Mutlaka olmuştur. Olmamışsa da yakınınızda birilerinden duymuşluğunuz vardır, mutlaka. Biz yaşadık efendim. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'da. Hem de bir kurumun, bir sivil toplum kuruluşunun kişilik haklarının zedelenmesi pahasına oldu ve yaşandı.
15-30 Nisan 2002 tarihleri arasında Diyarbakır'da daha çok sinema, tiyatro buluşması diyebileceğimiz bir festival yaşandı. İfade etmek gerekir ki, çok da ilgi gördü.
Devlet Tiyatrosu salonu, salon olalı beri böylesine yoğunlukta böyle bir 15 gün yaşamamıştı dense yeridir hani. Her gün saat 13.00'te bir sinema filmi, akşamda aynı salonda saat 20.00'de bir tiyatro oyunu izleyicisiyle buluşturuldu.
Festivalin 8 oyunu
On üç bin (13000) dolayında izleyiciyle buluşturulan 16 film ve 8 oyunun ana teması da "Bizim oyunlarımız, Bizim filmlerimiz" olarak seçilmişti. Ve daha da önemlisi geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz Diyarbakırlı oyun yazarı ve sanat, kültür insanı Orhan Asena adına yapılıyordu. Buluşmanın adı da "Orhan Asena 1. Tiyatro ve Sinema Festivali"ydi.
Oyunlar titizlikle seçilmişti. Filmler de öyle... Güngör Dilmen'in "Ben Anadolu"su, Mehmet Baydur'un "Kamyon"u, Nazım Hikmet'in "Kuvayı Milliye"si, Tamer Levent'in "Masal Kadınları", Üstün Dökmen'in "Komşu Köyün Delisi" ve Ferhan Şensoy'un "Soyut Padişah" ı ile Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Orhan Asena'nın Öç oyununu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu da Yine Orhan Asena'nın "Ölümü Yaşamak" oyunlarını Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun Orhan Asena ismini verdikleri sahnesinde oynadılar.
16 film
Filmler de özenle seçilmişti dedik. Film seçiminde Kültür Bakanlığı'nın arşivinden yararlanıldı. Seçilenler, Yavuz Turgul, Bilge Olgaç, Şerif Gören, Ali Özgentürk, Başar Sabuncu, Tunç Başaran, Atıf Yılmaz, Zeki Demirkubuz, Orhan Oğuz, Serdar Çakar, Ömer Kavur, Handan İpekçi, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan'ın ; Eşkıya, İpekçe, Katırcılar, At, Yolcu, Sende Gitme Triandafilis, Selvi Boylum Al Yazmalım, Masumiyet, Dönersen Islık Çal, Uçurtmayı Vurmasınlar, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Gizli Yüz, Babam Askerde, Filler ve Çimen, Herkes Kendi Evinde ve Mayıs Sıkıntısı filmleriydi.
Bu organizasyonu da Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, İl Kültür Müdürlüğü ile Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfı yürütmüştü. Daha altı ay kadar önce 2001'in Kasım ayında 7. Gezici Avrupa Film Festivali'ne ve içinde Zeki Demirkubuz toplu gösterisi de olan programa bir hafta süreyle ev sahipliği yapan Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfı, film gösteriminin ve katılımının organizasyonunu gönüllü olarak üstlenmişti. Sinema filmlerinin davetiyeleri çeşitli kurum ve sivil toplum kuruluşlarına da verilmişti.
"Dönersen ıslık çal"ın ıslığı
Her şey baştan sona ilk bir hafta gayet iyi ve planlanan çerçevede yürüdü. O talihsiz güne kadar. 23 Nisan günü gösterimde Orhan Oğuz'un "Dönersen Islık Çal" filmi vardı. Ve o günkü filmin davetiyelerinin bir kısmı da tümüyle tesadüf eseri iki okulun okul aile birliklerine verilmişti.
Okul aile birliği yöneticileri de filmin içeriğini düşünmeden ya da araştırmadan "23 Nisan etkinliğidir , gidin kültür sarayında çocuklarınızla film izleyin " diye, davetiyeleri öğrenci velilerine vermiş.
Filmin başlamasından beş dakika sonra bir cüce ile bir travestinin hikayesinin konu edinildiğini gören öğrenci velilerinin bir kısmı salondan ayrılıp, basıyorlar yaygarayı : Vay siz misiniz çocuklarımıza porno film izlettirenler, diye.
Ve tam da o anda tesadüf! bu ya fuayede olan Cihan Haber Ajansı'nın acar muhabiri, mal bulmuş mağribi gibi atlıyor haberin üstüne. Tümüyle bir kısım izleyici tepkisiyle oluşan bir haber çıkıveriyor ortaya. "23 Nisan'da çocuklarımıza porno film izlettiriyorlar."
Filmin hikayesi
Oysa film tümüyle insani ve toplum dışına itilmiş, etraflarına duvarlar örülmüş iki dışlanmış insanın, bir travesti ile bir cücenin insani dayanışmasını hikaye ediyordu. Ama bu hikaye izleyici velilere yetmemişti işte!
Onlar alışmıştı pembe renkli Pamuk Prenses ve Yedi Cücelere. Bu filmdeki cüce belki aynı cüceydi, ama prenses değişmişti işte. Çocuklarını bu telaşla filmden uzak tutmaya çalışanlar aynı duyarlılığı evlerinde çıtır-çerez yerken ailecek (!) televizyon izlemede gösterebiliyorlar mıydı? O soru orta yerde duruyordu.
"Dönersen Islık Çal" filmini porno film diye ana haber bültenlerine yerleştiren bilumum özel ulusal televizyon kanalları daha birkaç ay önce yine aynı filmi kendi kanallarında göstermemişler miydi?
Gazetecilik etiği
Bu ne menem bellek yetimiydi ki? Ve bu ne biçim gazetecilik etiğiydi? Haberin en basit ilkesi, abc'si bile bu tip haberlerde tarafları konuşturmak ilkesinden yola çıkmıyor muydu? Neredeydi peki Vakıf yöneticileri? Ya da Tiyatro veya Kültür Müdürlüğü ilgililerinin görüşleri?
Hadi diyelim muhabir böyle bir iş yaptı, haberin merkezindeki bu haberi kullanan atv, kanal D ve diğer medyatörler açıp yerel temsilciliklerinden işin doğrusunu öğrenemezler miydi ?
Şans işte; Maaz Allah 22 Nisan'a, bir gün öncesine denk gelseydiler bu celali medyatörler. Zeki Demirkubuz'un bir fahişeye ölümüne aşık bir kadın satıcısını anlatan "Masumiyet"ini fark edecek ve belki de Demirkubuz'u da medyaya gammazlayıp "İtiraf" ve "Yazgı"nın uluslararası çıkışının önünü keseceklerdi! Ve daha altı ay önce bu filmlere alkış tutan ve Zeki Demirkubuz'la beş saat kesintisiz söyleşi yapan aynı Diyarbakır seyircisi değil miydi? Ve aynı Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfı değil miydi yine evin sahibi...
Bu filmler Kültür Bakanlığı'nın arşivinden seçilmemiş miydi? Ve bizzat Bakanlık görevlisi tarafından seyirciye izlettirilmemiş miydi? Ve daha tepkili veliler fuayede kızgınlıklarını dile getirmeye çalışırken yer bulamadıkları için bekleyen dışarıdaki izleyiciler boşalan koltukları doldurmamışlar mıydı? Tabii bunlar sansasyonel değildi. Haber değeri de yoktu.
Ama bunun burası medyaydı işte. Yapardı. İnfaz ederdi. Ve olurdu. Sonrası mı ? Sonrasını düşünmeyin canım.. Nasıl olsa birileri ayıklardı pirincin taşını... (ŞD/NM)