik aşk da kazanmadı hiçbir şey" diye yazdı Derviş. Yani kazanırsak aşk da kazanacak ki, bu, zaferin insanlığın kurtuluşunun bir parçası olarak görülmesi anlamına geliyor.
Evrenselin yeni güzergâhı
Zikrettiğimiz "aşma", parlak ama içi boş bir söz değildir. Bunun için, bazı somut adımların atılması gerekir. Yahudi yazarların şimdiye dek oluşturduğu büyük külliyatı eleştirel bir biçimde temellük etmek ve kendi amaçlarımız için kullanmak adımlardan biridir. Bu zorunlu olarak, eleştirel bir faaliyettir. Çünkü bazen, yazarların kendilerine rağmen temellük edilmesi ve hermenötik bir biçimde okunması gerekebilir.
Gazze'nin durumu, Derrida'nın Batı metafiziğini sorunsallaştıran projesi için eşi bulunmaz bir trajik örnek haline geldi. Gazzeliler, Kafkaesk bir haleti ruhiyenin ironiye az da olsa pay bırakan yapısından çok daha korkunç bir vaziyetteler.
Arendt'in totalitarizmin kökenine dair sorgulaması şimdi, İsrail faşizmine, onun büyük Amerikan emperyalizmiyle bağıntılarına tercüme edilmeyi bekliyor ve liberal insan hakları söyleminin yumuşak karnının ifşası Gazze'nin acılarından çıkarılmak zorunda.
Adorno'nun kendi üzerine kapanan Hegel metafiziğini eleştirmesi, neden yıllardır süren Gazze kapatmasıyla birlikte yeniden okunmasın? Ve Adorno'ya nazire yaparak söyleyecek olursak, bundan sonra şiir ancak Gazze için de yazıldığında anlamlı olabilecektir.
Evrensele bir yol varsa, bu yolun Gazze'nin tikelliğinin içinden geçmesi gerekiyor. Herder'in "hümanitat" nosyonundan yola çıkarak, evrenselliği, "insanlığın ve insan değerinin muhteşem antolojisi" olarak görürsek, evrenselin yeni güzergâhını yeniden tespit etmeliyiz. Bu antoloji, Said'in alıntılamayı çok sevdiği şu dizelerde karşılığını bulur: "...güzellik, zekâ ve güç tekelinde değil hiçbir ırkın/ve bu zafer buluşmasında herkese yer var..." Elbette Gazzelilere de bir yer olmalı buluşmada. Aksi halde, antoloji hep eksik kalacak: Biz kaybedersek aşk da kazanmayacak hiçbir şey. (FM/AS)