Fikirtepe dönüşümü senelerdir kamuoyunun gündeminden düşmüyor. Büyük vaatlerle ortaya atılan Fikirtepe projesi, sadece Fikirtepeliler için değil, tüm diğer mahalleler açısından da bir ders niteliğinde. Bu nedenle, Fikirtepeyi mercek altına almak aynı zamanda, kentsel dönüşümün/afet dönüşümünün gerçek yüzünü teşhir ettiğinden önemli.
Fikirtepe’nin kuruluş öyküsü
50’li yıllarda, Marshall yardımının tarım sektörüne getirdiği modernleşme tarımda ihtiyaç fazlası bir emek gücüne neden olurken, dönemin ithal ikameci sanayileşme modeli de büyük kentleri birer çekim merkezi dönüştürdü. Bu itme/çekme sonucunda sanayi kentlerine doğru yoğun bir iç göç görürüz; 50’lerden başlamak üzere, "Taşı toprağı altın" İstanbul'da gidişattan nasibini almış, kentin sanayi bölgeleri ile fabrikalarının etraflarında emekçi mahalleleri kuruldu.
Küreselleşmenin ve neoliberal kentleşmenin yeni bir kent ve kentsel gelişme anlayışını dayattığı 80’lere kadar bu dönem ‘‘Emeğin Kentleşmesi’’ yılları olarak tanımlanır.
Konumuzun başlığı Fikirtepe de emeğin kentleşmesi yıllarında kurulmuş bir mahalle. Yıllar boyunca nüfusu giderek artan Fikirtepe, 1965'te Kadıköy İlçesi'ne bağlı bir muhtarlık olmuş, 1975'te ise Dumlupınar ve Eğitim mahallelerine ayrılmış. Bugün bu bölgedeki afet dönüşüm projesi her ne kadar Fikirtepe projesi olarak adlandırılsa da aslında Fikirtepe’nin yanı sıra Merdivenköy, Eğitim ve Dumlupınar Mahallelerini de kapsıyor.
Fikirtepe’de milyoner olmak
Dünya üzerinde 70’li yılların sonundan itibaren uygulanmaya başlayan neoliberal ekonomi politikalar kentleri de boyunduruk altına almış ve fabrikanın mekanı kentin kendisi bir arazi fabrikasına dönüştürülerek kentsel rant önemli bir sermaye birikim aracı olmuştur. Sanayinin kentlerin dışarısına atıldığı bu dönem ‘’Sermayenin Kentleşmesi’’ olarak adlandırır ve aynı zamanda emek gücünün gözden çıkartıldığı ancak emekçilerin yaşam alanlarının metalaştırılarak sermayeye altın tepside sunulduğu dönemdir.
Nitekim İstanbul’un en önemli merkezlerinden Kadıköy ilçesinde yer alan Fikirtepe de bu gidişattan nasibini alacaktır. İlk önce, 2005’de, İBB tarafından onaylanan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı doğrultusunda Özel Proje Alanı ilan edilir. Merdivenköy, Dumlupınar ve Eğitim mahallelerini de içine alan yaklaşık 131 hektarlık bir alanda 4500 parseli ve 130 bin civarı bir nüfusu kapsayan Fikirtepe proje alanı, E-5 otoyolunun Göztepe kavşağı üzerinde ve her iki köprünün de bağlantı yollarına çok yakın olup alanın güneyinde Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü ve Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi bulunuyor. Ana hatlarını kabaca çizmiş olsak da, kolaylıkla anlaşılacağı üzere, bölge sermeye yatırımları için çok cazip.
Öte yandan, alt ve alt-orta gelir gruplarından oluşan Fikirtepe’nin "Piyango çıktı", "Başlarına talih kuşu kondu" gibi manşetlerle kentin gündemine girerek kamuoyunun ilgisini çekmesinin nedeni imar hakkı 2.08 olan bölgede benzeri görülmemiş bir artışla, 4.14 oranında bir hakkın Fikirtepe’ye tanınmış olmasından. Dönüşümün bu ilk zamanlarından bir gazete haberine göz atarsak kentin kullanım değerinin değişim değeri karşısında önemini kaybetmesinin ya da kentin yaşanabilinir bir kent olmaktan çıkıp bir rant alanına, bir birikim aracına dönüştürülüşünün ipuçlarını yakalarız:
"Merkezi konumu nedeniyle rant sağlayacağı beklentisiyle büyüğünden küçüğüne birçok yatırımcı semtte yatırıma soyunuyor. Komşu parsellerin kendi aralarında anlaşarak tek bir ada altında birleşmeleri durumunda verilecek yüksek emsal koşulları bu bölgede oturanlar ve bölgeye yatırım yapacaklar için büyük bir fırsat olarak nitelendiriliyor.’’
Bu görüş, kentin her bir milimetrekaresini pazarlanacak bir meta olarak gören neoliberal belediyeciliğin yukarıdan aşağıya dayattığı; genelde de aşağıdan yukarıya kabul gören ve yeniden ve yeniden üretilen kentsel girişimciliktir. Merkezi ve yerel yönetimler, kent/leri markalaştırıp metalaştırıp sermayeye pazarlama gayretindeyken, kentin/mahallenin sakinleri de kendi mahallelerini, konutlarını pazarlayarak rant elde etme derdine düşmekte.
Zamanın ruhu tüketim olunca, mahallenizi, yaşam alanınızı, kentinizi sata pazarlaya tüketmek normalleştirilmekte. Öte yandan, Fikirtepeliler projelere ortak olsalar dahi artık mahallede kalamayacaklarını çünkü lüks proje alanlarında yaşamın çok pahalı olacağını ve güçlerinin yetmeyeceğini biliyorlar. Müteahhitler de açık açık "Biz burayı zenginlere satacağız, ne verirsek alın gidin’’ demekteler. Bu oyunun tek kazananı her koşulda sermaye olmakta, aynen Fikirtepe’de de olduğu üzere.
Üçkağıtçı müteahhitlere terk edilir
Girişimci belediyecilik, Fikirtepe’ye yüksek imar artış sunarak inşaat şirketleriyle malikleri baş başa bırakırsa her şey yolunda gidecek ve sözleşmeler çarçabuk imzalanıp lüks projeler ardı ardına yükselecek diye hesaplamıştı, oysa evdeki hesap çarşıya uymadı. Uymadı çünkü kuzunun kurda emanet edilmesi misali mahalleliler adı sanı belirsiz müteahhitlere, bırakın yeterli sermayeye sahip olmayı, noter sözleşmeleri için bile krediye muhtaç firmalara, sakinlerden metrekareleri tırtıklayıp müteahhitlere pazarlayan çantacılara mecbur bırakıldılar.
Çetrefilli sözleşme içeriklerini anlamayan ve hukuki yardım da almayan sakinlerin bir kısmı devlet katında verilen sözlere güvendiler, imzalarını attılar. "Firmanızı seçin, imzalarınızı atın, 4-5 yıla kalmaz Fikirtepe Manhattan olacak" dememiş miydi yöneticiler, öyleyse şüpheye ne gerek vardı, devlet vatandaşına kazık atar mıydı?
Oysa dayatılan sözleşmelerin çoğunun ucu açık olup ne başlangıç ne bitiş tarihleri belliydi, ne de kira yardımının süresi. Verilen sözler tutulmazsa firmaların yükümlülükleri ya da tazminatları, var olmayan kalemlerdi. Ortada cafcaflı görseller dışında net hiçbir şey yoktu. Nitekim bir süre sonra durdurulan kira yardımları karşısında çoğu Fikirtepeli perişan oldu ama yasal süreci başlatamadı çünkü sözleşmelerde böyle bir madde yoktu. Dolayısıyla, sakinlerin bir kısmı bu adaletsiz sözleşmelere imza atmayıp, pazarlık sürecini sürdürmeyi ve kendilerini garantiye almayı seçtiler.
Sakinlerin firmalar ile ilişkileri böyleydi ancak birbirleriyle ilişkiler de sorunsuz değildi. Farklı metrekarelerde arsa payları ve her biri yaklaşık 200 aileden oluşan proje adalarındaki nüfusların en önce birbirleriyle anlaşıp sonra müteahhitlerle anlaşabilmelerinin zorluğu ve kendi seçtikleri temsilcilerine daha sonra kendilerinin güvenmemeleri de süreci tıkadı.
Komşu komşuya, akraba akrabaya düşman oldu. Ucuz kiralar sayesinde merkezi bir bölgede işe erişim şansına sahip emektar kiracılar ile kiracı esnaf sözleşme maddeleri gereği kapı dışarı edildi. Rantın gözü kör olsun, mahalleye nifak tohumlarını ekmişti! Zengin olma hayalinin dayanılmaz cazibesi karşısında mahalle raconu yerle yeksan oldu, ne dayanışma kaldı ne de komşuluk. Sözleşmeler gereği evler yıktırıldıkça, Fikirtepe savaş alanına dönüştü; neye niyet neye kısmet, lüks projelere ev sahipliği yerine önce savaş filmlerine plato oldu ardından savaştan kaçan Suriyelilere mekân.
Dönüşümün yıldız projesi elde patlayınca, proje alanı Eylül 2013’de 6306 sayılı Afet Yasası kapsamında riskli alan ilan edildi. Böylece, Yasa’nın sağladığı 2/3 çoğunluk ve kamulaştırma baskısı sayesinde sözleşmelerin hızla imzalanmaları garantilenmek istendi. Geçtiğimiz Mayıs ayında ise Fikirtepe bambaşka bir manşetle yeniden gündeme oturdu.
Manhattan olamamıştı İnattepe oldu! Çevresindeki binaların tümü yıkıldığı için tepeye benzeyen bir toprak parçası üzerinde yükselen 2 katlı ev projeye adeta nanik yapıyordu. Maliki sözleşmeyi imzalamadığı için binayı yıkamayan müteahhit 6306’nın işletilmediğinden yakınırken, senelerdir bitemeyen projenin yorgun ve kızgın diğer muhatapları olan komşular da bir yandan ev sahibinin açgözlülüğünden şikayet ederken, bir yandan da azınlığın çoğunluğa uyması gerektiğini yana yakıla anlatıyorlardı! Mahallede demokrasi de sıfırlanmıştı.
Merkezi idarenin failliği
İnattepe manşetlere çıkmasından kısa bir süre sonra yıkıldı. Basında çıkan haberlere göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerinin bir araya getirdiği Vartaş Yapı ve inatçı ev sahibi Alaaddin Demirel el sıkışmıştı ve Fikirtepe’de artık her şey güllük gülistanlıktı.
Oysa, Fikirtepe inatçısı lakaplı Alaattin Demirel’in parmak bastığı üzere sözleşmelerdeki haksızlıklar devam edegelmekteydi ve değişen bir şey yoktu: "Bu güne kadar halkın haklı direnişini kötü niyetli, çıkarcı olarak gösterdiler. Kamuoyunu sürekli yanılttılar. Verilen doğru bilgileri de çarpıtarak yazdılar" diyerek isyan eden Demirel, "Fikirtepe’de firmaların dayatmalardan dolayı sözleşme yapamayan, çözüm bekleyen binlerce vatandaş varken ve halen bölgede on binlerce insan yaşarken, bize dayatmalarda bulunan firma, tek başıma direndiğim haberlerini yaydı" diyerek yakınıyor. Direnişini sonlandırarak sözleşmeyi imzalamasını ise sanki mahalleli kazançlı çıkmış, Fikirtepe’de sorunlar halledilmiş gibi müjdelerle haber eden basın organlarını kınıyor. Demirel, yönetimin kamulaştırma baskısı altında sözleşmeleri imzalamaya zorlandıklarını, adil bir sözleşme yapmak üzereyken kamulaştırma söylentileri sonucunda firmanın bunu lehine çevirdiğini ve önceki sözleşmeyi geri çekerek kendi sözleşmesini dayattığını belirtiyor.
Bu durumda, ardındaki kamulaştırma baskısı nedeniyle proje alanının riskli alan ilanının kim/lere yaradığı da açığa çıkıyor. Tüm baskılarına rağmen direnenleri kamulaştırma yazıları, o da olmadı uzlaşma toplantıları adı altında sözlü şantaj ve tehditlerle çantacılara/üç kağıtçı firmalara hatta iflası kesinleşmiş müteahhitlere teslim olmaya zorlayan Bakanlık yetkilileri, vatandaşının haklarını sermayeye karşı korumak yerine vatandaşının mağduriyeti pahasına sermayenin çıkarlarını gözeterek kim/lerin yanında saf tuttuklarını bir kez daha göstermiş oluyor.
Öte yandan, Fikirtepeli, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdinde devlet yetkililerinin bu adaletsiz süreçteki failliğine şaşsa da, kentsel dönüşümü/afet dönüşümünü yaşamış mahalleler açısından, kentsel dönüşüm cephesinde değişen hiçbir şey yok! (CBU/NV)