İstanbul’un son “Fetih Söleni”nde mevzunun İstanbul’u aşarak, Sur, Cizre, Nusaybin’in fethine kadar uzanmasının elbette bir anlamı var. Hatta bütün ülkenin, yeni bir anlayışla yeniden fethedilmesi gerekli.
İstanbul’da ve tüm ülkede uygulanan büyük projelerin uygulanabilmesi ve hayat bulabilmesi de yeni fetihlerle ilgili. Yeni fetihler demek, yeni doğa katliamları demek, yapılaşmaya açılan yeni alanlar demek, yok edilen ormanlar demek, talan edilen dereler demek, yok edilen kültürler demek.
Öyle ya! Osmanlı'nın bile kutlamadığı fethin, bugünlerde bu kadar görkemli kutlanmasının bir anlamı olsa gerek!
Şölende başbakan: “Fatih Sultan Mehmet Han gemileri karadan yürüttü. Şimdi onun torunları, trenleri, otomobilleri denizin altından yürütüyor” dedi.
Bu projelerin Osmanlı döneminden kalma olduğunu açıklayarak meseleyi de açıklığa kavuşturdu. Bunu daha önce de söylediği için biliyorduk ama olsun. Bu vesileyle o dönemlerin bilimsel düzeyine tekrar vurgu yapmanın bir zararı yok.
Hayırlı torun dediğin de böyle olur!
Sanırım bütün bu projelerin Osmanlı’dan kalma olduğunu söyleyerek, ÇED sürecinden yırtmaya çalışıyorlar! Nasılsa o dönemde henüz ÇED raporu gibi gereksiz bir iş icat edilmemişti!
Konumuz olmamakla birlikte, bahsi geçmişken, bu ‘torunlar’ meselesi de biraz netameli bir konu. Onu tarihçilere bırakmakta fayda var. Ama o kadar kardeş, evlat katline rağmen bugünlere bu kadar torun bırakabilmek de önemli bir başarı olsa gerek.
Ayrıca herkes kendini istediğinin torunu olarak kabul de edebilir kime ne!
Neyse biz yine Başbakan Binali Yıldırım’ın dediği mevzuya dönelim. Eksik söyledi Başbakan; torunlar, sadece denizin altından değil, üstünden de yürüttüler otomobilleri, haklarını yemeyelim. Osmanlı döneminde henüz otomobil icat edilmediği için, doğal olarak Karadeniz’deki gibi deniz üzerinden otoyol gibi bir proje de yapılmamıştı. O iş mecburen torunlara kaldı.
Atlılar geçsin diye denizin altından tünel açmanın da ekonomiklik bağlamında gündeme gelmeyeceğini varsayarsak, projelerin tarihi o kadar eski olamazdı.
Osmanlı’nın bilimde, sanatta ileri olduğu hep söylenir. Bu kadar söylendiğine göre doğrudur, olabilir. Fakat yine de bu büyük projelerin kimler tarafından tasarlandığını da merak etmiyor değil insan.
İnternet sağ olsun. Yaz projeyi çıksın sahibi. Gerçi Osmanlı Döneminde internet henüz icat edilmediği için, projeler internete padişahlar tarafından yüklenmiş olamazlardı. Ama torunlar işte böyle günler için lazım. Sağ olsunlar her birini eksiksiz olarak yüklemişler:
“Kanal İstanbul: İlk kez Kanuni Sultan Süleyman tarafından gündeme getirilen proje, İstanbul Boğazı'ndaki gemi trafiğini rahatlatmak amacıyla Karadeniz ile Marmara Denizi arasında yapay bir suyolu olacak.”
“Asrın Projesi Marmaray: İstanbul Boğazı'nın altından geçecek bir demiryolu tüneli düşüncesi ilk defa Sultan Abdülmecid döneminde planlanmıştı. İstanbul'un Avrupa ve Asya yakalarındaki demiryolu hatlarını İstanbul Boğazı altından tüp tünelle birleştiren 76 km'lik demiryolu projesi, iki kıta arasında kesintisiz ulaşım sağlıyor.”
“Avrasya Tüp Geçidi: İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Projesi tüp geçidi, Asya ve Avrupa kıtalarını İstanbul Boğazı'nın altından karayolu ile birleştirecek. Sultan Abdulhamit Han'ın hayalindeki proje.”
“Ovit Tüneli: Osmanlı döneminden bu yana hayali kurulan Ovit Tüneli'nin temeli 2012'de atıldı.”
“Asırlık Hayal 'Çine Barajı': Osmanlı döneminde sedde talebi ile gündeme gelen baraj yaklaşık 1,5 asır sonra gerçek oldu.”
Belki benim bulamadığım başka projeler de vardır bilmiyorum. Ama ilerde bir torun çıkıp da; o proje onun değil benim dedemindi, der mi bilemem! Gerçi bu zamana kadar bir itiraz gelmediyse, sanırım bundan sonra da gelmez!
Fakat bu projelerin ve bunlara entegre diğer projelerin hayata geçirilme süreçlerinde yaşananlar biraz kafa karıştırıyor.
Hani diyeceksiniz ki; uygulamasının Osmanlı ile ilgisi yok. Ama uygulayanlar, biz onların torunları ve devamıyız diyorlar. Eğer öyleyse bu konuda unutulmaması gereken bir konu var. Fatih Sultan Mehmet’in: “Ormanlarımdan bir dal kesenin kellesini keserim” fetvası doğru ise durum pek iç açıcı değil.
İstanbul’da yapılan büyük projelerin bağlantı yollarının, Kuzey Ormanları örneğinde olduğu gibi, ormanlık alanlarda yaptığı tahribatı gördüğünde; ya da torunlarının, İstanbul’un tepelerini, ormanlarını, kıyılarını, ucube yapılaşmalarla betonlayarak tanınmaz hale getirdiğini gördüğünde; keşke İstanbul’u hiç fethetmeseydim diyecek hali yok.
Benim bildiğim Fatih sözünün arkasında durur!
Eğer bu fetvanın doğru olmama ihtimaline güveniliyorsa sorun yok. Bana göre de öyle bir ihtimal var. Çünkü İstanbul alındığında plastik, fiberglass henüz icat edilmemişti. Yani karadan yürütülen gemilerin ahşaptan başka yapılma şansı yok.
Ya da kömürün 19. yüzyıldan önce kullanıldığına ilişkin bir kayıt olmadığı için, Osmanlı hamamlarını kömür ya da doğal gazla ısıtma olanağı da yok. Her durumda ormanlar kesilecek ve odun kullanılacak.
Bazı kaynaklarda, Osmanlı döneminde ormanlardan yakacak, bina yapımı ve gemi inşası için faydalanıldığı, donanmanın ihtiyacının karşılandığı ormanların Tersane-i Amire tarafından idare edildiği ve devletin koruması altında olduğu, her isteyenin gidip avlanamadığı ve korulardan ağaç kesemediği, bu konuda onlarca fermanın da olduğu, ormanı yakana müebbedin kürek çekme cezası verildiği yazılı.
Ama tüm bu önlemlerle ve fetvalarla ormanları koruma nedeninin, ilerde devlet için gerekli zamanlarda kullanılma amaçlı olduğu sonucu çıkıyor.
13 Ocak 1870 tarihinde ilan edilen ve Tanzimat’la birlikte bütün kurum ve kuruluşlarda yapılan düzenlemeler paralelinde hazırlanarak,1937 yılına kadar yürürlükte kalan Orman Nizamnamesi’nin içeriğine bakalım.
Amaçlar şöyle:
- Ormanları devlet lehinde bir statüye kavuşturmak,
- Ormanlardan gelişi güzel faydalanma dönemini sona erdirip, Osmanlı ormancılığının teknik yöntemlerle ve tek elden idare edilmesine giden süreci başlatmak,
- Zorunlu kullanımları yasal ve kontrollü hale getirerek, sınırsız kullanım dönemini sona erdirmek,
- Ormanları devletin ticari hedeflerine hizmet eder hale getirmek,
- Ormanları mera olarak kullanma alışkanlığından vazgeçirmek,
- Ormanı, altındaki ve üstündeki tüm varlıklarıyla birlikte bütün halinde değerlendirme bilinci aşılamak
- Ormanlardan faydalanmada standart bir ceza sistemi getirmek…
Anlaşılan Osmanlı'nın da ormanlarla ilişkisinin sorunlu olduğunu ve doğadan rant sağlama anlayışımızın genetik olduğu söylemek yanlış olmaz. Ama yine de ihtiyatlı olmakta fayda var. Müebbedin kürek çekmek neyse de, diğeri için değmez!
Gerçekleştirilen bazı projelerin Osmanlı’dan kalıp kalmadığı değil sorun elbette. Olabilir de. Bir kısmının gerekli olup olmadığını da bir kenara koyalım. Ama günümüzde gerçekleştirilen bir çok projeye baktığımızda, ihale edilme aşamalarından, uygulama aşamalarına kadar yaşanan süreçlerin; ormanından suyuna, havasından canlısına, tüm yaşam alanlarına verdikleri zararların; gelecekte yaşanacak bir çok olumsuzluğu göz ardı eden, sadece ekonomik çıkarları önceleyen politik yaklaşımların ürünü olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bizim kuşaklar; “baltalar elimizde, uzun ip belimizde, biz gideriz ormana hey ormana” şarkılarıyla büyüdü. Bugünlerde baltaların yerini zalim iş makinaları aldı. Onların hiç insafı yok. Baltalı günler iyi günlerimizmiş meğer! Biz her şeye rağmen ‘Fatih’in Fermanı’nı sevmiştik. Baş kesme kısmına katılmasak da. Yeni fermanlara alışmamız zor görünüyor.
Nazım Usta’dan.
Ben ne tarih hocasıyım
ne de coğrafya
Beni ancak
dört köşe taş bir ambar
kadar
alâkadar
eder
Ayasofya!
Beni Şişli’de yalnız
bırakırsanız
Maçka’nın yolunu bulup gidemem
yani demem
o demek ki
sanmayın ki elinize
la Bedeker
bir rehber
vereceğim.
Hayır
ben
size
dört başlı bir şehrin içinden
haber
vereceğim.
Bu şehrin
basılır hep aynı şekilde
coğrafya kitaplarında resmi.
Dört çeşit yazılır fakat
bu resmin altına ismi:
Konstantiniyye, Konstantinopl
Dersaadet, İstanbul. (Şİ/HK)