Fetih 1453'ün bundan kırk küsur yıl önce çekilmiş hamasi Yeşilçam filmlerinden -teknolojisi dışında- pek de farklı olmadığı bir çok yerde yazıldı. Ama bence önemli bir farkı var, o da Müslüman olmayanlara tahammülünün daha da azalması.
Şehirleri kuşatma altındayken içki alemlerinde dansözlerle ya da hamamda cariyelerle gönül eğlendiren Bizanslılar'ı kast etmiyorum, onlar Yeşilçam'da da vardı. 1100 küsur yıldan beri imparatorluk başkenti olmuş olan muhteşem şehirlerini yitirmekte olan Bizanslıların da insan olabileceği, onların da sevgilileri, aşkları olabileceği, onların da bu kuşatmada çok acı çektikleri, yaralandıkları ve ölürken yoldaşlarına fısıldadıkları son arzularının sevdiklerine şerefiyle öldüklerinin haber verilmesi olabileceği türünden, seyirciyi filmde "öteki" olarak sunulan grubun mensuplarıyla empati kurmaya sevk edebilecek şeylerin yokluğunu da geçiyorum. Onlar 1970lerde de yoktu, aradan geçen kırk yılda da gelişmemiş.
Ama bir gelişme var ki, o, beni tarihsel bir filmde kırk yıl sonra Bizanslılar ile empati kurabilme konusunda bir arpa boyu yol dahi alınamamış olmasından çok daha fazla endişelendiriyor: o da "bizden" olan erkek kahramanın "onlardan" olan kadın karakterle aşkına dahi izin verilmemesi.
Yeşilçam'ın bu klişe aşk ilişkisinin, ataerkil Müslüman bir toplumda var olan tahakküm ilişkilerini tahkim eden tarafını (Müslüman erkek - Hristiyan kadın) bir yana bırakıp, bu klişeye, en azından Müslüman babalarımız ile Hristiyan annelerimizin birbirlerini büyük aşklarla sevmiş olabileceklerini yüzde 99'u Müslümanlaştırılmış toplumumuza anımsatması nedeniyle, ötekileştirmenin naif bir panzehiri olarak bakmak mümkündü.
Tahammül hiç kalmamış
Mesela 1973'de "Kara Murat - Fatih Sultan'ın Fermanı"nda hem Fatih, hem de Kara Murat Bizans prensesleriyle hoşlaşmışlar, Kara Murat'ın Prenses Helen ile olan ilişkisi nefretten aşka dönüşmüştü. "Fetih 1453"de böyle bir kurguya yer yok.
Ulubatlı Hasan olarak tanıdığımız tarihselliği kuşkulu karakterden devşirilerek yaratılmış Hasan'ın Era ile olan aşkı işte böyle klişe bir Müslüman oğlan - Hristiyan kız aşkı olabilirdi.
Ama "Fetih 1453" buna izin vermemiş; kalkmış, Era'yı aslen Müslüman iken köyü Haçlılar'ın saldırısına uğradığında ailesini yitirmiş ve kendisi de esir pazarında satılmış bir kız yapmış.
Bir kere onbeşinci yüzyılda Balkanlar'da köylü bir kız esir edilmişse, istatistiki olarak bu kızın aslen Hristiyan olup Müslüman akıncılar tarafından esir edilmiş olması çok daha büyük bir ihtimal olurdu.
Ama daha da önemlisi bu kurgu, Era'nın, kendisini esir pazarından kurtarmış olan babalığı Urban ile birlikte döktüğü toplarla Bizans'tan öç almasını sağlarken, 1453'de aslında saldırgan taraf olan Osmanlı'yı mağdur gösterebilmek gibi bir imkansızı gerçekleştiriyor. Yani muzaffer olurken mazlumluğu da kimseye kaptırmıyoruz - biraz Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Türkiye'yi fethini mi andırıyor, nedir?
Clinton'un kucağındaki bebek
Gerek II. Mehmed'in etrafındaki vezirler arasında (mesela Zağanos Paşa), gerekse onunla birlikte şehri kuşatan askerler arasında Hristiyan kökenli bir sürü devşirme olduğu gibi, bu devirde bu devşirmelerin arasında İsa'nın en önemli peygamber olduğuna inanananlar da vardı.
Bizans sarayında yetişmiş, hatta son Bizans imparatoru Konstantin'in akrabası olan kişiler II. Mehmed'in hizmetine girecekti bu fetihten sonra. Ama filmde bizlere bunu hatırlatabilecek hiçbir şey yok. Aksine Osmanlılar'ın hepsi sıkı birer Sünni Müslüman. II. Mehmed de, hareminde bir kısmı resmi karısı olan bir çok kadın olan tarihsel II. Mehmed'in aksine, bir tek kadın dışında hiçbir kadına ilgi duymuyor.
Filmde Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında tanık olduğumuz tek yakınlaşma filmin en son sahnesinde gerçekleşiyor.
II. Mehmed'in Aya Sofya'da İstanbullu halk ile karşılaşması, eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın 1999'daki Marmara depreminden sonra Türkiye'yi ziyareti esnasında burnunu sıkan Erkan Bebek'i hatırlatan bir kucaklaşma ile son bulsa da hiç de inandırıcı olamıyor.
Filmin o ana gelene kadarki akışında Hristiyanlar'ın Müslümanlar ile birlikte yaşayabileceğine dair herhangi bir ipucu verilmemiş olduğu için bu sahne öyle havada asılı kalıyor hiç bir yere bağlanamadan.
Sadece bu ülkenin Hristiyanlar'ını değil, aynı zamanda Hristiyan geçmişini de ötekileştiren bu filmin Türkiye'de çok iyi iş yapacağına kuşku yok.
Zira Ermeni olduğu için ya da rahip olduğu için insanların öldürüldüğü, arkeoloji müzelerinin depolarında saklanan parçaların satışa çıkarıldığı, bir Ermeni mezarlığına yapılan son dua yerinin yıkıldığı bir ülkede ortak geçmişimizin ve bugünümüzün asli bir unsuru olan Hristiyanlar'ın, feth edilmeyi bekleyen (ve de Müslümanlar'a yaptıklarıyla hak da eden) aciz insanlar olarak betimlenmesi izleyicilerin çoğuna sıradışı gelmeyecektir.
Sinemadan Hocalı mitingine çıkmak
Film büyük ihtimalle İslam Dünyası'nda da tutulacaktır zira Müslüman bir sultanın, Hristiyan bir ittifaka karşı zaferi sunulmaktadır izleyicilere. Ama ne yazık ki iyiyle kötünün (siz bunu Müslümanlar ile Hristiyanlar diye okuyabilirsiniz) bu kadar basite indirgenerek karşı karşıya getirildiği bir film kendi kültür mahallesinden dışarı çıktığında hüsrana uğramaya mahkumdur.
Filmi Beyoğlu'nda izlediğim için, çıkışta Hocali Katliamı'nı Telin Mitingi'ne çağıran afişlerle karşı karşıya kaldım ister istemez.
İşte o zaman, Başbakan'ın "kinine sahip çık" dediği, İçişleri Bakanı'nın Hocali Mitingi'ndeki nefret söylemine ortak olduğu bir ülkede, "Fetih 1453" diye bir filmin piyasaya çıkarak, sinemadaki şovenizmimizi 40 yıl öncesinde olduğu yerden daha da ileri götürmesinin aslında ortadaki büyük resmin içine cuk oturduğunu fark ettim.
Biz hep mağduruz, hep mazlumuz, onlar hep zalim. Biz elhamdülillah Müslümanız, onlar Rum, Ermeni ya da Yahudi.
* Baki Tezcan, Kaliforniya Üniversitesi, Davis Kampüsü