Tarlabaşı'ndan Taksim İlkyardım Hastanesi'ne doğru iki arkadaş yürüyorlar. Birinin adı Festus. Bir araç duruyor ve araçtan sivil polisler iniyor. Festus Okey'i ve arkadaşı M.O.'yu üzerlerinde "uyuşturucu madde" bulundurdukları gerekçesiyle arıyorlar ve gözaltına alıp Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü'ne götürüyorlar. M.O. birinci katta tutuluyor. Festus beşinci kata çıkarılıyor. Çığlık sesleri geliyor ve bir el silah sesi duyuluyor. Sonra bir polis "arkadaşın öldü" diyor M.O.'ya. Tarih 20 Ağustos 2007. Ve bir insan daha polis kurşunuyla hayatını kaybediyor.
Ülkesinden Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan yüzlerce Nijeryalı'dan biri Festus Okey. Türkiye'ye geldiğinde futbol oynayarak ayakta kalmaya çabalamış. Birkaç amatör takımda deneme maçlarına çıkmış fakat istediği sonuçları alamamış. İstanbul'da yakalanmış ve altı ay Yabancılar Şube Müdürlüğü'nün Kumkapı'daki misafirhanesinde tutulmuş. Okey, Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne başvurup, "sığınma" talebinde bulunacağını belirtince bırakılmış.
Festus Okey 20 Ağustos 2007'de de gözaltına alındığında saat 18.00 civarıydı. Fakat o saatlerde tutulması gereken tutanak saat gece 1.00'de tutulmuştu. Yani bu saat Festus'un polis kurşunuyla yaralanıp, hastanede hayatını kaybetmesinden sonraya tekabül ediyordu. Ve tutanaktaki imzalardan biri de Festus Okey'i öldüren polis memuru Cengiz Yıldız'a aitti.
Adli Tıp Kurumu raporuna göre ise Okey'in ölüm sebebi "Ateşli silahtan çıkan mermi sonucu yaralanmadan kaynaklanan iç kanamaydı."
Olaydaki en önemli delillerden biri olan Festus'un üzerindeki giysi hiçbir zaman bulunamadı. Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü bir adet kamera ile amirliğin giriş kapısını ve merdivenleri izleyebiliyordu. Ancak nedense rapora göre "Kameranın bağlı olduğu bilgisayarın yeterli hafızası olmadığından kayıt yapılamamıştı. Nezarethanede de tadilat yapılıyordu ve kamera faal değil" denilmişti.
Sanık polis memuru Cengiz Yıldız savunmasında "Siyahî şahıslar ve doğudan gelen vatandaşlar uyuşturucu yönünden daha fazla dikkat çekiyorlar" diyordu.
Yıldız karakolda da Festus'a "soyun" demişti. Üzeri aranırken çırılçıplaktı. Hem ayrımcılık vardı bu davada hem de nefret. Zaten ikisi bir araya geldi mi çoğu zaman ölüm hükmü veriliyordu.
Duruşmalar görülüyordu. Örneğin bir duruşmada "AB'ye yazılan yazı cevabının beklenmesine karar verildi." deniyor ve dava dört ay sonrasına erteleniyordu. O duruşmada ise "Yazının akıbetinin sorulmasına karar verildi" deniyor ve dava başka bir tarihe, aylar sonrasına erteleniyordu.
Davaya müdahil olmak isteyenlerin talepleri reddediliyor, üstüne üstlük bu kişiler hakkında mahkeme suç duyurusunda bulunuyordu. Tam dört yıl bu ülkenin "adaleti" Festus Okey'in kimlik bilgilerini tespit etmek ile uğraştı.
Aslında mesele gayet açıktı: Festus bir göçmendi ve mahkemenin bu tavrı göçmenlere uygulanan ayrımcılığın, yok saymanın bir nevi bir tezahürüydü.
Davanın 13 Aralık'ta görülen 16. duruşmasında polis memuru Cengiz Yıldız dört yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme Başkanı para cezası yönünde görüş bildirdi, diğer iki üye bu görüşü kabul etmedi. Yıldız iki yılın üstünde bir ceza aldığı için polislik mesleğinden de çıkartılacak.
Peki, adalet yerini buldu mu? Bu olayda sadece polis memuru Cengiz Yıldız mı suçlu?
Davaya müdahil olmak isteyen kişilere suç duyurusunda bulunan bir mahkemeden çıkacak olan karar "adil" midir?
Yedi mültecinin yangında üzerlerinden kilitli bir odada can verdiği, Van Başkale'de İran'dan kaçan 40 mültecinin öldürülüp bir çukura gömüldüğü ve bunlar gibi daha nice "vukuatı" olan bu ülkede bu sorulara kim gönül rahatlığıyla "Evet" yanıtını verebilir? (SK/ÇT)