* Fotoğraf: Anadolu Ajansı (AA)
Bilindiği üzere, 1 Kasım 2022'de, İsrail'de 4 yıl içinde beşinci kez yapılan Knesset (Parlamento) seçimlerinde, eski başbakan Benjamin Netanyahu liderliğindeki, aralarında Dinci Siyonizm Partisi'nin de olduğu radikal sağcı-Siyonist dini blok, 120 sandalyenin 64'ünü alarak zaferini ilan etti.
40 partinin yarıştığı son İsrail seçimlerinde parlamentoya girebilmek için yüzde 3,25'lik seçim barajını aşmak gerekiyor.
İsrail'de sağ, sol ve dinci olarak tanımlanan partiler, bu barajı aşarak parlamentoya girerlerken, Birleşmiş Milletler'in (BM) "Filistin halkının kaderini tayin etme hakkı'' kararını, "iki devletli çözümü", "mültecilerin geri dönüşü" ve "67 den sonra işgal edilmiş tüm topraklardan geri çekilme" gibi kararlarını hiçe saymış, Apartheid siyasetiyle Filistin'in dört bir yanında devlet destekli işgalleri, güvenlik, şiddet ve saldırı hamlelerini seçim kampanyalarının eksenine yerleştirmiş, İsrail varlığının Filistin'de ve bölgede korunabileceğini İsrail toplumuna propaganda ederek ve onları bu konuda ikna ederek, özünde bu çizgiden farklı bir siyasi strateji sunamayan, taktik ve söylemde farklı görünen Başbakan Yair Lapid'in öncülüğündeki reformist görünümlü iktidar blokunu yenilgiye uğratmıştır.
Bunun - tesadüfi bir gelişme olmaktan ziyade - küresel kapitalist sistemde ve bölgede yaşanan denge değişimleriyle de ilgisi olduğu söylenebilir.
Şahinler yeniden iktidarda..
İsrail'de radikal sağ ve dinci (Yahudi) Siyonist güçlerin yeniden iktidar olması ile birlikte İsrail'in başta Filistin olmak üzere diğer Arap halklarıyla bir asırdır devam eden çatışmalı süreci değiştirmesini beklemek tam bir hayal gibi duruyor. Öyleyse, Netanyahu blokunu yeniden iktidara taşıyan yerel, bölgesel ve uluslararası koşulara göz atmakta yarar var.
İsrail devletinin Gazze, Batı Şeria ve Kudüs'ün yanı sıra ''48 Arapları'' olarak anılan bölgelerde yaşayan Filistinlilere yönelik işgal, şiddet ve saldırılarının doğurduğu karşıt silahlı direniş örgütleri, geçmişe kıyasla hayli güçlenmiş ve yayılmıştır. Filistin halkı savaşlardan yorulmuşsa da yeni nesil haklı ve meşru özgürlük davasını unutmak bir yana bu davayı daha da sahiplendiği günübirlik eylemlerinde görülüyor.
Devletin yerleşim birimleriyle işgal alanına fanatik Yahudileri yerleştirmesi ve kutsal sayılan Kudüs ve el Halil gibi bölgelere devam eden saldırıları, barış olasılığını tamamıyla ortadan kaldırmış görünüyor.
Hamas, İslami Cihat, Halk cephesi ve El Fetih'e bağlı silahlı kanatların dışarıdan çok işgal topraklarında ciddi bir varlık göstermiş olması, İsrail devleti ve toplumunun korkulu rüyası haline geldiği son Gazze savaşında ve Kudüs'ü işgal girişimlerinde ortaya çıkmıştır.
FKÖ'nün barış çabalarını İsrail engelliyor
Oslo Barış Anlaşmasının (1993) gereklerini yerine getirmek yerine anlaşmayı ihlal edip boşa çıkaran İsrail'in, ABD'nin yönetimlerinin ve özellikle eski Başkan Donald Trump'ın desteklediği İbrahim barış projesiyle Arap ülke yönetimleriyle kimi normalleşmeler sağlayıp Filistin meselesini kadük hale getirerek nihayetlendirme hedefleri, başta Filistinli silahlı örgütlerin yan yana durarak mukavemetini arttırmasına ve Filistin halkının birlik arzusunu daha güçlü seslendirmesini sağlamıştır.
Bu realiteyi doğru okuyan Cezayir yönetiminin, Arap Camiası zirvesini fırsat bilerek, bölge halkları nezdinde kendi prestijini arttıracak ve özellikle Filistin halkının ulusal birlik özlemini gündeme taşıyarak dayattığı akıllı girişimleriyle, Filistin Kuruluş Örgütü (FKÖ) ve dışındaki güçleri yan yana getirip birlik deklarasyonunu imzalatması, normalleşme sürecine katılan Körfez yönetimlerini sevindirmese de Filistin ve Arap halklarında yeni bir umut ışığı olarak gündemde yerini almış, bu da İsrail'de tedirginliğe yol açmıştır.
Bu tedirginliği, Lapid hükümetine karşı radikal sağın atağa kalkmasından ve güvenlik güçlerinin yoğunlaşan saldırılarından izlemek mümkün olmuştur. İsrail, Cezayir zirvesinin BM kararlarına yaptığı atıflarla Filistin sürecini kendi aleyhine çevirdi; dolayısıyla, karşı hamleleri kaçınılmazdı.
İsrail, ABD-İran nükleer müzakerelerine karşı
İsrail, nükleer silah üretip barındıran ülkeler arasında olmasına ve Dimona'da iki nükleer santral bulundurmasına karşın, ABD'nin çekildiği nükleer anlaşmaya yeniden dönmek için İran ile müzakerelere karşı duruşu ve İran'ın nükleer silah ürettiği iddiası doğru kabul görse de - ki doğrudur - bu, onun tutarlı, güven duyulan haklı bir devlet politikası izlediği anlamına gelmiyor.
Zira gün geçmiyor ki içeride birden fazla Filistinliyi öldürmesin, yeni işgaller yapmasın, farklı gerekçeler altında Suriye topraklarına saldırı, Lübnan'a tehditte bulunmasın...
İsrail, bugüne kadar arkasına aldığı batılı emperyalist dostlarından hiçbir yaptırıma tabi olmazken, sürekli korunmuş ve destek görmeye devam etmiştir. Bölge halkları ve devrimci güçleri haklı olarak terör devleti unvanı kazanan İsrail'in, Filistin halkının meşru temsilcisi FKÖ'nün dışlanıp yok sayıldığı ve dahil edilmediği hiçbir barış projesini desteklemesi olası görünmediği gibi dış girişimlerle, İsrail'de güven ve istikrarın tesisi mümkün görünmüyor.
Apartheid İsrail yönetimiyle normalleşirken, Filistin'e barış ve istikrar getireceği iddiasındaki devletler, olsa olsa, son İsrail seçimlerinde, Netanyahu liderliğindeki radikal sağ ve dinci Siyonistler bloğunun, siyasi, askeri ve işgal hedeflerine hizmet etmeye devam ederler.
Türkiye halkları, İsrail'le normalleşmeye karşıdır
70'li yıllarda Deniz Gezmiş, Teslim Töre ve arkadaşlarının, 80'li yıllarda Kürt Özgürlük hareketi yanı sıra onlarca devrimci, sosyalistin, Filistin saflarında, Siyonizm işgaline karşı savaşmış olması, Türkiye ve Filistin halkları arasında unutulmaz kalıcı dostluk ve dayanışma bağların gelişmesine önemli zemin oluşturmuştur.
Çıkarlarını İsrail ile normalleşmede gören Türkiye iktidarları ve özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimi, İsrail'in ceberut devletine karşı laf ve kınama ötesine geçen bir yaptırım uygulamazken, siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğini, Filistin halkının tüm çıkarları üstünde görmeye devam etmiştir.
Bunun en önemli icraatı, İsrail'in Mavi Marmara saldırısında görüldü. AKP'nin sözde kardeş saydığı Filistin halkına dönük gerçek yüzü bir kez daha açığa çıktı.
Türkiye halkları ve devrimci sosyalist güçleri, tarihsel olarak, BM kararlarını çiğneyerek yok sayan İşgalci Siyonist yönetimlerine karşı Filistin halkının yanında durduysa, bugün de Netanyahu yönetimi altında toplanan radikal sağ ve Siyonist dinci bloğun göz kırptığı, AKP-MHP iktidarının normalleşme kararına rağmen, dayanışma ve dostluğunu esirgemeyeceği muhakkaktır. (BK/SD)