Sadece Topraklarına
Sadece vatanına değil
O çok sevdiği limon kokusuna
Arapça gülüşüne
Ve özgürlük düşüne
Kastedilmiş bir halkım ben
Bu nedenle ölümünedir
direnmem...
Filistin'in halkı, toprakları, evleri ve değerleri bir kez daha emperyalizmin taşeronu, bölge ve vurucu gücü olan Siyonist İsrail'in saldırısı altında. Onlarca yıldır olduğu gibi teknoloji destekli vahşetin her biçimi deneniyor. Bunun karşısında Filistin halkı (çocuklar dahil) haklılıktan aldığı meşruiyetle ve teknolojiden çok onuruyla, taşıyla, değerleri için ölebilme niteliğiyle direniyor.
Hatta dünyanın dört bir yanında, vicdanını kirletmemiş, sermaye ile doğrudan veya dolaylı çıkar bağı içinde olmayan milyonlarca insan, Filistin için kaygılanıyor ve tüm manipülasyonlara rağmen İsrail'in bir kez olsun haklı olmadığını biliyor.
İsrail tarihinin işgal, işkence ve katliamla; Filistin tarihinin ise direnişle, varolma kavgasıyla ve değerlerini korumayla örtüşüğü gerçeği, tarihi egemenin gözüyle yazmayanların/yorumlamayanların ortaklaştığı bir değerlendirmedir.
Kudüs
Bugüne kadar ne İsrail saldırılardan ne de Filistin intifadalardan vazgeçti. Daralan topraklar, işgaller, katliamlar, bunlara yenilerinin eklenmesini önlemedi. 2000'nin başlarında yaşanan Cenin katliamı, tarihe “21. yüzyılın ilk toplu kıyımı” olarak geçti. Ve bu katliamcı-işgalci politika kesintisiz biçimde devam etti.
Ramazan ayında Mescid-i Aksa'ya yapılan saldırı sonrasında devam eden katliamlar ve Netanyahu'nun yaptığı konuşmada Filistin'e tam teslimiyet dayatması, İsrail'in kimlik niteliğidir. Nitekim alınan ateşkes kararından kısa bir süre sonra da İsrail polisi işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’da cuma namazı sonrası halka plastik mermi ve ses bombasıyla saldırarak onlarca kişiyi yaraladı.
Hatırlayalım; İsrail bir süre önce Kudüs'ü başkent ilan etti. Destek yine Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) geldi. Bugün devam eden saldırılar da Kudüs'te başladı.
Kayıplar
Bu saldırıları sağlıklı biçimde değerlendirebilmek için, İsrail'in amacını, ABD'nin neden destek verdiğini ve zamanlamayı doğru okumak gerekiyor. Ancak yanlış bir okumayla Demir Kubbe'nin paramparça edildiği, savaşın niteliğinin değiştiği vb. biçimlerde değerlendirmeler de yapılıyor.
Düşünün ki Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin, İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırıları nedeniyle yaklaşık 75 bin Filistinlinin yerinden edildiğini duyurduğu, Filistin Sağlık Bakanlığı'nın, İsrail’in devam eden saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısının 64'ü çocuk, 38'i kadın, 125 erkek olmak üzere 227’ye, yaralıların sayısının ise bin 620'ye yükseldiğini açıkladığı günlerde bu değerlendirmeler yapılıyor.
Hatta ateşkes sonrasında Filistin Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Gazze'de İsrail saldırılarında ölenlerin sayısının 243'e yükseldiği, ölenlerden 66'sının çocuk olduğu bildirildi.
Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçları nedeniyle Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvuracaklarını duyurdu. Filistin, İsrail'in düzenlediği hava saldırıları sonucu meydana gelen büyük yıkıma ek olarak Gazze'deki 20 Filistinli ailenin de tamamen yok olduğunu bildirdi. Sonuç olarak politik değerlendirme teknik bir yanılgının gölgesinde kalıyor, temenniler gerçekliğin önüne geçiyor.
Demir Kubbe
Demir Kubbe'nin paramparça olduğuna dair yapılan değerlendirmeler, Filistin'in mağduriyetini, İsrail'in eşitsiz güç kullanımını gölgede bırakıyor.
Çünkü bu değerlendirmeler, bugünkü saldırının dönemsel nedeni, İsrail’in ne yapmaya çalıştığı, ABD’nin neden desteklediği gibi sorular sorup yanıt arayan değerlendirmeler olmaktan uzak kalıyor; politik değil duygusal ve psikolojik değerlendirmeler olmanın ötesine geçemiyor.
Gazze
Bu türden bir söylemi Filistin'deki Hamas vb. örgütlerin kullanması belli oranlarda caydırıcılık, moral kazanma vb. nedenlerle anlaşılabilir; ancak dışarıdan bakanların, destek sunması gerekenlerin yorumu “Demir Kubbe’nin paramparça olduğu” biçiminde değil tersine Gazze’nin yakılmakta, yıkılmakta olduğu, yüzlerce insanın katledildiği yönünde olmalı.
Hatta bizzat İsrail’in, uğradığı saldırıları abartılı göstermesi tam da bu nedenledir; kendi saldırılarına haklılık oluşturma amacıyladır.
Teknolojik anlamda yanılgılar da söz konusu. Evet Filistinlilerin daha etkili daha gelişmiş füzeler edindikleri doğrudur ama bu kesinlikle İsrail’in elindeki teknolojik imkanlarla, vuruş gücü ile kıyaslanacak bir durum değil.
Ayrıca Demir Kubbe meselesi sanki bütün İsrail üzerinde bir kubbe varmış gibi algılanıyor. Bütün ülke üzerine bunu kurmak zor ve maliyetli; belirli kentler, havalimanları vb. üzerine kurulmuş durumda. Bunun dışında kalan yerler daha kolay vurulabiliyor. Rusya'nın ve ABD'nin füze savunma sistemlerinin belirli oranlarda aşılabilmesi gibi İsrail’inki de aşılmaz değil; nitekim son olarak Suriye de İsrail'i Demir Kubbe'ye rağmen vurmuştu.
Küresel iklim içinde
Bugün Filistin'e yönelik saldırıların teknolojik bir mesele sınırlılığında tartışılması çeşitli açılardan sıkıntılara sebep oluyor. Konunun buraya kayması politik boyutunu zayıflatıyor.
Bu nedenle aslında bugün tam da sorulması gereken soru şu: Filistin’e İsrail'in saldırı nedeni nedir; ABD bu saldırıyı neden desteklemektedir; saldırıyı zamanlama olarak nasıl değerlendirmek gerekiyor? Saldırıları Netanyahu'nun iç politik hesapları ile açıklamak yeterli midir?
Bloklaşma
Dikkat edilirse Ortadoğu’da ABD'nin öncülüğünde bütün Arap dünyası, aralarındaki çekişmeler yumuşatılarak belirli bir noktada bir araya getirilmeye çalışılıyor.
ABD'nin bu konuda bir dayatması söz konusu. Hatta bu, Arap ülkelerini de aşan, içinde Türkiye'nin de İsrail'in de olduğu bir bloklaşma olarak da görülebilir.
Ortadoğu'da daha önce de bahsettiğimiz gibi Çin'in bölgeye yerleşmesinin ve içinde İran'ın da olduğu bir blokun kurulmasının önlenmesi veya dengelenmesi amaçlanıyor.
Zaten pek çok Arap ülkesi Filistin sorunu konusunda ABD'den farklı bir noktada sayılmazlar. Suriye, İran, Irak vb. ülkeler ise kendi sorunları sebebiyle radikal bir tutum geliştirecek durumda değil.
Peki o zaman İsrail tam da uzlaşmanın/normalleşmenin sağlandığı bu süreçte neden saldırıyor? Çünkü süreç böyle devam ederse, bir süre sonra ABD’nin oluşturduğu uzlaşma zemini sebebiyle İsrail’in saldırıları mevcut blok tarafından reddedilebilir, eleştirilebilir.
Geçiş döneminde
Tam da bu nedenle İsrail bu geçiş dönemindeKudüs'ün başkent olmasını kabul ettirmeyi, yerleşim konusunda da temel hak ve özgürlükler konusunda da hesaplarının azami boyutta gerçekleşmesini, diğer bir ifadeyle Filistin'i azami boyutta geriletmeyi amaçlıyor. Ne yapacaksa bugün bu konjonktürde yapmak üzere harekete geçmiş durumda.
Kısaca özetlediğimiz bu tablo içinde meseleyi Netanyahu'nun iç siyaset problemleri/ihtiyacı ile açıklamak, bununla sınırlı görmek doğru olmaz. Belirli bir etkisi vardır elbette; ancak salt bununla açıklamak parçayı görüp bütünü görmemek olur.
İsrail, çok önemsediği, Başkenti Kudüs’e taşıma hedefinden vazgeçmiş değil. Bunu Trump desteklemişti, bugün Biden de destekliyor.
Eğer İsrail önüne koyduğu hedeflere ulaşabilirse Filistinliler kendi ülkelerinde adeta ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak durumunda kalacaklardır.
Yaptırımlı tepki
Bu süreçte hemen hiçbir yerden ciddi, yaptırımı olan bir tepki gelmiyor. Türkiye ise Karabağ savaşında olduğu gibi İsrail'le ABD taşeronluğu gereği daha yakın bir ilişki içinde.
Böylesi süreçlerde örneğin Çin'in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) içinde ABD'nin vetosunu gündemleştirip eleştirmesi gibi dolaylı destekler de önemli. Ancak daha önce olduğu gibi direnişin odağında yine halkın bizzat kendisi olacak ve gerçek dayanışma halklardan gelecek.
Çünkü sözünü ettiğimiz Filistin, Mahmud Derviş'in dediği gibi; "Düşlerin Filistin'i |
Aynı şairden el alarak söylersek; Bir Filistin vardı/bir Filistin gene var! Ve gene olacak... (MY/APK/RT)
*Manşet fotoğrafı: AA, Mahmud Derviş'in fotoğrafı: şairler.org sitesinden alınmıştır.